ilkokul da aynı sınıftaydık kendi numaramı bile hatırlamazken, o'nun 52 olan numarasını, listede bir üstünde ki ismin hatice, bir altında ki ismin ersin olmasını nasıl olurda 20 küsur sene sonra hatırlayabiliyorum? diye hep kendime sorduğum detaydır.
Hep migren'i tutardı. halbuki benim de migren'im vardı ama söylemezdim. o'ndan bana sıra mı geliyodu ki damına koyayım. bir de her seferinde masaj istemez mi?
ne zaman migrenim tutsa o'nu düşünürüm, ya da o'nu düşündügüm için migrenim tutar.
ayrıldıktan bir sene sonra onu kilo almış ,resmen yaşlanmış olarak görmem. e terk edilen taraf olduğuma göre bu duruma sebep veren de olmadığımı görüyorum. bir üzülüyor bir seviniyorum.
ayrıca şu sözleri de aklımda yer etmiştir:
-ben anı yaşıyorum
-seni geleceğimde daha çok görmek istiyorum
zaten hep karmaşıktın, kararsız ve benimdin.
12 ocak gece 01:24 -yani biz şimdi resmi olarak sevgili miyiz? +evet aşkım sonra o karanlık odada tavana bakılır ve bebeğinin ilk defa gülümsediğini gören annenin yüzündeki masum mutluluk gibi gözlerinin içine kadar giren saf bir gülümseme yayılır.
saymakla bitmeyecek olan detaylardir. ama en unutulmaz olani gulusudur herhalde. her seye ragmen, hayata ragmen, hep gulusu. gozleri kisila kisila. o gulunce her seyin duzelecegini zannederdim. hayatin cok guzel, yasamin vazgecilmez oldugunu falan...
29 ekim 2006 saat 05.40 gelen mesaj;
çok ani ne zamandan beri sebebini ve nedenini bilmediğim işler geldi başıma bu işi daha fazla uzatmak istemiyorum seni üzmekte istemiyorum bitmeli ve bitti.
bunca senedir anlamadığım şey çok ani ne zamandan beri ne olduğudur.
pese çağıran arkadaşı:
- olm hadi gel önemli
bi yandan benimle konuştuğundan iplemez bi tavırla:
- ya tamam bana ne. benim şu an yaptığım dünya'daki her şeyden önemli.
ben dahil hepimiz birden:
- ööğğğğğ *
bana:
-ruhsuz ya. **
bir insanın gözlerine bakınca mideye kramp girdiği andır o an.
aldatıldığını anladığın andır.
seni seviyorum sensiz nefes alamam demenden 1 hafta sonra arkasına bakmadan basıp gittiği andır o an.
okulunun uzayıp hayatının bir yılının çöpe attığın andır o an.
dünyanın çarkı dönerken onun çarkı dönerken zamanın senin için durduğunu anlayıp akıttığın gözyaşlarıdır o an.
en iyisi deşmemek hatırlamamaktır.
sokaktan geçen eskiciye verilen eşyalarının karşılığında alınan mandallar. o kadar sağlammış ki kurutmak için tuttuğunu bırakmıyor. bir mandal kadar olamadın ya yazık sana.
onun için verdiğim mücadele bide beni çok sevdiğini zannetmem. sonrası yalanlar üstüne kurulmuş benim çok sonra farkettiğim bi yalancı bahar. yalancıda olsa eşsiz bi bahardı...
o günler için en değer verilen kişi ile yaşanılan, örnek olarak 10 yıllık bir dönemde en değer verildiği en uzun ilişki yaşanılan hatunla fantezinin dibine vurup dana gibi caddebostan kıyıları, kızıltoprak'ta gecenin köründe evin balkonu, arabanın içinde fenerbahçe'de sonuna kadar gidip de seviştiğiniz, sinemada sizin ve onun gerçekleştirdiği oral eylemlerdir "çoğunlukla",
sinirden nasıl da zarar vermiştim/bana o yaptığını(muhtemelen boynuz takılışının öğrenildiği an) asla unutmam denildiği anlardır "genellikle",
bir ilişki içinde(sıklıkla uzun, çok uzun olanlarda görülür) deli gibi aşık olduğunuzu düşündüğünüz ve fakat günü birinde o yüceleştirdiğiniz kadını aldattığınız anlar ve duygu şimşekleridir içinizde yaşanılan "sıklıkla",
güzel kadınlara ve güzel sevişmelere dair adrenalini tavan yaptıran örneğin kürtaj korkusu(olm kaç gün gecikti biliyo musun) diye en yakın erkek arkadaşınızla yaptığınız dertleşmelerdir genelde,
kısaca yüksk oranda, kadın-erkek ilişkisinde yer tutan sevişme odaklı eylemler, bazen de öncesinde yer alan cinsel eylem içeriksiz ankara'daki ortason-lisebir aşkı uğruna tepilen yollar, harcanan emek; o isterse, onun için dünya'yı üçgen prizmaya bile çevirebilme arzusudur içte yaşanılan. tüm bunlar bir ikisi hariç çok da saygı ile hatırlanmayan, geneli güzel sevişen kadınlara aitti.
aslında şurası gayet net; bundan sonrası ise daha önemli, yaşanmamış olanlar; hatta -genelde erkek kazmalığı ile- yaşanılan anda, yaşadığının değerini farkedememektir. bu sorunun şimdiki zaman versiyonu olsa, kimse burada tutup da şöyle sevişiriz, böyle koklaşırız diye anlatmaz, anlatmak istemez, y da yaşadığı anın güzelliğini kaybetmeden anlamaz... başlığın altı boş kalır; oysa haksızlık değil mi? mesela şimdilerde, kadınım, karım; hayatıma hayat katmak üzere, ben nasıl olur da o dururken satırlarca, kelimelerce başka bir kadını yazayım?
sahi, insan neden genel olarak kaybetmeden diğerinin, eş'inin değerini anlamaz? ya da kaybetmek neden kolay?
bir kentin sokak lambaları, insana neden bazı dönemlerde adam asmacadaki darağacı gibi görünür? anlamak zor.
sonra birden muavin dürttü, "geldik olm, burada inmiyecen mi?!", içim geçmiş; doğruldum ve inmek için acele ile kalkarken kafayı tavandaki rafa vurdum.