bugün

Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
içimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
insan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince istanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
işçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
işte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

(bkz: edip cansever)
(bkz: mendilimde kan sesleri)
Can Yücel 'den :

seneler geçsin, sen beni bil, ben seni bileyim istiyorum.
benim olduğu kadar dostlarının,
dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum.
nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.
yaşayalım ki, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı.
birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız.
paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız.
öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.
güzel günlerimizi, evimizde bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız.
yada bazen dostlarla ucuz biralar içerek...
böylece yaşamalıyız işte.
sonra çocuğumuz olmalı,
düşünsene senin ve benim olan bir canlı.
geceleri ağladıkça sırayla susturmalıyız.
sen arada mızıkçılık yapmalısın ve ben söylenerek almalıyım sıranı.
yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım, söylenerek yumurta kırmalısın.
hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.
zaman su gibi akıp giderken, herşey yaşanmış bir hayatımız olmalı.
herşeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden mutlu da olsa, kötü de olsa, yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı.
saçlara düşünce aklar, yada gidince aklar, çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden.
kavgasız, her sabah cinayetle uyanılmayan, sessiz bir yere gitmeliyiz.
geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerimizde sallanmalıyız.
eve gelip benden kahve istemelisin.
çocuklar gelmeli ziyaretimize, geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız.
ben, "bey" demeliyim sana, sende "hanım".
öyle sevmelisin ki beni bu yazdıklarım korkutmamalı seni.
tebessümler açtırmalı yüzünde.
birgün bu hayatı bırakıp giderken, sadece mutluluk olmalı yüzümüzde.
birbirimizi sevmenin gururu olmalı herşeyde...
Ümit Yaşar Oğuzcan
__
Kimisi çocukluğuma, kimisi cahilliğime geldi.
Kimisini ne istediğimi bilmeden sevdim,
Kimisini kendimi bilmediğimden sevdim.
Büyüdüğümü, olgunlaştığımı hissettiğim zaman ise;
SENi SEVDiM.

Şimdi düşündüğümde çocukluk işte diyorum
Gülüyorum.
Aradaki fark da burada diğerlerini çocukça
Seni KENDiM GiBi
Seviyorum.
cahit sıtkı şiirleri...

ölümün huşusu , uhreviyat falan. dalar gidersin düşsel avuntularına , hiç ölmeyecekmişsin gibi...
Kimin fikriydi aşkı yürekte saklamak?
Bir vedayı evlat edinenin mi?
Kimin yüzüne
tükürmeliydi hayat,
Maske takanın mı yoksa o maskeyi indirenin mi?

Bir kadın kiminle sevişmeliydi,
Kime sarılmalıydı kolları ya da kimin
koynunda olmalıydı,
Cebi paralının mı,
Yoksa uğrunda paralananın mı?
Kimdi dost..
Geçip giden yıllar mı,
Yoksa pastanın
üzerinde söndürülen mumlar mı?
Ve neden eşit dilimlenmezdi acılar,
Gelen davetsiz misafir çoktu,ondan mı?
Kimdi Aşk,
Yanında olan mı terk etmemecesine,
Yoksa kalarak acıtan mı gitmemecesine?

Bir adam,
Bir kadını ölüm onları ayırana kadar mı sevmeliydi,
Yoksa kadın tutku bitince ölümü beklememelimiydi?
Adresler başka aldatmalar aynı değilmiydi?
Saatler ihaneti gösterdiyse gecenin geç
vakitlerinin günahı neydi?
Severek ayrılma modasını ilk başlatan kimdi,
Kimin fikriydi sonsuza kadar dost kalmak?
Kimdi aşkını ilk kâğıtlara yazan..
Masumiyeti bir otel odasında bırakan kimdi?
Son gece son sigarayı içmek için sevişmek kâfimiydi?
Yoksa kapılar kapanınca ayak seslerini dinleyip ağlamak mı marifetti?
Giden kimdi,Kalan kimindi?
Bu ayrılığı kim icad etti?
Ve geri dönmemeyi gidenlere,
Kimler öğretti?
Viya Böyle

