Salaklığın veya ilber Ortaylı deyimi ile cahilliğin lüzumu yok.
Evrensel ahlâk yasası olamaz, ahlâk soyut bir tanımdır.
Ahlâksız olmak, neye kime göre ahlâk tanımı yapacaksınız?
Çok eşlilik veya akraba kuzen evliliğini hatta ensest ilişkiyi savunan birine göre mi?
Eş değiştirmeyi normal gören kişilerin olduğu bir gruba göre mi?
Daha da basit olarak düşünme özürlü beyniniz anlayacağı basitlik içinde, 18 yaşına gelmiş başka eve çıkan ve başka erkek-kadın ile yaşayan çocuğuna bu hakkı yaşamı kararı normal hak olarak gören babalara göre mi?
Sperm bankasından hamile kalan veya adını bilmediği adamdan hamile kalan bekar annelerin olduğu toplumun ahlâkı mı evrensel olacak?
insanlık tarihi içinde yaşamış, eşini misafire ikram eden ve misafirin bunu ret etmesini büyük saygısızlık olarak gören toplumların ahlâkı mı daha evrensel?
TV ekranlarında izlediğimiz romantik komedi filmlerinde geçen replikler içinde "bu ne biçim baba, anne, eş, sevgili? Ben olsam tokatı bastıydım böyle evlada, eşe, sevgiliye" dediğiniz yaşam mı daha ahlâklı yoksa sizin ki mi?
Bunun için evrensel ahlâk kuralları olmaz.
Haaa... ahlâk ile etik kurallar arasında ki farkı bilmeyecek kadar cahil olduğunuz için Kast ettiğiniz etik ise bu olabilir.
Etik doğru davranışlarda bulunmak, doğru bir insan olmak, ve değerler hakkında düşünme pratiğidir.
Etik terimi Yunanca "kişilik, karakter" anlamına gelen "ethos" sözcüğünden türemiştir. ... Etik evrensel değerleri konu edindiği için insanın bütün pratiklerini içerebilen yargılar ve doğrularla ilgilenir.
Bu evrensel değerler zaten vardır da senin beynin bunu anlayacak algılayacak kapasitede olmadığı için haberin yok Einstein.
sanallaşma eğilimi içerisindeki dünya, ulaşılması güç yerlerden bile insanların etkileşimlerinin giderek artmasıyla maddeleri yazılmaya başlanmış olduğunu düşünüyorum. sosyal medyanın sıkı karşıtlarından olan ben bugün aslında evrensel ahlakın, genel yargıların oluşmasında ne kadar büyük bir rol oynadığını fark ettim.
Bu konuda en çok kant’ın “kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapma” temelli felsefesi okutuluyor olabilir, tabii en başta şöyle bir kabul var insan doğası gereği acıdan kaçınır ve mutlu olmaya yönelir, fakat belki kişi mazoşist belki sadist? Bu durumda ruhsal ya da fiziksel, acı çekmekten keyif alan bir kişinin bir başkasına acı çektirmesi bu ahlak yasasına göre hiç de ters bir şeymiş gibi durmuyor.
felsefe tarihi içerisinde evrensel ahlak yasalarının var olduğunu kabul etmiş filozofları iki yol ayrımına ayırabiliriz. bunlardan ilki evrensel ahlak yasalarını subjektif özelliklerin belirlediği diğeri ise evrensel ahlak yasalarını objektif özelliklerin belirlediği yönünde iki yoldur. ilk kısımda bentham, bergson gibi filozoflar yer alırken ikinci kısımda sokrates, platon, spinoza gibi filozoflar örnek alınabilir.
her iki yol ayrımına yazdığım -ve yazmadığım- filozoflara göre evrensel bir ahlak yasası vardır; ancak bu yasa tanrıdan ya da a priori bir takım değerlerden kaynaklı bir yasa değildir. varlığını bizlerden yani insanlardan, onun subjektif yaşamından alır ve karşısına eylemlerini belirleyen bir biçimde çıkar.
