bir kelimenin kökeninin nereye dayandığını, nasıl varolduğunu, hangi dillerde varolduğunu ya da asıl halinin nasıl olduğunu, nasıl bu hale dönüstüğünü vs. arastıran bilim.
dilimize arapçadan geçen "ücret" ile yunancadan geçen "angarya" aslında kökten geliyormuş. bugün şans eseri buldum.
akadcadan(agaru/aggaru) babillere geçmiş. ilk bilinen kamu hizmeti de babillerde ortaya çıkmış. o dönemler bu kamu işleri için ödenen paraya denmekteymiş. daha sonra babilleri yenerek o topraklarda hüküm süren persler bu sözcüğü ve konsepti almış ve bu sözcük ücret, eder, fiyat anlamlarına da gelmiş (hangāra). tabi batıya doğru ilerledikçe yunanlar ile bir kültür alışverişi olmuş. yunancaya da yine kamu hizmeti yapanlara ve özelliklere postacılara, ulaklara denmeye başlamış(aggareia) --> (angaria) (ulak=aggaros). hatta perslere gönderilen ulaklara direkt bu ad verilmiş.
ancak eski zamanlarda -mesela Roma'da- postacılık faaliyetleri çok önemsiz ve aşağı görülürdü ki sanırım bu nedenle "angarya" sözcüğü günümüzdeki gibi bir anlam kazandı.
ücret de "ecrin" ile aynı kökten geliyor zâten.
kelime kökeni sami dillerinden akadca. oradan babillere. oradan perslere. oradan yunanlara. oradan türklere gelmiş sözcük.
ancak bir diğer kol da *muhtemelen* akadcadan, aramcaya ya da ibraniceye geçmiştir. oradan da arapçaya. oradan da türkçeye.
yani aynı sözcük iki farklı yol izleyerek türkçede buluşmuş.
Algı terimi, dilimizde de, Batı dillerinde de olduğu gibi almak kökünden türetilmiştir. Batı dillerindeki perception terimi, Hint-Avrupa dil grubunun almak anlamındaki kap kökünden gelir, ilkin Latinceye aynı anlamda capere sözcüğüyle geçmiştir.
bizde bir etimoloji (kökbilgisi - fr. etymologie - ing. etymology) sözlüğünün bir türlü yapılamaması, en başta, dilimizi tanımamamızdan ve saymamızdandır. nasıl yapılabilirdi ki, yüz yıllar boyu dilimizin adı türkçe değil, osmanlıca idi. bundan ötürü de, eski sözlüklerimiz, arapça - türkçe, farsça - türkçe niteliğinde kalmıştır. herhangi bir türkçe sözcüğün kökünü bulmak ise nerdeyse olanaksızdır diyebiliriz. bilindiği gibi, kökbilgisi (etimoloji) bir dili kökler ve ekler bakımından inceleyen bilgi demektir. türkçe kendi dilimiz sayılmadığı, hatta bir dil bile sayılmadığı sürece elbette onun köklerini ve eklerini bilmeyi meraka değer bulmayacaktık. gene bu yüzden, birçok yabancı sözcük, türkçe bilinegelmiştir. bir dilde yabancı sözcüklerin bulunması elbette olağandır; ama bunların ne zaman, nasıl, ne gibi biçimlere girerek o dile katıldığı bilinmezse, bir ulus için çok gerekli olan dil bilinci oluşamaz; dahası, kavramlar, terimler aydınlıktan yoksun kalır. sözgelişi, etymologie sözcüğünü merak eden bir fransız, petit larousse'u, ya da robert'i açarsa, onun latincesinin etymologia, yunanca'sının etumos olduğunu ve 'vrai' anlamına geldiğini görür. biz ise, bu gibi durumlarda ötekine berikine sormak zorunda kalırız. diyelim, ne demektir zeybek diye merak edip bir ansiklopedik sözlüğü açsak, "özellikle batı anadolu efelerine verilen ad" biçiminde bir tanımla karşılaşırız, sözcüğün nereden kaynaklandığını öğrenemeyiz.