Yittin kıyısız kaldım
Puslasız haritasız rotasız
Fenersiz kaldım
Acıya iskandil ediyorum boyuna
Kaç kulaç ederki benim şu aşkım
Hüzün tarıyor yalnızlığa attığım demir
Umudundan aldığım her kerteriz yanlış
Hesap yanlış hayat yanlış aşk yanlış
Oysa vira bismillah fundademir
Rıhtımlar halatlar sığyerleri
En iyi bildiğim şeylerdi
içe içe öğrenmiştim
Ustalık yetmiyor sevgilim
Ancak aşk öğretiyor adama
Bi hayatın batacağı yeri
Ardımdan güzseslerini topla
Laciverdin mora kesmesine gözyum
iyodu körelt
Alargada
Bir şamandıra gibi beklesin beni ölüm
Aşka yanaşmasını bilmeyen bi kaptan
Denize defnedilmeli

Mehmet Süreyya Timur
aslında hiç kimse sevmedi,
bir ben sevdim seni...
severmiş gibi değil,
kana kana sevdim seni.
tıka basa... sevdim...
dolu dolu sevdim...
aslında kimse sevmedi seni,
sevmekten çekindi
oysa ben; yana yana sevdim seni...
bile bile sevdim...
aklımdan zorun var gibi,
aklıma silah dayanmışçasına,
mecburmuş gibi
ve başka çarem yokmuşçasına,
bir ben sevdim seni...
aslında bir sen sevmedin beni,
herkesi sevdiğin gibi...

(bkz: can yücel - aslında hiç kimse sevmedi)
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

(bkz: cemal süreya - sizin hiç babanız öldü mü)
"resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim.
resulullah yolda ebu bekir'i görse es selamu aleyküm ya sıddık derdi,
ben yolda ebu bekir'i görsem tanımam.
resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.

resulullah azrail'i yolda görse tanırdı;
ben azrail'i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.

resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah'ın resulü;
fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?

resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki 'kızım ha gayret!'
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki 'anneciğim ölmesen'

ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki 'anneciğim seni ben'
annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz.

resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.

ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının

anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf...

resulullah çok şanslı bir insan
annesi öldüğünde o küçücüktü;
benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.

annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!

olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü"

ah muhsin ünlü - resulullah la benim aramdaki farklar.
(bkz: antikaw militarist tarzı şiir yazmaca) *
Kırkıncı oda ve yalnız bir opera'yı ilk sıralara koyacağım şiirlerdir. Özellikle Kırkıncı oda...

KIRKINCI ODA :

Ne kadarınız gerçek sizin,
kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki
kilitler altında sakladığınız gerçek
duygularınızla,
gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor
hayatınıza,
söylenmeyen neler var kuytularda,
hani kendinizden bile sakladığınız,
bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla
yahut da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıp da
ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz
içinizde...? ? ?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?
Sevip de söyleyemediğiniz,
özleyip de açıklayamadığınız
ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize
gömdüğünüz oluyor mu,
korkaklıklar var mı,
kalleşlikler var mı,
yoksa diplerde saklanan cesaretiniz bir işaret mi
bekliyor...? ? ?

Göründüğünüz insan mısınız siz,
yoksa bir define arayıcısı hazineler mi bulur
içinizde
ya da yıkılmış bir kentin harabelerini mi
taşıyorsunuz?
Derununuzda neler saklıyorsunuz?
Ne kadarınız gerçek sizin?

Ülkenizle ilgili düşüncelerinizi söylüyor musunuz,
yoksa başınızı belaya sokmayacak kadar akıllı mısınız,
gerçek düşüncelerinizi başbaşa konuşmalara mı
saklıyorsunuz,
açıkça konuşanları biraz aptal buluyor musunuz?

Günahlardan yapılmış hayaller var mı içinizde,
günahtan korktuğunuzdan bunları saklayıp
Tanrı'yı mı kandırmaya uğraşıyorsunuz?
Günahları sevmiyor musunuz, seviyor musunuz
yoksa...? ? ?

Uzun bir yolculuğa çıkar gibi
duygularınızla düşüncelerinizi denklere
sarıp da içlerinizde bir yerlere mi
yerleştirdiniz,
bir gün yolculuk bitince açmayı mı düşünüyorsunuz
aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve
denklerinizi
hiç açmayacağınızı bilerek...
Bir gün çıldırsanız da
bütün duygularınızla düşüncelerinizi açıkça
söyleseniz,
neler duyacağız sizlerden,
gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,
yoksa korkaklığın altında,
bir istiridyenin içinde büyüyen inciler gibi
büyümüş yiğitlikler mi?

