elif şafak

entry1074 galeri39
    399.
  1. aşk isimli kitabında mukaddes zatları pekte iyi yansıtamadı zannımca, bir pinhan kadar sarmadı, hissettirmedi.
    0 ...
  2. 398.
  3. dili iyi kullanmayan iyi süsleyen yazar. her enteresan kelime kullanan insan kişisi dili iyi kullanıyor diye bir şey yoktur sanırım.
    1 ...
  4. 397.
  5. 'türk edebiyat tarihinin en kısa sürede en çok satan eseri' unvanına sahip aşk'ın yazarı.insanlar tarafından çok övülen, desteklenen, kibirli bir kadın bana göre elif şafak.üstelik yazarlığı da fasa fiso zaten çok satan yazar olması bunu gösteriyor.her zaman -çok nadir görülen istisnalar dışında- çok satan kitaplar gerçekte değersizdir fikrime göre.herkesin okuduğu kitaplar, çoğunluğun beğenisine, algı seviyesine hitap eden kitaplardır.hatta açıkça söylenebilir ki;çoğunluğun ruhunu okşayan şeylerdir.bu yüzden çok satarlar.
    1 ...
  6. 396.
  7. sadece "aşk" isimli kitabıyla şems-i tebrizi'yi ve mevlana hazretlerini çok iyi tanıdığını sananlar var.

    evet var bunlar.
    1 ...
  8. 395.
  9. mesele dergisinde şükrü argın elif şafak hakkında bi eleştiri yazısı yazmıştı enfesti. okunmasını salık veririm. bulun okuyun.

    aşk kitabı çok sattıktan sonra ve erkeklerin kitabı eline alamadığı, utandıkları yönünde bi söylenti çıktıktan sonra kitabın siyahının çıkması, iğrenç bir şey. samimiyetsiz, çok ortalarda. iğrenç bir mistisizm sevdası, böyle ruhaniyetten herkesten çok nasibini almış sessiz sedasız yazar tavırları. ögkk. iğrenç.
    0 ...
  10. 394.
  11. aşk adlı romanını okuduğum ve kitabın üstündeki aşkın başka bir aşkı anlattığı kitaptır. beni etkilemiştir.
    0 ...
  12. 393.
  13. herkes yeterince konuşmuş üzerinde diye düşünürken aslında bu güzel kadın hakkında benimde söyleyeceklerim var.bir defa çok müthiş bir zeka ve kurgu yeteneğine sahip sayılı yazarlardan biri olmakla birlikte benim gözbebeğimdir.siyasi görüşlerinden ve köşe yazılarından ziyade onun insanları analiz ediş biçimi bende ona hayranlık uyandıran en yegane sebeptir. diğer alt sebeplere gelince;
    - ilk olarak edebi dili hiç kimselere benzemez kendi kurduğu cümleler bile bir diğerini tekrarlamazken onun gibi yazar olmaya çalışmak şöyle dursun hiç kimsenin onun cümlelerinde bulunan sihiri asla anlayamacağı ve asla bir taklitler silsilesinni peşinde getirmeyecek olmasıdır
    - ikincisi de ''okudum bitirdim işte yaa... güzeldi ama.'' ile geçiştirilmeyen ve tekrar tekrar okunmak istenen ve uzun zaman okunmadığında akılda hiçbirşey kalmadığı için kendinden şüphelendiren romanların yazarı olmasıdır
    - ve bu maddeler böyle uzar gider ve daha pek çok şey söyleyebilir insan sevdiği yazar hakkında. son bir şey var onunla ilgili hafızamda. o da Elif Şafağın en sevdiğim kitabı olan Mahrem i aştideki kitapçılardan birinden almak suretiyle ve büyük bir sevinçle hediye ettiğim sevgilimin kitabın kapağını henüz hala (bkz: aradan iki sene geçmiş bir olay) açmamış olması inciticidir.
    0 ...
  14. 392.
  15. Ted de yaptığı konusma...

