I know the bottom, she says. I know it with my great tap root:
It is what you fear.
I do not fear it: I have been there.
Is it the sea you hear in me,
Its dissatisfactions?
Or the voice of nothing, that was your madness?
Love is a shadow.
How you lie and cry after it
Listen: these are its hooves: it has gone off, like a horse.
All night I shall gallop thus, impetuously,
Till your head is a stone, your pillow a little turf,
Echoing, echoing.
Or shall I bring you the sound of poisons?
This is rain now, this big hush.
And this is the fruit of it: tin-white, like arsenic.
I have suffered the atrocity of sunsets.
Scorched to the root
My red filaments burn and stand, a hand of wires.
Now I break up in pieces that fly about like clubs.
A wind of such violence
Will tolerate no bystanding: I must shriek.
The moon, also, is merciless: she would drag me
Cruelly, being barren.
Her radiance scathes me. Or perhaps I have caught her.
I let her go. I let her go
Diminished and flat, as after radical surgery.
How your bad dreams possess and endow me.
I am inhabited by a cry.
Nightly it flaps out
Looking, with its hooks, for something to love.
I am terrified by this dark thing
That sleeps in me;
All day I feel its soft, feathery turnings, its malignity.
Clouds pass and disperse.
Are those the faces of love, those pale irretrievables?
Is it for such I agitate my heart?
I am incapable of more knowledge.
What is this, this face
So murderous in its strangle of branches? -
Its snaky acids hiss.
It petrifies the will. These are the isolate, slow faults
That kill, that kill, that kill.
_______________________________________________
Karaağaç
Ruth Fainlight’e
Tanıyorum dibi, diyor. Büyük ana köklerimle tanıyorum onu:
Korktuğun şeydir bu.
Ben korkmam: bulundum orada.
Deniz midir bende duyduğun,
Onun hoşnutsuzlukları mı?
Yoksa çılgınlığın olan hiçbir şeyin sesi mi?
Aşk bir gölgedir.
Nasıl da uzanır ve ağlarsın ardından
Dinle: bunlar onun toynak sesleri: çekip gitti, bir at gibi.
Bütün gece dörtnala gideceğim böylece, coşkunca,
Başın bir taş, yastığın küçük bir çimenlik olana dek,
Yankılanarak, yankılanarak.
Yoksa zehirlerin sesini mi getirmeliyim sana?
Şimdi yağmurdur bu, bu büyük sukût.
Ve budur onun meyvesi: kalay-beyazı, arsenik gibi.
Günbatımlarının gaddarlığından eza çektim.
Kavruldum köke dek
Kızıl liflerim yandı ve dayandı, tellerden oluşan elim.
Sopalar gibi uçuşan parçalara bölünüyorum şimdi.
Böylesi şiddetli bir rüzgâr
Hoş görmez hiçbir seyirciyi: çığlık atmalıyım.
Ay da insafsız: sürüklerdi beni
Kıyasıya, boşu boşuna.
Parlaklığı yaralar beni. Yoksa ben belki yakalardım onu.
Bırakırım gitsin. Bırakırım gitsin
Eksilmiş ve donuk olarak, esaslı bir ameliyattan çıkmış gibi.
Kötü düşlerin nasıl da hükmeder bana ve donatır beni.
Bir çığlık oturur bende.
Geceleri çırpınır uçar
Çengelleriyle, seveceği bir şey aramaya.
içimde uyuyan
Bu karanlık şey korkutur beni;
Bütün gün hissederim onun yumuşak, tüylü dönüşlerini, kötülüğünü.
Bulutlar geçer ve yayılır.
Bunlar aşkın yüzleri midir, şu solgun telafisizler?
Bunlar yüzünden mi kışkırttım kalbimi?
Daha fazla öğrenmeye yeteneğim yok.
Nedir bu, bu yüz
Öyle cani dallarının boğmalarıyla? –
Onun yılansı asitleri tıslar.
Taşlaştırır iradeyi. Yalıtılmış, yavaş hatalardır ki bunlar
Öldürür, öldürür, öldürür.
the seatbelts'in çok ama çok hoş bir parçası, cowboy bebop albümlerinde bulunan. enstrümantaldir. böyle bir müzik dünya üzerinde belki başka kimse tarafından yazılmamıştır.