bugün

--spoiler--

Mütevazı hakikatlerin peşindeydim o gece. Bilmem gerekmeyen şeyleri öğrenmek istemiyordum. Ufak ama kritik bir görev bekliyordum. Ajan olmak isteyen bir çocuk gibi. Bütün gün soğukta gezmiştim, duygularım donsun diye. Küçük dersler almak istiyordum. Tepeden bakmayan insanların vereceği mütevazı dersler. Çevir aç kapağı kim icat etmiştir? Hawaii’de yaşayan etobur tırtıllar nasıl beslenirler? Bla bla bla.

Yaşadıklarıma bir hikâyeymiş gibi bakmak istiyordum ayrıca. Kendi yaşamıma bir hikâye gibi bakarsam geriye dönüp düzeltme şansım olacaktı sanki.

Sonra o gelmişti biraz mahcup ve çok güzel. Yanıma oturup susmuştu. Öfke olarak sessizlikler görmüştüm. Anlayış ifadesi olarak sessizlikler. Kabulleniş olarak sessizlikler. Pişmanlık olarak sessizlikler. Hayranlık olarak sessizlikler. Ama onun sessizliğini çözememiştim.

“Bütün gün yaşadıklarımı bir ajan raporu gibi yazdım,” demişti ilk olarak. Sonra da bir kâğıt uzatmıştı. Kâğıtta şöyle yazıyordu: “24 tane sigara içti. 6 şişe bira. Radyo dinledi. 8 sefer iç çekti. Gizlice ağladı, 12 miligram.”

Sabaha kadar konuşmuştuk orada. Çok zarif sorunları vardı. Bilekliğinin kapatma yeri sıkışmıştı. “Bazen konuşurken birbirimize dokunuyormuşuz gibi hissediyorum,” demişti bir ara. “Sanki konuşmuyoruz da sarılıyoruz.”

Sonra bir daha görüşmedik. Birbirimize o tarz sorular sormamıştık çünkü. Bambaşka bir kafaydı o. Herkes birbirini götürmeye çalışırken çalan şarkıları dinleyen sadece bizdik.

ilk başta tam olarak hissedemediğimiz kırılma anları var. Zamanla harap edici duygulara dönüşüyorlar. Yaralanmanın sıcaklığıyla ilk anda hissedilmeyen kurşunlar gibi. Böyle durumlarda “biraz zaman” her şeyi daha da beter ediyor. Bizi yere seren büyük sorunlar olmuyor hiçbir zaman. Bizi yere seren evdeki şekerin bitmesi oluyor, kaybolmuş bir kitap oluyor, kesilen elektrik oluyor. ikimiz de yere serilmiştik o gece. Öyle bir kafaydı işte.

Şimdi tepelerden aşağı bakıyorum. Kara yılanlar gibi kıvrılıp giden asfalt yollara. Kayaların arasında, balkondan sarkan çocuklar gibi boşluğa uzanan ağaçlara. Sanki köklerinden kurtulup havaya karışmak istiyorlar.

Bazen yine oturuyorum aynı yerde. O geceki tadı yok tabii. Kelimelerin gelip benimle konuşmasını bekliyorum. Onlar da gelmiyorlar. Bazen bir iki fısıltı duyuyorum, o kadar.

“Aslında o kadar da önemli biri olmadığımızı anladığımızda neden üzülüyoruz ki?” diye sormuştu o gece. “Bunun temel bir aydınlanma anı olması gerekmez mi? Hepimizi önemli insanlar olduğumuza inandırdılar. Sonra da çekip gittiler.”

Sonra da gitmişti. Evet. Önemsiz insanlar olduğumuzu hatırlamaya yeniden ihtiyacımız var.

