bize ve hayatımıza bir şekilde dokunabilmiş, sanatsal bir kaygı güden filmlerdir. çünkü, tek varoluş yolu sanattadır.
Nuri bilge ceylan'ın bir zamanlar anadolu'da filmi güzel bir örnektir. derdini farklı şekilde anlatan onca film izlemiş olmama rağmen, bir zamanlar anadolu'da benim için epey farklı bir filmdir.
'lirik bir senfoni' benzetmesini yapmak mümkün bir zamanlar anadolu'da filmi için. ağaçtan düşüp, cılız bir derede yuvarlanan elma ile varoluşu, yaşamı, ölümü sorgulamak, filmin sonunda kocaman bir coğrafyayı otopsi masasına yatırmak kolay değildir.
bir ara kader filmine çok takılmıştım. daha sonra vatani görev için karsa gittim. bilirsiniz bekir uğur için karsa falan gidiyor malum bereli bir pozu var kars çayı kenarında. aynı o anı hissetmek için o çay kenarına gidip soğukta sigara içmişliğim var.
Ben musallat ve çizgili pijamalı çocuk diyorum. Birisi korku diğeri dram filmi. Korku filmi malum evin karşı koltuğundaki o teyzenin duruşu hiç aklımdan gitmez. Hatta yorganı hep kafama çekerim o günden beri. Diğeri dram ve trajedi filmi. Naziler Yahudilere işkence yaparken çocukları anlatıyor. Hayatımda dönüm noktaları diyebilirim bu filmler için.
ne alaka lan diyeceksiniz ama;
(bkz: amelie)
izlediğimden beri kendimi fransız entelektüeller gibi hissediyorum. böyle değişik ve boş bir insanım ben. evet.