Kızgınlıklarınız yok mu sizin,
öfkeleriniz, isyanlarınız?
Aşklarınız yok mu?
Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?
Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya,
kendinize şaşar mısınız,
hiç düşündüğünüz oluyor mu kırkıncı odada neler
var diye, hangi unutulmaya çalışılmış sevgililer,
dile getirilmeyen özlemler,
söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler,
hangi boşvermişlikler,
hangi inkar edilmiş arzular yatıyor diplerde?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz
kendinizden?
Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı
turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,
şimşeklerle boşanan yağmur başladığında
şatonuzun odalarında bir gezintiye çıkıyor musunuz,
ağır ağır yaklaşıp o kırkıncı odaya açıyor musunuz
kapıyı usulca, gördükleriniz ağlatıyor mu sizi,
bu kadar gerçeği o odada saklayıp,
hayatı yalandan yaşadığınızı farketmek nasıl bir
sarsıntı yaratıyor?
yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar, ne yağmur, ne de
ıssız gece,
sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı sağlayamıyor mu,
korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden,
kırkıncı odanız size de mi kapalı,
kendi kendinize bile mahrem misiniz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan,
hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu,
kendinizi bir yerlerde terkedip de gitmek
istemiyor musunuz,
bütün yalanlarınızdan uzak bir yere?

Şöyle rahatça bütün duygularınızı,
bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara,
kendinizi bile yanınıza almadan.

Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız
kimleri saklıyorsunuz koynunuzda,
yüksek sesle eleştirip de
içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler var,
kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi
korkaklığınızdan utandığınızın itirafını nerelerde
gizliyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu
yoksa bunu düşünmek bile yasak mı size?
Neler var kırkıncı odada?
Otuzdokuz odadan yapılmış hayatınızı,
kırkıncı odanın kapısını açmamak için yalandan mı
yaşıyorsunuz?
Niye yapıyorsunuz bunu?
Açsanıza kırkıncı odayı yağmurlu bir gecede
belki...
Belki de hiç açmazsınız,
kapalı bir odayla yaşarsınız bütün ömrünüzü,
kendinizden sıkılarak..

( AHMET ALTAN )

DiNLEMEK iSTEYENLER : http://www.youtube.com/watch?v=Qfds4v8DB14
AŞK
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı istanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karakoy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.

CEMAL SÜREYA
Bilincim kapalıydı

Hiç kimsenin anne rahminden
Çıkarken çıkarttığı hıçkırıkla
Bir kadının gidişinden sonra
Çıkarttığı hıçkırık aynı olamaz…
Bende her ikisi de aynıydı
Neden ağladığımı bilemeyecek kadar
Bilincim kapalıydı
Acılarım hasarlıydı.

Bir gidişti
Gözle görülür bir gidiş
Nefesle takip edilebilir bir gidiş
Ama tuhaftır ki
Tarihin bile hatırlamadığı yerlere gitti
Umudun olmadığı köşelere saklandı
Kalbimin bulamayacağı fotoğraflara

Yinede aradım seni
Her yerde değil her şeyde aradım
inanılmayacak rüyalarda aradım
Olmayacak kelimelerin içinde aradım seni
Olmadı

Sen ayet gibi yazılırken içimde
Ben seni vahiy gibi anlattım herkese
Afrika’da tok bir çocuğa
Çin de yalnız kalmış bir insana
Alaska da sıcaktan terlemiş bir ölüye
Olmayacak her şeye anlattım sordum seni.

Ağladım.
yağmur ormanlarını hayrete düşürecek kadar ağladım.
ıslak dudak arkasında birikmiş sözcükler kadar
çıkmaz sokakların kaldırım taşları kadar

Terlettim.
Tanrıyı yazdığı kaderden dolayı terlettim
Ve her ter damlasına
Siz yağmur dediniz.

izledim.
Hem de en önde sol köşede
Kaderimi bir film izler gibi izledim
Sonra Kalbim ağlarken.
Ben alkışladım..