    The politics of fiction

    Ben bir romancıyım, hayatta bunu yapıyorum?. Hikayeler anlatıyor romanlar yazıyorum. Ve bugün size roman yazma sanatı ve cin denilen bazı doğaüstü varlıklar hakkında birkaç hikaye anlatmak istiyorum, fakat başlamadan evvel kendi hayat hikayemin birkaç kesitini sizle paylaşmama izin verin.

    Bunu tabi ki kelimelerin yardımıyla ve bir geometrik şekil olan daireyle yapacağım.

    Konuşmam esnasında birçok daireyle karşılaşacaksınız.

    Strausbourg Fransa da bir türk ailenin çoçuğu olarak doğdum. Anne-babamın ayrılmasından kısa bir süre sonra annemle Türkiye ye döndüm. Bundan sonra yalnız bir annenin tek çocuğu olarak yetiştirildim ki, bu 1970lerin Ankarasında alışılmadık bir durumdu. Muhitimiz babaların aile reisi olarak başta olduğu geniş ailelerle doluydu, ve bu şekilde annemin ataerkil bir çevrede dul bir kadın olduğunu görerek büyüdüm.

    Aslında iki farklı kadın modelini gözlemleyerek büyüdüm; bir tarafta iyi eğitimli, laik, modern, batılılaşmış bir türk kadını olan annem diğer tarafta bana da bakan, spiritüel, daha az eğitimli ve kesinlikle daha rasyonel olan büyük annem. Geleceği görmek için kahve falı bakan ve nazardan sakınmak için kurşun döken bir kadın. Yüzünde akne, ellerinde siğil olan bir çok kişi büyükannemi ziyarete gelirdi, her seferinde büyükannem arapça bazı kelimeler okur, kırmızı bir elmaya iyileştirmek istediği yara adedince gül dikeni saplar ve koyu bir mürekkeple dikenlerin etrafını çizerdi ve bir hafta sonra kontrole gelirlerdi.

    Bilim insanlarından oluşan böyle bir dinleyici kitlesinin önünde bu tarz şeyler söylememem gerektiğinin farkındayım ama gerçek şu ki büyükannemi cilt probleminden dolayı ziyarete gelen kişilerden hiç birinin mutsuz ya da iyileşmeden döndüğünü görmedim. Bunu nasıl yaptığını sordum. Duanın gücümüydü?

    Cevap olarak dua etkili ama dairelerin gücünü de küçümseme dedi. Ondan birçok şey öğrendim ama en değerlisi; ister bir sivilce olsun ister insan ruhunu kuşatan bir kusur, onu yüksek duvarlarla kuşatalımki, içerden kurusun. Hepimiz bir tür sosyal kültürel dairenin içinde yaşıyoruz ve hepimiz belli bir aile, ulus ve sınıfa mensup doğuyoruz, ve bu mensubiyetin dışındaki dünya ile ilişkimizi kesersek, o zaman bizde için için kuruma riskiyle karşı karşıya kalabiliriz.

    Eğer çok uzun süre kültürel kozalarımızda sadece arkadaşlarımız, yakın çevremiz, iş arkadaşlarımız ve ailemiz ile yaşarsak, bizi aynalayan yansımamızla çevreleniriz ve hayal gücümüz, maneviyatımız azalabilir.

    Türkiyedeki büyükannemin sevdiğim bir özelliği de aynaları kumaşla kaplaması yada aynaların yüzü duvara dönecek şekilde asmasıydı, buda eski bir doğu geleneğine insanın uzun süre kendi imajına bakmasının sağlıklı olmadığına dayanır. Globalleşen dünyada birbirlerine benzeyen toplumlara dönüşme tehlikemiz hızla artıyor. Bu durum zengin yoksul, doğu batı, liberal muhafazakar ayırımı olmadan heryerde geçerli adeta. Benzer özelliklerimiz göre kümeleşiyoruz ve sonra diğer kümeler hakkında stereotipler üretiyoruz. Kanaatime göre bu kültürel gettoları aşmanın bir yolu da roman sanatını kullanmaktır.

    Hikayaler sınırları yıkamaz ama zihinsel duvarlara delikler açabilir ve bu deliklerden başkalarına dair bir bakış edinebiliriz ve hatta bazen gördüklerimiz hoşumuza da gider.