spinoza ahlak kavramını panteist bakış açısı ile ele alır. yani tanrıyla doğayı bir görüp, doğanın bir parçası olan insanı da doğa yasasına uymakla zorunlu tutar. doğa için iyi olan, düşüncesine göre, ahlaki olarak iyi, kötü olan da keza kötüdür. böylece kaynak olarak yani diğer bir deyişe baz olarak doğayı alarak ahlak anlayışını objektif bir temele oturtmaktadır. yine objektif düşünenlerden sokrates'e göreyse; ahlaksal eylemlerin amacı mutluluktur. sokrates öğrencisi aristo'nun temel aldığı mutluluk arayışına dair bir çok atıflarda bulunmuştur zaten. bunlardan birisini ahlaka ayırmıştır. insanın eylemlerini belirleyen ve kaynağı insan olmayan temel normlar, değerler vardır ve bunlara da ancak bilgi yoluyla ulaşılabilir. mutluluğa bilgi ile ulaşılabildiği çıkmaktadır buradan. kant ise ahlaklı olmayı eylemin ödev duygusuyla yapılmış olmasına bağlar ve ona göre ahlaksal eylemin nedeni mutluluk olamaz. aynı safhada yer almalarına rağmen bir görüş ayrılığı burada patlak vermektedir. eylemin gerisindeki ilke sonucundan daha önemlidir. bu filozofların tam aksine bentham'a göre ise hayatta değerli olan şey hazdır ve insan kendisi ve çevresindeki insanlar en fazla nasıl mutlu olacaksa o şekilde hareket etmeli ve herkes için fayda olan yasa olarak kabul edilmelidir. yani evrensel bir ahlak yasasını kabul eder ama bunu subjektif bir temele dayandırır. hem bu yasa kişiye haz verecek hem de haz verdiği kişiden bağımsız olarak, onu temel almadan, herkes için fayda sağlayacak yasalar olacak bunlar.
bu iki yol ayrımına karşı olarak böyle bir ahlak yasasının mevcut olmadığından bahseden hedonizm, anarşizm, pragmatizm, nihilizm ve egoizm gibi daha çok bireyci yaklaşımlar da vardır. nihilist nietzche'ye göre toplum seçkinler ve halk diye iki ayrı sınıftan, kısımdan oluşur ve gücün sahibi olan seçkinlerin standart ahlaki değerlere uymaya çalışması acizliklerinden başka bir şey olarak nitelendirilemezdi. zaten ayrımı bunun üzerine inşa etmektedir. egoist anarşist olan stirner'e göre ise tanrı, devlet, ahlak kuralları ve toplumu dikkate almadan istediği gibi davranması gereken bireeyin, toplum üyelerine karşı bir sorumluluğu söz konusu olmadığı, böyle bir sorumluluğundan bahsedilemeyeceğiydi. varoluşçu sartre'a göre de insanın varoluşu, onun özünden önce gelir çünkü özünü kendi yaratabilme özelliğine sahiptir. onun için yapılması gereken devletin baskısından kurtulmak, toplumun değer yargılarından soyutlanmak ve tüm baskılardan kurtularak birey olabilmektir.
bu kadar fazla düşünüre göre naçizane kendi düşüncemi sonda vermek istedim. ben ortak bir evrensel yasadan bahsedilemeyeceğini düşünmekteyim. yani en başta ayırdığım iki yola da girmiyorum. düşüncelerimin çıkışını ise empati kurmak ile yapıyorum, temelini ise nihilizm felsefesinden alıyorum. bana yapılmasını istemediğim bir şeyi başkasına yapmama durumuna empati denmekte. pek tabii karşı taraftan bana yapılmasını istemediğim yani bundan hoşnut olmadığım bir şeyden başkaları zevk alabilir ve hatta kendisine ısrarla bunun yapılması yönünde hareketlerde bulunabilir. aynısı tam tersi durum içinde pek tabii geçerlidir. bunun dışında yaşanılan toplumun değer yargıları çoğunlukla bireylerin de değer yargıları olabildiğinden farklı toplumlarda haliyle farklı bakış açıları olacak ve ahlak kavramı farklılık gösterecektir. örneğin doğal şartlarından dolayı etnosentrik görüşü benimseyen eskimolar yaşlılarını ölmeleri için soğuğa bırakırlarmış ya da ayılara yemek olmalarını sağlarlarmış. yaşlıya saygının en önemli ahlaki değerlerden biri olduğu kültürümüzde bu durum ne kadar korkunç da görünse eskimoların yaşam standartlarında, güçlü olanın hayatta kalabilmesi için mecburi bir durum olarak kabul görmüş. eskimoları geçelim günümüzden örnekler bile verilebilir en basitinden. zenci kadın poposu, bilmem ne kadının frikiği, "kezban" terimi, izmirli erkekler gibi konular, sevgilisinin bikini giymesine ses çıkarmayan erkek, mini etek giymesine karışmayan erkek gibi konular kuzey avrupalı bir insan tarafından anlaşılmayabilir ki anlaşılmayacaktır. işbu basite indirdiğim düşüncelerimle ben evrensel bir ahlak yasasının olmadığı yönündeyim.
