kişisel fikriyatı sade bir yalınlıkla bu ortama akıtabılmemız lazım. düşünmek insanın yalın halidir. saf ve eylemsiz bir kafa yorma biçimidir. başlık her ne kadar halil cibranın bir şiiri adına açılmış olsa da ben ce iletebileceğimiz şeyler kendi öz fikriyatımız olmalı.
insanları tedirgin eden , olan biten değil, olan bitenle ilgili inandıkları.
bir insanın bildiğini zannetiği bir şeyi, öğrenmesi imkansızdır.
kader önünde sonunda öyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar. görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. bunu bilen adam kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz, kimsenin arkasından konuşmaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz. bunu bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz. önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından başka bir şey olmadığını bilir.
hayatında olup biten şeylerin, dilediğin şekilde olmasını isteme: nasıl oluyorlarsa, öyle olmalarını iste. böylece her zaman mutlu olursun.
olaylar önemli değildir; onları algılayışımız önemlidir
felsefede, politikada, edebiyatta ya da herhangi bir sanatta olağanüstü olan tüm insanlar, melankoliktir.
kendinin efendisi olmayan hiç kimse özgür değildir.
insanın yüzüne yansırlar. benim gibi akıllı ve zeki insanlar dışarıdan baktığında şak diye anlarlar bunları. kah kah kahkaha. özellikle gözler, çevresi ve tavırlar ihaneti, saflığı, yalanı, şaşkınlığı, tepkisizliği, kandırıkçılığı, enayiliği resmeder. resimden anlayan, insanların yüzüne yeterince bakabilen*, gerçeklerle yüzleşmeye cesareti olan insanlar bunları anlayabilirler. bazı medyum kılıklı ibneler yeterince odaklanıp beyindeki titreşimlerden, elektromanyetik dalgalardan falan bişeylerden düşünceleri algılayabiliyorlarmış. amk heroes'ları ya. öylesi bence çok zevksiz ve kesin olur. olmaz. insan bunlardan ibaret işte hep.
düşünceleri çok severim. insanlar konuşurken kelimeleri istediği gibi kullanabilir ama düşünürken kontrol kendinde olmaz o yüzden asıl psikolojisi asıl düşünceleri ortaya çıkar ve düşüncelere kilit vurulamaz bu da güzel bir şeydir. bazen kendini düşüncelere bırakmak bir keşif niteliğine ulaşır zihnin içini keşfetmek.
Selamlar. Kafamdakileri hangi başlığa sokmam gerektiğini bilemediğim için bu başlık altında kafamı boşaltmak istedim. Yani bunun bir miktar subjektif bir yazı olabileceğini söylemeliyim sanırım.
Bugün annemle konuşurken bana şunu söyledi "eskiden babasından orkid almasını isteyen kızlar vardı. Sen de onlar gibisin."
Temelde bu cümlenin öznesi olan kızlara benzetilmek beni gururlandırabilirdi açıkcası. Fakat bunu söyleyen kişinin annem olması beni yaraladı çünkü kendisi bu fikrin ya da bu kızların eleştirisini yapmak için böyle bir cümle kurdu. Bu utanç duymamız gereken bir şey mi sorusunu da evet diye cevapladı ne yazık ki.
Ben çıktığı kabuğu beğenmeyen bir kestane değilim. Kestane yemeye bayılırım fakat bu kestane ben değilim.
Önceden içimdeki düşünceleri yaşıma ya da ergenliğime bağlardım içinde büyüdüğüm aile yapısı sebebiyle. Artık aynı fikirde değilim. Çünkü evet düşüncelerine saygı duymakla beraber artık onay almayan düşüncelerimin "ergenliğim"den olmadığını biliyorum. Belli noktalarda düşüncelerimin yanlış olmadığını da biliyorum.
Kimilerine göre "doğru" kitapları okumuyor olmak kafanın içini boş bilgilerle doldurmak anlamına geliyor. Her kitapta doğru şeyler yazılmadığını biliyorum, ama her kitabın insana elbet farklı bir bakış açısı sunacağı gerçeğine inandım. Yani insana bir şeyler katmayacak bir kitap olmadığını düşünüyorum kendimce.
Eskiden ailemizi seçemeyeceğimiz düşüncesi beni üzerken şu an her ailenin bir yerde hoşgörüyle karşılanması gereken insanlardan oluştuğunu düşünüyorum. Evet ailemi seçemem ya da değiştiremem. Aslında artık şu var: ailemi değiştirmek istemem. Seçimleri ne olursa olsun onlar benim kanım. Bu bağnazca bir bağlılık değil. Bir yerde doğmuş olmanın gerektirdiği milliyetçi bir düşünce değil. Bu daha çok verdikleri şey ne olursa olsun arkasında bir art niyet olmadığını düşünmenin getirdiği bir bağlılık. Ayağım taşa değse üzüleceğini bildiğim insanlara duyduğum bir sevgi.
Gel gelelim kendi ailelerinden ve yetiştirilme biçimlerinde maruz kaldıkları baskılar ya da yaşantılarının yeni bir aile kurarken onlarla gelmesinin üzüntüsü. Annemin dedemin yanlış davranışlarının onu etkileyen kısımlarını ağlayarak anlattığı hikayeler. Ve bir yolculuk öncesi "bunlar bunlar olmasaydı belki ben de senin gibi olurdum" şeklinde kurduğu cümleler.
Garip bir şekilde eleştirisini yaptığımız eylemlerden kurtulamıyoruz kendimize ait yeni fikirleri oluştururken. insan devamlı kendi kuyruğunu yemeye çalışan yılan gibi hatalarında tekrara düşüyor çünkü içimize işleyen bazı şeyler kafamızın içerisinde arka planda oynamaktan asla vazgeçmiyor.
Savunduğumuz görüş her ne olursa olsun, iş yeni bir birey yetiştirmeye geldiğinde kendi kafamızdaki düşünceleri aşılamak durumunda hissediyoruz kendimizi. Bu bize işlenen yanlış düşüncenin tam tersi şeklinde olsa da yaşanan süreç her şekilde aynı.
Yetiştirilme biçimimden dolayı zıtlaştığım ve içimde öfke duyduğum bazı fikirler var. Aynısını kendi çocuğum yaşamasın diye ona uygulayacağım bir farklı baskının aslında kaçındığım şeyin tıpa tıp aynısı olmasından çekiniyorum.
Ne yazık ki geriye dönüşü olmayan bir zaman dilimi sunulmuş önümüze. Geçirdiğimiz yıllar ve yanlışlar asla geriye sarılamayacak. Atılacak her adım önem arz ediyor. Kendimizi ya da karşımızdakini kırıp kırmama arasında gidip geliyoruz. Sonuçta kırılmayan hiçbir şey kalmıyor yaşantımızda. Entropi tam da bunu gerektiriyor. Sonsuz bir yok oluşa doğru sürükleniyoruz.
Her düşünceye kucak açmak, ama kendi hayatını emin adımlarla çizmek gerçekten dünyanın en zahmetli eylemi.
Düşüncelerim, nereye çıkacağını bilmediğim şekilde birbirine eklenerek bir çığ gibi büyüyor. Çabam, artık yanlış adımlar atmamak üzerine.
Sanırım tam da bu yüzden her doğruyu bilmeye çabalamak, ama her doğruyu her yerde söylememek gerekiyor.