    Hikaye yazmaya sekiz yaşında başladım. Bir gün annem turkuaz bir not defteriyle eve geldi ve günlük tutmak istermiyim diye sordu. Geri dönüp baktığımda sanırım annem akıl sağlıyım konusunda biraz endişeleniyordu. Evde sürekli hikayeler anlatıyordum ki bu iyi bir şey olmasına rağmen bunları etrafımdaki hayali arkadaşlara anlatmam o kadar da iyi değildi. Renkli pastel boyalarla konuşacak ve çarptığım eşyalardan özür dileyecek kadar içe kapanık birisiydim. Annem gün içinde deneyimlediklerimi ve duygularımı yazmanın iyi bir şey olacağını düşünüyordu. Bilmediği şey ise hayatımın çok sıkıcı olduğu ve yapmak istediğim en son şeyin kendi hayatımı yazmak olduğuydu.

    Bunun yerine bende çevremdeki diğer kişiler ve gerçekte yaşanmamış olaylarla ilgili yazmaya başladım.Ve ömür boyu sürecek olan hikaye yazma tutkum böyle başladı. Yani hikaye yazmak en başından beri otobiyografik bir iz bırakmaktan ziyade başka hayatlara, başka olasılıklara transandantal bir yolculuk yapmaktı. Biraz sabırlı olan bir daire çizip tekrar bu noktaya geleceğim.

    Şimdi, o dönem bir şey daha gerçekleşti; annem diplomat oldu. Büyükannemin küçük batıl, ortasınıf muhitinden çıkıp tek türk olduğum zengin enternasyonel bir okulda buldum kendimi. Yabancı temsilci kavramıyla ilk burada tanıştım. Sınıfımızda her milletten çocuk vardı ve bu farklılık kozmopolitik, eşitlikçi sınıf demokrasisine neden olmadığı gibi onun yerine her çocuğun bir birey olarak görülmediği ve daha büyük bir şeyin temsilcisi olarak görüldüğü bir ortam oluşturuyordu.

    Birleşmiş milletler gibiydik ki bu ülkemiz ya da dinimizle ilgili bir olay olmadığı zamanlar eğlenceliydi de.

    Bunu temsil eden çocuk durmaksızın alaya alınıyor, dalga geçiliyor ve dışlanıyordu. Bunu biliyordum çünkü o okula başladığım dönem ülkemde bir askeri darbe oldu, milletimden silahlı birisi neredeyse Papayı öldürüyordu ve Türkiye Eurovizyon Şarkı Yarışmasında sıfır puan aldı!

    O günlerde okulu çok kırıyor ve bir gemici olmayı düşlüyordum. Kültürel stereotiplerle ilgili ilk deneyimimi de orada yaşadım. Diğer çocuklar bana seyretmediğim Gece Yarısı Ekspresi filmi hakkında soruyorlar, Türklerin hepsinin sigara tiryakisi olduğu zannıyla günde kaç tane sigara içtiğimi sorguluyor, kaç yaşımda başımı kapatacağımı merak ediyorlardı. Ülkemle ilgili üç stereotipin olduğunu öğrendim; politika, sigara ve başörtüsü .

    ispanyadan sonra Ürdün, Almanya ve tekrar Ankaraya gittik. Nereye gidersem gideyim yanımda götürebildiğim tek şeyin hayal gücüm olduğunu hissediyordum. Hikayeler bana normalde yoksun olduğum koruma, süreklilik ve tutarlılık hissi veriyordu.

    Yirmili yaşlarımın ortasında hayran olduğum istanbul a taşındım. Çok hareketli kozmopolit bir semtte yaşıyordum, bir çok hikayemi de burada yazdım. 1999 depreminde istanbuldaydım. Sabah saat 3 te binadan dışarı koştuğumda durmama sebep olacak bir manzarayla karşılaştım.

