çok büyük bir kısmı en mutlu olduğumuz çocukluk döneminin anılarıdır. sanki o özlenen şeyler varolsa yeniden, aynı mutluluğu verir gibi gelir bize. hatırlandıkça iç burkmasına rağmen insanı gülümseten şeylerdir. örneğin o minicik ağızlarda çiğnendikçe pabuç kadar olan tipitip sakızı... ve o ağızdayken ortada sıçan oynamak... o kocaman sakız ağızdayken yeterli nefesi alamadığımızdan çabuk yorulur, hep vurulurduk.
ama yaş ilerledikçe bizim için değerli olan şeylerin sayısı azalsa da yoğunluğu artar. hayata giren birileri, aldığımız birşey ya da yaşadığımız bir duygu... ne olduğu önemli değil. ama işte asıl bu şeyler hatırlandıkça adamı darmaduman eder. içini acıtır özlemi. hatta ağlatır. örneğin giden sevgilinin kokusu... o gittikten sonra, yastığa sinen kokunun yavaş yavaş kaybolmasıyla başlayan bir özlemdir. bir de artık hiç olmayacak olması... *
büz küçükken bakkallarda leblebi tozu vardı. O şimdi herhalde yok, yada bizim oturduğumuz muhitte bulunmuyor. Şu yaşıma geldim bulsam gene alır, ağzıma doldurduktan sonra eskiden yaptığımız gibi etrafa pohlardım.
sokaktan eve zorla getirilip doğru banyoya atılmak, yıkarlarken bacaklarından akan simsiyah kirleri seyredip, gözüne sabun kaçıp ağlamak. baba gelene kadar aç kalıp yemekten sonra uyuyakalmak.
waterballs
kartallı uçurtma
süpermen uçurtması
kent ozanları (eko tv'deki rock programı)
Ronnie James Dio
bisküvi adam
(bkz: kader kısmet) (hatırlayanı çıkar mı ki?)