Emrah Serbes

--spoiler--
58. giderken
Bir sıkıntıyı anlatmak istedim. Ama bir şeyi başka bir şeye benzetmekten başka bir şey gelmedi elimden. Kaybettiği savaştan sonra yakıp yıkarak geri çekilen ordular gibi. Mağlup olduğu oranda zalim. Trajik hatamız: Kendimizle ilgilenmeye alıştık, başka bir şeyle ilgilenemiyoruz artık. Sen çocuk yap kurtul istersen bu dertten bana da bir bira söyle giderken.
ilk okunduğunda küçük emrah'ı içeri atmışlar da sanki serbest kalmış anlamı çıkan saçmalıktan öte bir şey değil. haa adamın ismi öyledir ona da saygımız vardır.
erken kaybedenler kitabının yazari. Geçen elime geçti bu kitap ama kalitede murat menteş ya da hakan gündaya yetişir mi bilmiyorum. Bi okuyayım döncem ben buraya.
--spoiler--
Telafisi en güç şey, dikkatsizlik sonucu kırılan kalplerdir. iş işten geçtiğinde bütün mazeretler tedavülden kalkar, kıran da kırılan da piç gibi ortada kalır.
--spoiler--
 "karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır. yaşayanlar bir sigara yakar. " ve " seni sevmeyen birini sarhoşken arayamazsın. seni sevmeyen birini gece yarısından sonra arayamazsın. seni sevmeyen birini öğleden sonra bile arayamazsın. belki akşamüstü mesaj çekersin" ve " hüzünlü piç diyorum ona ismini bilmediğimden. o da bana acemi piç diyor. yok dünyadan haberin. bir fabrika paydos ederken ortalığa çöken hüznü bilmiyorsun. bilmiyorsun suya bırakılmış kâğıttan kayıkların gerçek anlamını. rüzgârda uçuşan torbaları. moloz dökülmüş arsaları. " satırlarıyla aklımda yer edinmis, hikayem paramparça isimli kitabın yazarı.
mahkeme katibi ve emrah serbes arasında geçen konuşma:
-okuma yazma biliyor musunuz?
+biraz.
-mesleğiniz nedir?
+yazar.
Ve ardından salondan gelen gülüşme sesleri.
--spoiler--
Mesai saatleri içinde eğlenmeye tolerans payı bırakabilirler, yas tutmaya değil. Ölüm izni bu yüzden var. Yakını ölmüş kişi, acısını unutana kadar hizmet dışıdır. Ayakaltında dolaşması da istenmez. Acısını unutmak için kendini işine adamış insan tipi de bu yüzden çok sevilir. Çünkü hepimiz, acısını unutmak için ya da unuttuğu için, kendimizi bir şeylere adamışız.
--spoiler--
çok güzel adam vesselam... Erken kaybedenler kitabıyla sayesinde kitap kurdu da oldum.
önünde saygı ile eğilinmesi gereken yazar demiyorum abimiz solcudur saygınızı göstermek için önünde eğilmenize gerek yoktur, bizdendir halkın içinden, bizim yürüdüğümüz kaldırımlardan yürümüş, bizim oturduğumuz banklarda oturmuş, şairler parkında bizim gibi birasını yudumlamıştır, candır.
Telafisi en güç şey dikkatsizlik sonucu kırılan kalptir. iş işten geçtiğinde bütün mazeretler tedavülden kalkar, kıranda kırılanda piç gibi ortada kalır.

Emrah Serbes
--spoiler--
telafisi en güç şey dikkatsizlik sonucu kırılan kalptir. iş işten geçtiğinde bütün mazeretler tedavülden kalkar, kıranda kırılanda piç gibi ortada kalır.
--spoiler--

lan olm ne güzel yazmışsın getirmişsin işte o sona piç lafını sıkıştırmanın ne anlamı var? hayır havalı mı oluyosun böyle yapınca anlamıyorum ki. ergen.
Telefonu tedirgin olduğu için açmamıştı diyelim ama mesajıma soğukkanlılıkla "Hayır" yazabilirdi. Cevap vermediğine göre onun gözünde benim gibi biri yoktu. Eğer onun gözünde yoksam ne kadar yokum diye düşünmeye başladım. Bunun derecesini tayin etmeye çalıştım. Bütünüyle mi yoktum acaba, yoksa kısmi bir yokluk muydu benimki? Dünyada iki kişi kalsak mesela, arar mıydı?
Emrah Serbes
"bi ara mutfakta tencere tava arasında ağlarken görmüştüm onu. alakasız yerlerde ızdırap çekmek ızdırabı ikiye katlar."
behzat ç'başlı başına hayat dersi ama 52. bölümde editörlük ve yazarlık üzerine gözlemleri ilgi çekici;
1.14.50 sonrası.. http://www.youtube.com/watch?v=kFfyF0WF9Ws
(bkz: erken kaybedenler)
(bkz: her temas iz bırakır)
(bkz: son hafriyat) zevkle okundu.
(bkz: hikayem paramparça) adlı öykü kitabının sahibi, aynı zamanda behzat ç'nin senaristi.
ülkeye fazla olan adam.
“sonra görüşürüz dedi.
görüşemedik bir daha. olsun.
görüşürüz dedi ama.
insan niye yalan söylesin ki?
o mantıksız iş yapmazdı.
bekliyorum.”
Erken kaybedenler kitabının yazarı, üslûbunu sevdiğim adamdır.
"Dediğim gibi, kendini kandırmadan yaşamanın ne anlamı var. Çıplak gerçekler kimi tatmin edebilir ki?"
80 kiloysa 79u taşak olan abimiz.
insan iradesini hiçe sayıyorsun o zaman.'
'hayır' dedim.insan iradesine hayranım. iradeli insan yirmi sene çalışıp bir ev alır ve sonra o evin depremde yirmi saniyede yıkıldığını görür. her şeyini kaybetmiştir ama pes etmez, yirmi yılının boşa geçtiğini anlamıştır ama bunu kimseye çaktırmaz. sonra cebinde taksi parası bile kalmadığından bir bayram arifesinde otogara valiz taşımak zorunda kalıp kalp krizi geçirir. hastaneye götürürler ama hastanede yeterli teçhizat yoktur. iradeli insanı bir ambulansa koyup başka bir hastaneye gönderirler. ama başka iradeli orospu çocuğu insanlar ambulansa yol vermezler ve o iradeli insan hastaneye varamadan trafikte ölür. ambulansın sirenleri iradeli insan ölmemiş gibi çalmaya devam eder bir süre daha. sirenler çalarken iradeli insanın kafasından geçen son düşünce de 'ben nerede yanlış yaptım'olur. işte sana babamın ve insan iradesinin hikâyesi.
"kendimizi özgür zannediyoruz oysaki sadece ipimizi biraz uzun bırakmışlar."

-afili filintalardan
"karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır, yaşayanlar bir sigara yakar."