    Bir mahalle bakkalımız vardı, yaşlı ve aksi bir adam. Alkol satmaz ve marjinal tiplerle konuşmazdı. Uzun siyah saçlı, rimeli akmış bir travestinin yanında oturuyordu. Titreyen elleriyle bir paket sigarayı açtığını ve içinden bir tane çıkarıp ona uzattığını gözlemledim. Bugün aklımda depreme dair olan imaj bu. Kaldırımda yan yana sigara içen tutucu bir bakkal ve ağlayan bir travesti. Birkaç saatliğine de olsa ölümün ve yıkımın karşısında farklılıklarımız yok oldu ve bir olduk. Her zaman hikayelerin de bizim üzerimizde benzer etkilerinin olduğuna inandım. Hikayelerin bir deprem kadar etkili olduğunu söylemiyorum ama bir hikaye okurken küçük sıcak dairelerimizi geride bırakıp
    karanlığa çıkıyor ve daha önce tanışmadığımız ve belkide önyargılı olduğumuz kişilerle karşılaşıyoruz.

    Bundan kısa süre sonra Boston ve daha sonra da Michigan da bir kızlar kolejine başladım. Coğrafi bir değişiklikten çok dil ile ilgili bir değişim olarak yaşadım. ingilizce hikaye yazmaya başladım.Ben bir göçmen, kaçak ya da sürgün değilim. Bana neden diye soruyorlar, dillerin arasındaki ortaklık bana yenilenmem için fırsat sunuyor. Türkçe yazmayı seviyorum çünkü şairane ve duygusal buluyorum ve ingilizce yazmayı seviyorum çünkü çok matematiksel ve entelektüel. Yani, her dile farklı bir bağ hissediyorum. Dünya'da milyonlarca insan gibide ingilizce benim için de sonradan edinilmiş bir dil. Eğer bir dili sonradan öğrendiyseniz sürekli bir yetersizlik hissiniz olur ve sonradan öğrenen biri olarak her zaman daha çok şeyler söylemek, şaka yapmak, daha iyi şeyler söylemek isteriz ama hep daha azıyla kalırız.Akıl ve dil arasında bir ayrılık var ve bu ayrılık hep yakın ama korkmamayı becerebilirsek aynı anda stimüle edici de olabilir. işte Boston'da bunu keşf ettim, yetersizlik hissinin stimüle edici olduğunu.

    Bu aşamada hayatımın gidişatını artan bir endişeyle izleyen büyükannem acilen evlenip yerleşmem için dua etmeye başladı ve Allah'ın sevdiği bir kulu olduğu için de evlendim. Ama yerleşmek yerine Arizona'ya taşındım ve eşim de istanbul'da yaşadığı için bu birbirinden tamamen farklı iki şehir olan Arizona ve istanbul arasında gidip gelmeye başladım.

    Sanırım bir yanım fiziksel ve spiritüel olarak hep bir göçebe oldu. Hikayeler bana eşlik ediyor, bir zamk gibi parçalarımı ve hatıralarımı birarada tutuyor.

    Hikayeleri çok seviyorum ve son zamanlarda hikayelere hikaye olmasının dışında daha fazla anlam yüklendiğinde sihirini kaybettiklerini düşünüyorum ve bu beraber üzerinde düşünmekten hoşlandığım bir konu.

    ingilizce yazdığım ilk romanım Amerika'da yayınlandığında bir edebiyat eleştirmeninden ilginç bir yorum aldım. Kitabını beğendim ama daha farklı yazmış olmanı dilerdim dedi. Bununla ne demek istediğini sordum. O kadar çok ispanyol Amerikan karakter olmasına rağmen sadece bir tane Türk karakter var ve o da bir erkek cevabını verdi. Roman Boston'da bir üniversite kampüsünde geçiyor ve bu yüzden içinde türk karakterlerden çok enternasyonel karakterlerin olması benim için normal.

    Eleştirmenin ne umduğunu ve onu hayal kırıklığına uğratmaya devam edeceğimi anlamış oldum. Kitapta kimliğime dair bir iz bırakmamı, kendim gibi bir türk kadınını yazmamı bekliyordu.