Düşündüm.
tanrı seni yaratırken cenneti
beni yaratırken şeytanı düşünmüş olmalı diye
ve beni yaratırken final sahnesine
seni koyduğunu.

Şimdi aylardan Ağustos olabilir
; ama şubat ayı kadar eksiğim hayata
Ve hep şubatta arayacağım seni

Sonra
Kulak ver bana
Kul hakkı olmasın
Ve tanrı kızmasın bize
“Ben seni her şeyde aradım bulamadım ,
olman gereken tek yere de bakamıyorum ,
Bakamıyorum sen giderken baktım ve bulamamıştım
Eğer bir daha bakıp bulamazsam
Kendi ellerimle narkozlar vererek düşüncelerime
Umutlarımı neşterle delik deşik ederim
Seni bulana kadarda bilincimi parçalarım

Anlamadın mı hala
Ameliyat masasında kalbi kaybolmuş bir ölüyüm
Nereye gömdüysen artık
Bulamıyor doktorlar
Ve doktorlar her sayıkladığım şeyi
Yazıyorlar böyle

Sahi Ağustos’da mıyız biz
Üşüyorum ; ama Şubat olmalı
Ben ne zaman yattım bu masaya ?

Hakans Şahin Şubat
fazlasıyla anlıyorsun sevgilim
aslanlar var.
bütün kapılarda bütün ahşap kapılarda
ani bir töre gibi şehri çaldılar
üstümüze çaldılar gözümüzden yapıştık
anlamıyorsun sevgilim
öldü eski adamlar
anlamıyorsun.

ve biz ali’yle konuşup durduk bunu
ben onun sırtına baktım o benim göğsüme
ne o senin babama rastladı
ne ben bir kız gördüm ona bakarken.

bu kamburluk doğum lekesi dediler
bizi bir rahim bükmüştür belli
bizi bir rahim çok önceden duymuştur
boyumuz büyük söylenmiştir oğlanken babalarımza
annelerimiz korkmuştur.
ve allah yetişmiştir ve örs ve çekiç ve ağlamayı bilmeden
çifte sus verilmiştir
büküklüğümüze.

ali’ye gidiyorum diyecektim
ali gitmişti trenlerden çantalarla
ben azıksız kalmıştım
mezarları öpmeseydim ölecektim
-ne çok kemik vardı toprakta.

beni kerub’un kollarında böyle buldular
suçunu üstüme almadım ömrümün
kediydim ben köpektim
neye baksam allah’tan biliyordum
hayvanların suçu değildi sahipleri
ve çekilmezdi bir köpek hesaba
avcının tavşana ettiklerinden.
Babalarda çekilmezdi hesaba
çünkü onlarda bazen köpekti.

insanken kaç kez ölmeyi denedim
insan ölse bile ölemiyor
hep yanlış yaşıyor birilerinin aklında
birilerini düşündükçe ikmale kalıyorsun
zaten leyla da intihara inanmıyor
önce leyla ölüyor sonra
ölsen de ölemiyorsun.

görmüyor musun sevgilim
aslanlar var.
leş gibi yapıyorum tehlike kapımda.
çakallar okullarımı dişliyor
öğretmenlerimi kemiriyor ses etmiyorum.
amirlerime kadar sıyırıyor çakallar
lezzetli evliyalarım bitiyor.
kurtuluş harbim patlıyor bir pençe darbesiyle
devlet dişlere direniyor.
ve kaldırıyor bir karga dalağımdan hilafeti
bütün şüpheleri çiğniyor sırtlanlar
can korkusu kalıyor omurgamda yalnız
köpek oluyorum ve kedi.

omurgamda yalın mı yalın yük
yükler ahşaptan münezzeh
hurmadan ve bezden münezzeh.
rehbersizim omurgamda olasılık yok
omurgamda kalanlar yerli yerinde.
aya çıplak gözle direnir kirpiklerim
ağzım elbette mümkün ve cahildir
damarlarım bağışıklıktan münezzeh.

omurgamda ölmemek programı
omurgamdan bağlıyım nefesime
tasadan ve ahlaktan münezzeh bakışlarım
her şey andan münezzeh nesneler hayal gücümden
allah allahtan münezzeh.