Herkeste olduğu gibi bende de kendini sevme ve kendini koruma gibi bencil iki iç güdü var. doğrularım ve yaptıklarım bu içgüdülere göre şekilleniyor. üstelik mutlak iyi, mutlak kötü veya mutlak adil diye bir şeyin söz konusu olduğunu düşünmüyorum. iyi ve kötü, göreceli kavramlardır. hoşuma, işime gelene iyi, gelmeyene kötü derim. her birimizin zevkleri farklı. bu yüzden her şeyde en yüksek amacım kişisel menfaatlerim. ahlaki ilkelerin hiçbir maddi kazancı yok benim için. bu yüzden iradem üzerinde hiçbir etki yapmıyorlar. zaten evrensel bir ahlak yasası olduğunu da kesinlikle kabul etmiyorum. hayallerim, tutkularım, arzularım beni ben yapan şeyler. ve ben kendimi sadece kendim için sınırlandırıyorum. eğer, bilgiliysem kuvvetli ve haklıyımdır. yaptığım her şeyden ben sorumluyum ve etrafımdaki canlılara zarar vermediğim sürece kimseye hesap vermek zorunda değilim.
özet: evrensel ahlak yasası diye bir şey yoktur, herkesin kendi ahlak yasası vardır.
çoğu dinin ve o dinlerin tanrılarının amacı bu yasayı belirlemektir. her din kendini mutlak doğru kabul eder ve kitle toplama amacı güder. bu kitle ahlak kurallarıyla şekillendirilir.evrensel ahlak yasasını kutsal anılan kitaplara bağlamak ve varsaymak, çok büyük değişkenleri iptal etmek anlamına gelir ki abartılı bir hata oranı içerir. herhangi bir dini evrensel gerçek olarak tanımlamak, empati eksikliğinden ileri gelen, benmerkezci bir yaklasımdır. insan beyni ürünü bütün düşünce akımlarının tüm evrendeki ahlak yasasını tanımlaması mantıken imkansızdır(evreni sınırlı ve her maddenin toplamı olarak sayarsak)*. ancak insan yapımı olmayan ve hiçbir evrensel değişkenden etkilenmeyen bir ahlaktan bahsedersek, bu sadece inanç olur, mantık aranmaz. kişi inatçıysa inanıp gider, mitler arasında yaşamaya başlar.
insan olanın zaten bildiği bir yasadır. hiç bir din, hiç bir ahlak kuralı öldür, hırsızlık yap, insanları üz vs demez. neler yapman gerektiği bellidir...
ne kadar çok insan varsa bu yasanın korunumu o kadar zor olur. öncelikle iyi/kötü kavramları incelenip bir ahlak anlayışı benimsenmelidir; sonra bu anlayış tüm insanlara benimsetilmelidir.
bir ahlak yasasının geçerli olabilmesinin şartını onun evrenselleştirilebilir olmasında arayan anlayış.
Nigel Warburton " Bu içi boş birşeydir" der. "Yani, gayet tabi ben 'tüm uzun boylulara tükürmelisin.' tümcesini de evrenselleştirebilirim." diye de karşı çıkar.
Kant'ın evrensel ahlak yasalarına örnek olarak "Sakın öldürme!" den bahsedebiliriz.