    Çoklukla hikayelerin dünyayı nasıl değiştirdiğinden bahsederiz ama aynı anda dünya kimlik politikalarının okunan ve eleştirilen hikayeleri nasıl etkilediğini de görmeliyiz. Bir çok yazar bu baskıyı hissediyor ve bununla birlikte yazar dışındakiler daha da ağır. Benim gibi islam dünyasından bir kadın yazarsanız müslüman kadınların ve tercihen de mutsuz müslüman kadınların mutsuz hikayelerini yazmanız bekleniyor. Bilgilendirici, manasız ve karakteristik hikayeler yazmanız ve deneysel yenilikçi hikayeleri batılı meslektaşlarımıza bırakmamız bekleniyor.

    Çocukken Madrid'deki o okulda deneyimlediklerim bugün edebiyat dünyasında yaşanıyor. Yazarlar tek başlarına yaratıcı birer yazar olarak değil de kendi kültürlerinin temsilcileri gibi algılanıyor. Çin'den birkaç yazar, Türkiye'den birkaç yazar, Nijerya'dan birkaç yazar. Hepimizin garip olmasa da farklı bir özelliğinin olduğu düşünülüyor.

    Yazar James Baldwin'e 1984 verdiği bir röportajda sürekli olarak eşcinselliğiyle ilgili sorular soruluyordu ve röportajı yapan kişi Baldwin'i eşcinsel bir yazar olarak tasnif etmek istediğinde Baldwin durdu ve bende olup ta başkasında olmayan ve başkasında olupta bende olmayan hiçbirşeyin olmadığını görmüyormusun dedi. Bizi etiketlemek istediklerinde hayal kurma özgürlüğümüz tehlikeye giriyor.

    Çokkültürlü edebiyat diye adlandırılan ve batı dünyasının dışındaki diğer yazarların toplandığı bir kategori var. Yaklaşık 10 yıl önce Harvard'daki ilk çokkültürlü okumamı hatırlıyorum. Bir Filipinli, bir Türk ve bir
    Endonezya'lı yazardık, şaka gibi. Biraraya getirilmemizin nedeni ise aynı sanat tarzını ya da edebi deneyimi paylaşmamız değil sadece pasaportlarımızdı.

    Çokkültürlü yazarlardan beklenen gerçeğe dayanan hikayeler anlatmaları hayal mahsulu değil. Bu şekilde işlev kurguya yükleniyor. Sadece yazarların kendisi değil kurguladıları karakterler de daha büyük bir şeyin temsilcisi oluyorlar. Hemen şunu eklemeliyim ki bir hikayeyi hikayeden daha fazla görme eğilimi sadece batıdan değil her yerde var ve ben bunu 2005 senesinde bir romanda kurguladığım karakterlerin söyledikleri yüzünden yargılandığımda deneyimledim.

    Bir kadın gözüyle bir Ermeni ve bir Türk ailesiyle ilgili yapıcı bir roman yazmayı amaçlamıştım. Dava açılmasıyla küçük hikayem büyük bir soruna dönüştü. Kimileri eleştirdi kimileri Türk-Ermeni sorunu hakkında yazdığım
    için övdüler. Zaman oldu her iki tarafa da bunun kurgu, sadece bir hikaye olduğunu hatırlatmak istedim ve sadece bir hikaye derken yapıtımı küçümsemeye çalışmak için söylemiyorum. Hikayeleri hikaye oldukları için sevmek ve övmek istiyorum kilometre taşları oldukları için değil.

    Yazarlar politik görüşlerine bağlı değildir ve iyi politik romanlar da var ama hikayelerin dili günlük politika dili değil. Çehov bir sorunun çözümü ve bir soruyu yöneltmenin tamamen iki farklı şeyler olduğu ve sadece ikincisinin sanatçının sorumluluğu olduğunu söylüyor. Kimlik politikası bizi ayırır, kurgu bağlar.Biri genellemeler, diğeri nüanslarla ilgilenir. Biri sınır çizer, diğeri sınır tanımaz. Kimlik politikası sert tuğlalardan yapılmıştır, hikaye akan su.

    Osmanlı döneminde meddah denilen hikaye anlatıcılar vardı. Kahvehanelere gider ve dinleyiciler önünde, çoğu zaman da doğaçlama hikayeler anlatırlar ve her yeni kişiye karakterize ederken sesini değiştirirlerdi. Herkes gidip dinleyebilirdi. Halk ve padişah, müslümanlar ve gayrimüslimler. Ortadoğu, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Asya'da çok popüler olan Nasreddin Hoca'nın hikayelerinin yaptığı gibi sınırları yıkıyorlardı.