anlıyor musun sevgilim
aynalar var.
yazıyı büker gibi bakıyoruz birbirimize
taş bükülüyor çocuk bükülüyor ekmek bükülüyor
ağacı büküyor bakışlarımız
büküldük göz değdikçe göğsümüze.

anlamıyorsun sevgilim
kendini görmez bir köpek suya bakarken
anlamıyorsun.

münezzeh:uzak
kerub:Allah’a en yakın olan melekler

hakans şahin
sizin alınız al inandım
sizin morunuz mor inandım
tanrınız büyük amenna
şiiriniz adamakıllı şiir
dumanı da caba

bütün ağaçlarla uyuşmuşum
kalabalık ha olmuş ha olmamış
sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
ama sokaklar şöyleymiş
ağaçlar böyleymiş
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız

aşkım da değişebilir gerçeklerim de
pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
yangelmişim diz boyu sulara
hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
hiçbirinizle dövüşemem
benim bir gizli bildiğim var
sizin alınız al inandım
morunuz mor inandım
ben tam kendime göre
ben tam dünyaya göre
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız.

T.Uyar Denge
insan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
sonrası iyilik güzellik. C. Süreya
-
Uy havar!
Muhammed, isa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan-ter içinde, asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni... A. Arif
sen giderken gözlerim dopdoluydu.
ve yağan yağmurla caddeler ıslak.
yokluğundan bir rüzgar esti, hazin.
teselliler döküldü; yaprak yaprak.

gökyüzünde bir bir söndü yıldızlar.
bir karanlık geldi, gittiğin yerden.
ümitlerim vardı; tesbih misali.
sen giderken; dağılıverdiler birden.

ümit yaşar oğuzcan.
ibrahim
içindeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrahim
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrahim
gönlümü put sanıp kıran da kim.*
Uzun bir geçmişimiz var
Hiç yorulmadan
En azından bir kere
eğlenceli beşik
ha biz varız
ha biz maskeli balo
Saygıya durup üstün bir gecede
Bir sır payı katlayıp
sade bir kahveden
Keyifsiz bir detayın hükmüyle
ha biz yokuz
ha biz seferde
Ya bu kez ölenleri görmeliysek
Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle
Parka dolalım
Park bizi alır önce
Seyrimizden bir sabah kazanır
Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförle
Sayısız rampaya katlanır
ya güneşten daha zengin
sofraya diz çökeriz
ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle
Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır.*
Sevgim acıyor
-------------

Mutsuzlukdan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlarda orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
öteden beri yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar

Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
ilkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar.

Turgut UYAR
Hoşgeldın kadınım..
-nazım'dan..-
ben bir küçücük şiirim
yaklaşmayın bak yakarım
durdu durmadı anlamam
adamın amına korum

iyi bi gobel
PROFILI OĞLAN ÇOCUĞU

özel yağmurunu yanında gezdirirdi
cam tozu serpintisi su pırıltılı
profili oğlan çocuğu ağzı hüzün
sevda çetin bir sınav bunu bilirdi
yüreğini tüketen epeyce ağrılı
özel yağmurunu yanında gezdirirdi
sabahtan akşama bütün gün

bir kalemle buluşmasın şairdi
şiirleri nedense ağır yaralı
gizliden gizliye kan kaybediyor
eli fırça tutunca yaptığı resim
bir yangın korkusu gibi özgün
kim olduğunu kim bilebilirdi
başka bir gezegenden gelmiş
su altında yaşıyor çünkü uzaylı
profili oğlan çocuğu ağzı hüzün
kaç kadın olabiliyor kaç erkek
sabahtan akşama bütün gün

elleri soğuk ve saydam upuzun gelirdi
gözlerinin beyazını kırmızıya çevirmiş
sesi başka bir ses göğüslerini silmiş
özel yağmurunu yanında gezdirirdi
profili oğlan çocuğu ağzı hüzün
sevmek kalın bir tünel bir kere girildi
artık anlamı yok gecenin gündüzün
uzak uzak imdat sinyalleri verirdi,
sabahtan akşama bütün gün.

profili oğlan çocuğu ağzı hüzün,
onu benden başka kim sevebilirdi.
ATTiLA iLHAN
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...

Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...