bugün

şeyh ede­ba­linin oğluna öğüt içeren konuşmasıdır, ey oğul versiyonu. bunun ey tayyip erdoğan versiyonunu uğur amcamız yazmıştır, iyi etmiştir.
“ey tay­yip er­do­ğan,
bey­sin! bun­dan son­ra öf­ke bi­ze; uy­sal­lık sa­na… gü­ce­nik­lik bi­ze; gö­nül al­mak sa­na… suç­la­mak bi­ze; kat­lan­mak sa­na… aciz­lik bi­ze, ya­nıl­gı bi­ze; hoş gör­mek sa­na… ge­çim­siz­lik­ler, ça­tış­ma­lar, uyum­suz­luk­lar, an­laş­maz­lık­lar bi­ze; ada­let sa­na… kö­tü göz, şom ağız, hak­sız yo­rum bi­ze; ba­ğış­la­ma sa­na… bun­dan son­ra böl­mek bi­ze; bü­tün­le­mek sa­na… üşen­geç­lik bi­ze; uyar­mak, gay­ret­len­dir­mek, şe­kil­len­dir­mek sa­na…
ey er­do­ğan!
güç­lü, kuv­vet­li ve ke­lam­lı­sın. ama bun­la­rı ne­re­de ve na­sıl kul­la­na­ca­ğı­nı bil­mez­sen, sa­bah rüz­gar­la­rın­da sav­ru­lur gi­der­sin. öf­ken ve nef­sin bir olup ak­lı­nı mağ­lup eder. bu­nun için dai­ma sa­bır­lı, se­bat­kar ve ira­de­ne sa­hip ola­sın!.. sa­bır çok önem­li­dir. vak­tin­den ön­ce çi­çek aç­maz. ham ar­mut yen­mez; yen­se bi­le bağ­rın­da ka­lır. bil­gi­siz kı­lıç da tıp­kı ham ar­mut gi­bi­dir. mil­le­tin, ken­di ir­fa­nın için­de ya­şa­sın. ona sırt çe­vir­me. her za­man duy var­lı­ğı­nı. top­lu­mu yö­ne­ten de, di­ri tu­tan da bu ir­fan­dır.
i̇n­san­lar var­dır, şa­fak vak­tin­de do­ğar, ak­şam eza­nın­da ölür­ler. dün­ya, se­nin göz­le­ri­nin gör­dü­ğü gi­bi bü­yük de­ğil­dir. bü­tün fet­he­dil­me­miş giz­li­lik­ler, bi­lin­me­yen­ler, an­cak se­nin fa­zi­let ve ada­le­tin­le gün ışı­ğı­na çı­ka­cak­tır. ana­nı ve ata­nı say! bil ki be­re­ket, bü­yük­ler­le be­ra­ber­dir. bu dün­ya­da inan­cı­nı kay­be­der­sen, ye­şil­ken ço­rak olur, çöl­le­re dö­ner­sin. açık söz­lü ol! her sö­zü üs­tü­ne al­ma! gör­dün, söy­le­me; bil­din de­me! se­vil­di­ğin ye­re sık gi­dip gel­me; mu­hab­bet ve iti­ba­rın ze­de­le­nir!..
şu üç ki­şi­ye acı; ca­hil­ler ara­sın­da­ki ali­me, zen­gin iken fa­kir dü­şe­ne ve ha­tır­lı iken, iti­ba­rı­nı kay­be­de­ne!..
unut­ma ki, yük­sek­te yer tu­tan­lar, aşa­ğı­da­ki­ler ka­dar em­ni­yet­te de­ğil­dir!
ey er­do­ğan!
en bü­yük za­fer nef­si­ni ta­nı­mak­tır. düş­man, in­sa­nın ken­di­si­dir. dost ise nef­si ta­nı­ya­nın ken­di­si­dir. ül­ke, ida­re ede­nin, oğul­la­rı ve kar­deş­le­riy­le bö­lüş­tü­ğü or­tak ma­lı de­ğil­dir! i̇n­san bir ke­re otur­du mu, ye­rin­den ko­lay ko­lay kalk­maz. ki­şi kı­pır­da­ma­yın­ca uyu­şur. uyu­şun­ca laf­la­ma­ya baş­lar. laf de­di­ko­du­ya dö­nü­şür. de­di­ko­du baş­la­yın­ca da gay­ri if­lah et­mez. dost, düş­man olur; düş­man, ca­na­var ke­si­lir!..
ki­şi­nin gü­cü, gü­nün bi­rin­de tü­ke­nir, ama bil­gi ya­şar. bil­gi­nin ışı­ğı, ka­pa­lı göz­ler­den bi­le içe­ri sı­zar, ay­dın­lı­ğa ka­vuş­tu­rur. hay­van ölür,
se­me­ri ka­lır; in­san ölür ese­ri ka­lır. gi­de­nin de­ğil, bı­rak­ma­ya­nın ar­dın­dan ağ­la­ma­lı!.. bı­ra­ka­nın da bı­rak­tı­ğı yer­den de­vam et­me­li. sa­va­şı sev­mem. kan akıt­mak­tan hoş­lan­mam. yi­ne de, bi­li­rim ki, kı­lıç kal­kıp in­me­li­dir. fa­kat bu kal­kıp-iniş ya­şat­mak için ol­ma­lı­dır. he­le ki­şi­nin
ki­şi­ye kı­lıç in­dir­me­si bir
ci­na­yet­tir. bey mem­le­ket­ten öte de­ğil­dir. bir sa­vaş, yal­nız­ca bey için ya­pıl­maz. dur­ma­ya,
din­len­me­ye hak­kı­mız yok. çün­kü, za­man yok, sü­re az!..
yal­nız­lık kor­ka­na­dır. sev­gi da­va­nın esa­sı ol­ma­lı­dır. sev­mek ise, ses­siz­lik­te­dir. ba­ğı­ra­rak se­vil­mez. gö­rü­ne­rek de se­vil­mez!.. geç­mi­şi­ni bil­me­yen, ge­le­ce­ği­ni de bi­le­mez.
ey tay­yip er­do­ğan!
geç­mi­şi­ni iyi bil ki, ge­le­ce­ğe sağ­lam ba­sa­sın!..
ne­re­den gel­di­ği­ni unut­ma ki, ne­re­ye gi­de­ce­ği­ni unut­ma­ya­sın!.
kulak asılması gereken nasihatlerdir efendim. buyrun :

https://www.youtube.com/w...aN8fct8&nohtml5=False
(bkz: şeyh edebali)
(bkz: osman gazi)