    Bugün de hikayeler sınırları devam ediyor. Filistinli ve israilli politikacılar konuşurken genelde birbirlerini dinlemiyorlar. Ama bir Filistinli Yahudi bir yazarın kitabinı okuyor ve tam tersi, iletişime geçip hikayeciyle empati kuruyorlar. Edebiyat bizi bunun ötesine götürmeli eğer bunu yapamıyorsa iyi edebiyat değildir.

    Kitaplar bir zamanlar olduğum içe dönük ve çekingen çocuğu korudular ama bununla birlikte onları putlaştırmanın tehlikesinin de farkındayım. Şair ve sufi Mevlana mürşidi Şems Tebriziyle karşılaştığında Şems'in ilk yaptığı şeylerden birisi Mevlana'nın kitaplarını denize atmaktı. Sufiler kişiyi benliğinin ötesine götürmeyen bilginin cahillikten çok daha kötü olduğunu söylerler.

    Bugünün kültür gettosunun sorunu bilgi eksikliği değil birbirimizi biliyoruz ya da öyle olduğunu düşünüyoruz ama bizi ileriye götürmeyen bilgi bizi kibirli, mesafeli ve tutarsız yapıyor. Sevdiğim bir mecaz var; pergelle çizmek. Bildiğiniz gibi pergelin bir ayağı merkezde sabit dururken diğeri sürekli hareket ederek daire çiziyor. Benim hikayelerim de aynı şekilde, bir tarafı sağlam türk kökleriyle istanbul'a yerleşmiş ama diğer tarafı farklı kültürlere bağlanarak dünyayı geziyor. Bu bağlamda hikayelerimi lokal ve evrensel olarak, oradan buradan düşünmek hoşuma gidiyor.

    içinizden istanbul'a gidenler muhtemelen 400 seneden fazla zaman Osmanlı Padişahlarının rezidansı olan Topkapı Sarayını görmüştür. Sarayın içinde gözde cariyelerin meskenlerinin hemen dışında binaların arasında ''cinlerin toplanma yeri'' denilen bir alan vardır. Bu kavram beni ürkütüyor, genelde bir şeylerin arasına düşen şeylere güvenemez, bunları dumansız ateşten oluşmuş ve vesvesenin simgesi olan cinler gibi doğaüstü yaratıkların alanı olarak görürüz ama
    burada demek istediğim belkide yazarların en çok ihtiyacı olan şey vesvesedir.

    Hikaye yazarken vesveseyi ve değişilebilirliği besliyorum. 10 sayfa sonra neyin olacağını bilmek hoşuma gitmiyor, karakterlerimin beni şaşırtması hoşuma gidiyor. Bir romanımda müslüman bir kadın hakkında yazabilirim ve belki çok mutlu bir hikaye de olabilir ve bir sonraki kitabımda Norveç'te yakışıklı eşcinsel bir profesörü yazarım. içimizden geldiği sürece herşey hakkında yazabiliriz.

    Audrey Lorde bir keresinde bize düşünüyorum öyleyse varım dememiz söylendi onun ortaya attığı ise hissediyorum öyleyse özgürüm demekti. Bence bu muhteşem bir paradigma değişikliği ve buna rağmen neden yaratıcılık kurslarında öğrencilerimize ilk öğrettiğimiz bildiklerini yazmaları, belki de bu bir sohbet başlatmanın en iyi yolu değildir. Hayal ve edebiyat kim olduğumuz, ne bildiğimiz ya da kimliğimizle ilgili olmak zorunda değil.

    Gençlere ve kendimize öğretmemiz gereken kalplerimizi genişletmemiz, neler hissedebileceğimizi yazmamız ve kültürel gettomuzdan çıkamız gerektiği. Sonuçta hikayeler dönen dervişler gibi daire üstüne daire çiziyor. Kimlik politikalarına rağmen bütün insanlığı birbirine bağlıyor ve bu da güzel haber.

    Bir sufi şiiriyle bitirmek istiyorum.

