Gün günden odamın şeklini alıyorum
işliyorum bu iniltili varlığı yeniden
Kim bilir, duyuyorum yazgısını belki de
Kuru bir dal parçasını içinden yiye yiye
Dal olan bir böceğin
O garip yazgısını
Bir hüzün kaç kişinin hüznü olurdu
Çıkarsak toplamak yerine
Her hüzün başka türlü olurdu
Ne yaparsan yap saati kurma
Öyle dağıldık ki hepimiz
Her günün geçmesi bir gerçek oluyor
Seninle her uzaklık gibi böyle...
''Müthiş sıkılıyorum. Daha kötüsü, insanlardan soğuyorum galiba. Oysa ben onlarsız, onlara güvenmeden edemem. Ama elimden ne gelir.? Sevgiden, yakınlıktan, insanca davranmaktan anlayanlar o kadar az ki. Büsbütün kabalaşmaktansa, uzaklara gitmek daha iyi.''
Pek severim Edip Cansever'i. Çok. Pek çok.
Bu yüzdendir 'Çağrılmayan Yakup, istenmeyen Yusuf ve Yerçekimli Karanfil olarak 'Bir Edip Cansever Portresi'ni dilendirmem, paylaşmam....
Onun poetikasının izleri ve tesirleri tasavvur ve tahayyül alemimin puslu labirentlerinde, belleğimin tekinsiz mahzenlerinde mahfuzdur. O izlerin ve tesirlerin peşinden 'Stalker' misali gittim ve aşağıdaki ihtiram ve muhabbet metni çıktı ortaya.
Metnin biyografik kısmı (bakınız 2 numerolu bölüm) belgelidir, dokümanteridir.
3. başlık ve sonrasına gelince....
Oralarda istimal edilen lâkırdı her ne kadar şairin müktesebatından ve poetik mirasından beslenmiş olmaklığı bakımdan Edip Cansever'e borçluysa da çokça, yine de, temelde bu satırların müellifinin şahsi sayıklamaları, subjektif hezeyanlarıdır, Cansever'i bağlamaz.
2. Şairin biyografisi
Edip Cansever, (8 Ağustos 1928 – 28 Mayıs 1986) ikinci Yeni akımının en önemli şairlerindendir. istanbul Erkek Lisesi’ni bitiren Cansever, hemen akabinde babası Fazlı Cansever'in Kapalıçarşı’daki antikacı dükkânında hatıra eşyaları, turistik materyeller ve halı ticaretine başladı.
Bundan sonrasını, Edip Cansever'in, 22 Ocak 1979 tarihli Milliyet Sanat Dergisi'nin 307. sayısında yer alan biyografisinden okuyalım:
'1954 yılında çıkan büyük Kapalıçarşı yangınında dükkânım tamamen yandı. Sigortadan aldığım para, yeniden bir işyeri açamayacak kadar azdı. Günler, haftalar geçti. Sonunda bir dükkân buldumsa da, dükkânın satış değeri elimdeki paranın hemen hemen iki katıydı. Kendime bir ortak aradım. Buldum da. Her neyse, küçük bir anaparayla dükkânı açtık. Yeniden bir geçim yolu tutturmak önemliydi elbette. Ama daha önemlisi şuydu: Birkaç ay sonra ortağım bana, alım satımla kendisinin uğraşabileceğini, benimse yukarıdaki asma katta istediğim gibi çalışabileceğimi, saatlerimin de kısıtlı olmadığını müjdeledi. işte, kitaplarımdan dokuzunu bu asma katta yazdım. Tam yirmi yıl. Bugün düşünüyorum da, ya o yangın olmasaydı? (i).
Kapalıçarşı'daki ikinci dükkânın asma katı, genç Cansever'in 20 yıl boyunca hayatının önemlice bir kısmını geçireceği ve tam 9 kitabının ortaya çıkmasına beşiklik edecek olan mekân olacaktı. O, nadiren de olsa, babasından gördüğü gibi, dükkânın gündelik ticari rutinini idare edecek ve ama çoğunlukla da, ortağının dükkândaki bütün yükü omuzlaması sayesinde, kendisini tamamen şiir yazmaya adayacaktı.
Bu arada, şu detayı da paylaşmak yararlı olacaktır. Edip Cansever, kısa bir süre yoğunlaştığı ticaret hayatında da yaratıcı olmasını bilmiş, babasından devraldığı işi çeşitlendirmiş; farklı nedenlerle kutlama organizasyonları düzenleyen kişi ve kurumlarla, Yeşilçam bünyesindeki film yapım şirketlerine, ihtiyaç duydukları dekor, aksesuar ve elbiseleri de kiralamaya başlayarak yeni bir iş alanının öncülerinden olmuştu.
ilk şiirini 1944’de, lise son sınıftayken yayınlayan şair, 1976’da ticareti terk edip kendisini tamamen şiire adayana değin adeta ‘part – time şair’lik yaptı. ikinci Yeni akımının kurucu figürlerinden olan bu ‘part – time şair’in, şiirimizin soy kütüğüne eklediği opus magnum’unun en sıra dışı dizeleri 1950’liler ve 1960’larda yazılmıştır. Sadece yazdığı benzersiz şiirleriyle değil; güncel sanat, edebiyat, şiir, memleket ve dünya meselelerine verdiği tepkileri ve bunlara karşı aldığı duruşlarıyla da kamuoyunun dikkatini çekmeyi başaran Cansever, cumhuriyet dönemi modern Türk şiirinin hiç kuşku yok ki en sıra dışı olmayı başarabilmiş uç beylerindendir (ii).