bundan sıkıldığı çok iyi anlaşılan cevat şakir kabaağaçlı (halikarnas balıkçısı) o zaman kendi yorumunu dile getirir: "zeybek'in sonundaki 'bek' eki 'bakkhos'dan gelmedir," deyiverir ve elbet, "vay efendim, bizim zeybeğimizi yunan sayıyor" gibisinden saldırılara uğrar. öyle ise siz bir kökbilgisi sözlüğü yapın da bunların nereden geldiğini öğrenelim derseniz, yapmazlar, susarlar. sözlüğümüzü oluşturan sözcükleri yüzde sekseni yabancı kökenli olduğu zamanda, bir kökbilgisi sözlüğü nasıl yapılabilirdi ki! bu, bizim bir dilimiz olmadığı anlamına gelmez miydi? nitekim, bizim türkoloji uzmanlarımızın böyle bir sözlüğün oluşturulmasına yanaşmamaları böylesi bir korkuda olsa gerektir. oysa, örneğin masa sözcüğünün ispanyolca 'messa'dan geldiğini öğrenirsek ne olur? hiç. demek oradan gelmiş, der ve kullanmayı sürdürürüz. balkanlı uluslar, dillerindeki türkçe sözcükler için işte böyle yapıyorlar. diyelim, bugünkü romence'de üç bin türkçe sözcük, bu dilin latin kökenli olması niteliğini bozmamıştır. bizim dilimiz ise, mustafa kemal atatürk'ün açtığı yolda özleşme sürecine girmeseydi, arapça ve farsça'nın içinde eriye yazmıştı.
ancak, ferdinand de saussure'e (1857-1913) gelinceye dek, karşılaştırmalı dilbilim, sözcüklerin tarihsel oluşumu konusuna, gerçek bir dilbilim kurulmadığı için, öylesine dalmıştı ki, bir dili tanımanın yerini, hangisi hangisinden çıktı sorunu aldı; böylece de kökler-kökenler konusu, ünlü deyimiyle, arap saçına döndü. genel dilbilim'i sağlam temellere oturtan ferdinand de saussure için, geriye doğru incelemenin kapısını kapamak söz konusu değildi gerçi; bütün iş, belli dönemler için ele alınan dillerin yapısal özelliklerini ortaya çıkarmakta toplanıyordu. kısaca dokunduğum bu yeni yaklaşımdan ötürü kökbilim gözden düşer gibi olmuştur. bizim için büyük bir talihsizliktir bu. çünkü batılı ulusların nicedir elde bulundurdukları ve bugün de yararlanmayı sürdürdükleri kökbilim sözlüğüne biz hiç kavuşamadık.
türk dili etimolojisi bugün her ne kadar bir köşeye atılmışsa bile, tarih boyu böyle olmamıştır. zaman içinde, kaşgarlı mahmut gibi, tam da türk dilinin en zor günlerini yaşadığı zamanlarda ortaya çıkıp, etimoloji ile dünya tarih ve felsefesine hakim olmuş, lisanının ilk hecesinden, ilk cümlesinden zirvesine kadar her gelişimini izleyebilmiş bilim insanları da çıkmıştır. fakat her zaman da gelişmişlikle doğru orantılı değildir. osmanlı döneminde, edebiyatın en saygın olduğu dönemde, fazla bir türk etimoloji çalışmasından bahsedilemediği gibi, fars edebiyatının iran'dakinden de iyi biçimde osmanlı'da üretildiği döneme denk geldiği için, artık sadece farsça sözcükler değil, isim ve sıfat tamlama teknikleri, cümleler hatta metinler çevrilmeden doğrudan türkçe diye lisana katılıyordu. fakat bunların aksine, osmanlı'nın ekonomik olarak en kötü senelerinde, ömer seyfettin vb. türkçü ve turancı yazarlardan, hocalardan, çok başarılı etimolojik araştırmalar yapamlar çıkmıştır.
güneş dil teoremi her ne kadar bugün pek öneme alınmasa da (içinde bütün dillerin türkçeden türediği tarzı tezler olduğundan) esasında cumhuriyetin ilk döneminde hazırlanan etimolojik çalışmalar, alanında liderdir. mustafa kemal atatürk'ün etimolojiyi incelerken hazırladığı ve hazırlattığı ciltlerin, mitoloji öncesi dünya tarihine de ışık tutmak amacıyla kullanılabilecek derece gelişmiş olduğu birçok ülke akademisyenlerince bilinir.
Sözcükler arasında çok tılsımlı yakınlıklar vardır. Mesela mülk-malik-melek-halk-ahlak arasındaki ses benzerlikleri tesadüfi değildir. mülk sahiplik demek; ahlak'in kökeni halktır. Mülklerin sahibi bir melektir.
muhabbet, 'hub'dan gelir, sevgi demektir. (bkz: habibi)
vahyin diğer anlamı haber'dir. Haber ile hub arasında da yakınlık bulunur.