    Gelin tanış olalım,
    işi kolay kılalım,
    Sevelim sevilelim,
    Bu dünya kimseye kalmaz.

    Teşekkür ederim.

    Elif Şafak

    TED 2010
    4 ...
  16. 391.
  17. 390.
  18. aşkı mükemmel anlatan bir bayan yazar...
    0 ...
  19. 389.
  20. Aşk adlı romanıyla kasıp kavuran yazar.
    (bkz: hatun aşmış)
    1 ...
  21. 388.
  22. http://www.ted.com/talks/..._politics_of_fiction.html
    konuşması ile beni gurulandıran insan. kitabını okumuşluğum yoktur, adını sadece duymuşluğum vardır. ama konuşması ve kendine olan özgüveni ile beğenimi kazanmıştır.
    1 ...
  23. 387.
  24. benim sözüm değil ama bu kişi için uygun olacak: fevkaladenin fevkinde.
    not: sözün kime ait olduğunu biliyorsunuz zaten.
    2 ...
  25. 386.
  26. bana prensip bozduran ve korsan kitap almama sebep olan yazar.

    malum elif şafak aşk isimli bir kitap yazdı. kitabın kapak rengi pembeydi. ama hangi akla hizmeten yaptı bilinmez bir de gri renklisini bastırdı ve piyasaya sürdü. sonra da televizyonlarda demeç verip gri renklisini erkekler için bastırdım dedi.

    fakat erkek milleti bu kadar salak mı elif hanım? pembe renkli kitap alınca ibne mi olacaz yani. o kadar sığ mı düşünüyoruz bizler? gurur yaptım tabi ve ille de pembesini alacam diye tutturdum. ama piyasada pembe kitap yok. çoktan bitip tükenmiş. zaten kitabın orjinali pembe ise nasibim de pembedir mutlaka. nasibimi bulmam şart. zaten kitap ilahi aşkı anlatıyor. tasavvufi yönü ağır basıyor yani. vardır pembede bir hikmet dedim ve ankara kazan ben kepçe kitabı aradım. sonunda olgunlar sokakta buldum.

    kitabı 10 tl'ye aldım. gerçi pek içime sinmedi korsan olma ihtimali var diye. ama gene de elif şafak beni aptal yerine koyamadı. (şaka yapıyorum tabi, kendimi salak gibi hissediyorum korsan kitap alma gafletinde bulunduğum için.)
    1 ...
  27. 385.
  28. siyasi düşüncesi ne olursa olsun,insanlar ne derse desin AŞK kitabı mutlaka okunmalı elif şafak ın.elimden düşüremedim iki gün boyunca kitabı.tek okumada sadece hayran oluyorsunuz kitaba..anlayabilmek için en az bir kere daha okumanız gerekiyor.ne zaman okursanız okuyun ilginizi heyecanınızı kaybetmeden okuyabiliceğiniz,her seferinde sizi bu dünyadan alıp derinlerde bir yere götürecek bi kitap.bu kitap satesinde mevlana ve şem-i tebriz'i tanıdım.hayatı ne kadar boş yere anlamsız yere yaşadığımızı gösteriyor kitap.günlük olaylarla saçma sapan hırslarla savrulup duruyoruz yaşamda.geçmişimizi bir yük gibi omuzlarımızda taşıyarak,geleceğimizi ise kaygılarla düşünüp olumsuzluklara yorup,bugünü aldırmadan yaşayıp gidiyoruz.tüm bunları sorgulatan elif şafak kitabı tasavvufa merak sardırtıyor:ONDÖRDÜNCÜKURAL: Hakkın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın.Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını
    Şeriat der ki:Seninki senin, benimki benim