Edip Cansever'in, önceleri babasıyla birlikte, ardından da, yanana değin, kısa bir süreliğine tek başına işlettiği Kapalıçarşı'daki ilk dükkânına ait bir ilânda şunlar yazıyordu:
'Edip Cansever Fazlı Cansever'in mahdumu Maison des Antiques Kapalıçarşı, Takkeciler Sok, no. 52-64 Grand Bazar, Rue Takkedjiler 52-64 tel: 27657 sicil: 38159
istanbul tiyatrolar, balolar, müsamereler, filmler,için her nevi elbise bulunur ve kira ile verilir. antika ve işlemeli parçalar, peşkirler, çevreler, kumaş ve sevai entariler, şalvarlar, cepkenler, işlemeli yorganlar, bohçalar, seccadeler, şal. ayrıca bilecik, broş, kolye, küpe, pipo, fildişi, gümüş ve bakır işleri' (iii), (iv).
3. prolegomenon
kapalıçarşı'da bir tecimevinde edip cansever, asma katta, şiir yazıyor. dükkân babadan miras; halı, antika eşya, mücevher, elbise falan satılıyor.
antika eşya, en çok da halı satıyorlardı alt katta ortağıyla, ki, simsarlardandılar; adsız kadınların, mecalsiz kızların ırak ilmiklerini, yüreklerinden içre gizli tilciklerini meçhul adreslere pazarlayanlardandılar. simsarlara inat, inat dokumacılara; bir dükkân, bir asma kat ve nihayet bir şairdiler. varoluşu ve hâli ve Ben'i ören ve görenlerdendiler. ki, ölüyordu şair, soylu ve epey ergüvani; biliyordu sanki Şuur'un ve Şiir'in kuvantum hal denklemini. biliyordu ki edip cansever olan oluyordu.
4. şiirin kuantum hal denklemi
onlar sanki biliyordular!
bir süperpozisyondan bu hale çökmenin tekil indirgenmişliğini işte belki anlıyordular.
5. metafizik bir tansiyon
içinden hiçliğin yürüyordu imkâna, yürüyordu bir mutlak vakumdan olacak olana cansever. sevabının allâmesi bir tahrir kâtibiydi zirâ; hayatını damıtıp şuuru dokuyordu. 'aslolan şiirdir' idi amentüsü, tenhaydı epey etrafı; ağyarını mani, efradını cami meçhuller yaratması bundandı. bakın bu imkânsız mekândan doğan imkâna ve alın bunu alın diyordu bir 'hiç kimse'ye. ıssızdı, 'yalnızlık böyledir işte' dedirten bir hayatı vardı ve yalnızca yazıydı. şiiristanda kalabalıktı çok ama, tebâsı metaforlardan mürekkep olan bir muhteşem ve murassa sultandı.
şiire âşina olmayan hayatları yaşayanlar ve cansever, köşelerinde bir mekânın öylece duran gramofonlardandılar. onlar, durmadan konuşup duran, lâkin birbirleriyle asla konuşamayacak olanlardandılar. birbirlerini; oh, evet bu çok acı, ama, derin hakikat ne yazık ki bu, ki, asla duyamayacaklardandılar.
6. teolojik bir stres
cehennem alevlerinde közlenen günahların kokularıydı duyduğu ve cennet bahçelerinden yayılan kutsal yemişlerin rayihaları. o gramofonlar, o mukaddes yemişler ve o rayihalar, işte onlar birbirlerini duyanlardan ve çağrılanlardandılar.
kurbağalara bakmaktan gelendi o, yakup'tu ve şaşırmıştı, o kelimelerle zevkedendi. kalabalıktılar çünkü çok ve şamatacı ve biraz mordular kurbağalar ve sanki yakup demek ister gibi vraklıyordular. her türlü çağrılmanın tabii hali ve ama hiç çağrılmamaya mecbur yakup’a ‘yakup!’ diye bağırmaya yazgılıydılar. o kurbağalar ki daima mor ve gürültücü ve çoktular.
şiirin modus operandisiydi ve cansever’i ve nihayet yakup diye çağrılmaktan kesince ümidi, yusuf seslenişine naçâr icabet etti. icatlar yapıyordu kelimelerden ve ipekten, mecburen yusuf davetine icabet etti. hiç yürüyen merdiven kullanmadı o, yakup'tu, çağrılmazdı ve tahtaboşlara yazılıydı adı ve trabzanlara ve taş sahanlıklara. alınlıklara alınanlardılar Yakup ve kurbağalardılar ve yürümeyen merdivenlerde yürüyen metal avadanlıklar.
7. dirimbilim versus iktisadiyat
kurbağalardan başka kimse yakup demeyince cansever, nihayet, dedim ya, yusuf’a icabet etti. varlığın ve ademin ve şiirin kımıldamaya doğru içinde bir bengi uyum ki bu müthişti. bir mekânsızlığın şaire doğru içinde bir imkânsızlığı seyreden bir müfettişti. dokudular halıları kadınlar ve sattılar simsarlar ve nihayet bidayetten beri cansever bütün ilmikleri teftiş etti.
yusuf diye çağrılan yakup’tu o, cansever’di, teftiş ettiği ilmiklerden damıttığı kelimelerle bir metafiziği resmetti. bidayetten nihayete kadar cansever, yani yakup'tan yasef'a ve tabii matla'dan makta'ya; feshetti hep ve hem kendini fethetti.
8. 'bir cosmic tarih'
'döngüsel midir olan biten' dedi ve ekledi herodotos 'yoksa çizgisel mi ve evrensel bir töz mü taşır; ne gam!? ilmik ilmik beni kim dokuyor, kim ardından kesecek o son ipliği, mesele bu!' kadîm bir dokumacı kadın (halikarnassos'lu o kör hikâyeci gibiydi; âmâ, görüyor ama) işte o son ilmiği attı. o son ilmik ki, bir iplikle yusuf diye çağrılan yakup’un göğsüne, tam da kalbinin üstündeki karanfiline irtibatlı ve yerçekimli.
kader böyle bir şey dedi âmâ dokumacı, bitti sanılır, oysa bir ipliği kesince başlar her şey. iplik kopunca dokumacıyla dokuduğunun irtibatı aslında gizlice sürer gider. dokuyan, dokuduğunda bütün olan biteni bilin ki biteviye izler.
9. epilogue
ve yâkup ve yusuf ve yerçekimli karanfil ve edip ve omega idi can sever. kesildi işte o iplik ve aniden alemdeki her şey seslenmeye başladı birden: 'çağrılansın yâkup, istenensin yâkup, sevilensin yâkup!'. gülümsediler hep beraber yusuf ve yâkup ve yerçekimli karanfil ve mukaddes yemişler ve o mor kurbağalar bir de.
gülümsedi edip. gülümsediler o ana değin gülümsemekten imtina edenler. gülümsediler, zirâ bütün o şiiri bir gülümsemeye muhatap olabilmek adına söylemiştiler.
ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
benim atım her zaman
kim bilir kime sesleniyorum, sessizlik
yosunlar, taşlar, o mezar yazıtlarından yaz gelmiş, zakkumlar acmış, elimi bile süremedim
sürsem bile ne çıkar, ama sürmedim
ölü bir şey kalıyor dünyadan, yapraklardan
ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
benim atım her zaman *
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
Ve yarışırsa ancak Monet'nin
Kadınlarına yaraşan giysilerinle
Gördüm de Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
Öyle kısaydı ki adımların
Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
Ölçülür ve denk düşerdi ancak
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Yok bir yanıtın "nereye" diyenlere
Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
O bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
Sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
Yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
Hani Etiler'den Hisar'a insek bile
Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
Çok yaşında her zamanki çocuksun gene
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.
-gulmek bir halk guluyorsa gulmektir.
edip cansever-mendilimde kan sesleri
neyi anlatayım edip abi? o cok inandıgım dagların kac defa sehre indigini mi? yolları camurdan, insanların camurdan oldugunu mu? dustugunde tekme atmak icin sıraya girdiklerini mi? neyi anlatayım? beyoglu nun eski beyoglu olmadıgını mı? her seyin gidici ve gecici olduguna inanmamızı istemelerini mi? insanların kotu, benim yıkık oldugumu mu?
avcunu yalarsın. anlatmıcam.
sıla-yalın calıyor su an evde. ver o zaman gomleklerimi. karanfillli bir purom var. onu tutturuyorum. sutlu filtre kahve iciyorum. sabah 1:30 civarı. uykudan yeni uyanmısım. bende hep inadına umut:) kendime caldıgım bi bes dakika bile o kadar degerli ve umut dolu ki..
-beni yıldıramazsın. beni yenemezsin. yok oyle karanlıkları baglanmak, aynı gokyuzu altında bir umuttur yasamak!
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
ve yarışırsa ancak monet'nin
kadınlarına yaraşan giysilerinle
gördüm de
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
öyle kısaydı ki adımların
şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
ölçülür ve denk düşerdi ancak
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
yok bir yanıtın "nereye" diyenlere
bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
o bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
hani etiler'den hisar'a insek bile
bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
çok yaşında her zamanki çocuksun gene
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar
mutfağın mutfak olalı böyle
bir adın vardı senin, tomris uyar'dı
adını yenile bu yıl, ama bak tomris uyar olsun gene
ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
oysa güneş pek batmadı senin evinde
söyle
ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.