    Tarikat der ki:Seninki senin, benimki de senin

    Marifet der ki:Ne benimki var, ne seninki

    Hakikat der ki:Ne sen varsın, ne ben
    #
    0 ...
  29. 384.
  30. dehşetengiz kitapların sahibi. mahremden sonra ölmek istediğim, kıskandığım, beni bu uçuruma sürükleyen yine de bana bir uçurtma yapıp hayata geri döndüren hatun. daha uzun muhabbet edebilme imkanına sahip olabilseydim nidalarımı duymasını dilediğim mükemmel insan.
    1 ...
  31. 383.
  32. kitaplarında anlatacak az şeyi olduğundan mıdır gereksiz laf kalabalığı yapan yeni nesil yazar.şimdiye kadar sıkılmadan bitirebildiğim bir kitabı yok.
    1 ...
  33. 382.
  34. bir romanında hazreti mevlana'ya domates yedirdi diye murat bardakçı tarafından eleştirilmişti. oysa bunda tuhaf bir şey yok bence. (bkz: domates)
    0 ...
  35. 381.
  36. aşk kitabından dolayı şems'e telif tazmini zorunda kalması gereken yazar. . .
    0 ...
  37. 380.
  38. kitaplarında gereğinden fazla laf kalabalığı yaptığını düşündüğüm yazar. Samimiyetsizlik var anlatımında. yani bir roman sıcaklığı yok.
    5 ...
  39. 379.
  40. baba ve piç kitabının okunmasını tavsiye ederim.
    1 ...
  41. 378.
  42. dramatik yazarlık bölümünde, çokca çakması bulunan yazar.
    0 ...
  43. 377.
  44. --spoiler--
    Farkında mısınız? iki kadın mağdur edildi, ediliyor. Biri Deniz Baykal'ın hayat arkadaşı Olcay Hanım, diğeri Nesrin Hanım. Eminim ki her ikisi de özel hayatlarının üzerine titreyen insanlardır. Eminim ki her ikisi de her şeyden evvel yuvalarını, çocuklarını, ailelerini korumak istiyorlar.
    Politikaya atılmak dünyanın en zor kararlarından biri. Özellikle bir kadın için. Bilhassa siyasetin "erkek işi" olduğu Türkiye'de. Ben Nesrin Hanım'ı tanımıyorum. Siyasi çizgisini yakın bulurum bulmam, apayrı mesele. Ama onun gibi çalışkan, azimli, kararlı kadınlara Türk siyasetinin çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
    --spoiler--
    şeklinde talihsiz açıklama yapmak suretiyle hakkında beslediğim tüm samimi düşünceleri alaboraya uğratmış yazar. olcay hanım konusunda kendisi ile hem fikir olmakla beraber nesrin baytok gibi birinin mağdur edildiğini düşünmem mümkün değil. hele ki kaset yalanlanmadıktan sonra. vücudunu teşhir edip bacak aralarını salyalı, göbekli godamanlara peşkeş çekerek şöhret olma peşinde koşan kadınlara, aynı usulden siyasi kariyer elde etme sevdalıları da katıldı maalesef.
    1 ...
  45. 376.
  46. Daha önce hiç kitabını okumama rağmen bir çırpıda bitirdiğim "Aşk" romanından sonra diğer kitaplarını da merak ettiğim yazar. Herkesin kitap seçme imkanı var,isteyen istediğini okur,süpermarketlerde satılan bir kitabın insanları nasıl bu kadar rahatsız ettiğini anlamak zor geliyor bana. "Aşk" ister tamamen kurgu ister gerçeğe dayalı roman olsun,kütüphanenizde bulunması gereken bir kitap.
    2 ...
  47. 375.
  48. (bkz: moda)

    ilahî aşkı anlattığı romanı, ateistlerin teistleşmesi, yani sözüm ona doğru yolu bulması için şifa niyetine önerilen yazar. tanıdığım bazı teistlerin demesine göre gönül gözünü açıyormuş. iyi de biz onun orijinalinde süzeli çok oldu. aslı dururken fotokopisinde süzülmüş teistlere, aslını önererek amme hizmetinde bulunayım bari...

    (bkz: aşk peygamberi)

    ayrıca başta da belirttiğim gibi pek bir moda oldu bu kadını okumak. elbette okunabilir ama önce "türklüğe lâf ettirmem" deyip, sonra bu kadının hayranı kesilenlere hayret ediyorum. türklüğü aşağılamış söylemleri, ermeni diasporasını palazlandırmış beyanatları var. bu kadar mı balık hafızalısınız yahu!?

    (bkz: iki dakika tutarlı olun)
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük