“dostoyevski'nin sanatı sezgi (intuition) in doğrudan
doğruya resmedilmesidir. ı̇şte bu, her şeyin onda çok hakiki iken niçin rüyaya benzediğinin tam bir izahını verir. onu iyice duyabilmek için tam ölçüde toparlanmış ve nüfuz etmiş olmak lazımdır.”
“Dostoyevski kırk iki yaşından evvel değerli hiç bir şey meydana getiremedi. Bütün büyük eserleri kırk ile öldüğü altmış yaşının doluluğu arasında yaratılmışlardır. Öteki Ruslar pek vaktinden evvel yetişmişlerdir: Puşkin, Lermantov ve Gogol az fakat ateşli bir hayat yaşadılar.
Dostoyevski bu gençlerden değildir.
Rusya onu kaybetmeden az bir zaman evveli müstesna, kendini Dostoyevski'de tekrar tanımamıştır. O milletinin kahramanı, düşünen adam, ırkı için çarpan kalb olmuştu ;amma ölümünden ancak beş altı sene evvel bu,
nihayet anlaşılabilmişti.
Bizzat Tolstoyun varmağa muvaffak olamadığı muazzam mertebeyi almak için yine de o uzak gayeye dokunması gerekmişti. Tolstoy yarım asra yakın bir zamanını memleketinin büyük sanatkarı olarak geçirebilmişti.
Dostoyevski ise yalnız birkaç mevsim boyunca, seven, kinlenen, düşünen, istiyen ve her şey için konuşan; evin sayılan büyük oğlu, bütün kardeşlere önder, Rusyanın adamı olmuştu.”
insan bilincini tahlil etme bir yana bunu romanları aracılığıyla topluma sunma konusunda da hayli iyi olan yazar. Birçok düşünür ve psikoloğa ilham vermiş, bir başlangıç noktası sağlamıştır.
"insan en iyi dostunu karşısında küçülmüş görmekten zevk duyar." der Kumarbaz kitabında Dostoyevski.
Aslında ezik karakterli insan için söyletir bunu.
sebebi bellidir, çünkü kişinin ezik karakterini tatmin etmenin tek yolu budur. insan tüm tükenmişliğini ve içinde bulunduğu aciz durumu sadece dost bildiğine açar, o kişinin ise egosunu tatmin etmek için bulunmaz bir fırsattır bu.
“Bir öksürük nöbetiyle tıkandı, ama çıkışması işe yaramıştı. Kiracıların ondan çekindikleri anlaşılıyordu. Gerisingeri odadan çıkmaya başladılar: Beklenmedik bir felaket anında, bu felaketin dışında kalan insanlarda hep görülen, dile getirdikleri en içten acıma, acıları paylaşma duygularına rağmen, hiç kimsenin, en yakınlarımızın bile, kapılmaktan kendilerini alamadıkları tuhaf bir sevinç duygusu içindeydiler.”
Bakın arkadaşlar bu cümleleri ancak tek kişi yazabilir.
günlük yaşamlarında hemşireler gibi olan kadınlar vardır. onlardan hiçbir şeyinizi, en azından ruhunuzdaki acılarınızdan hiçbirini gizleyemezsiniz. acımız olduğunda cesaretle, umutla, onları sıkacağımızdan korkmadan gideriz onlara. ayrıca, bazı kadınların kalbinde belki de ne sınırsız sabırlı bir sevgi, merhamet, her şeyi bağışlama bulabileceğimizi de çok azımız biliriz. bu temiz kalplerde bütün bir sempati, avutma, umut hazinesi vardır. ne var ki, onların çok seven, çok acı çeken kalplerinin de sık sık yaralandığı olur. ama bu yara, meraklı gözlerden ne denli gizlenirse gizlensin, derin hüzün kendini daha derine saklar, gizler.
(M-me Virginskaya:
— Ben sadece: “Biz toplantıda mıyız?” sorusunun oya konulmasını teklif ediyorum, dedi.
Sesler duyuldu:
— Ben de iştirak ediyorum, ben de.
Virginski:
— Sanırım ki daha ziyade intizam olur, diye tasdik etti.
Ev sahibesi:
— Öyleyse oya geçiyoruz, diye ilâve etti. Lyamşin, rica ederim piyanonun başına geçin: oyunuzu oradan da verebilirsiniz.
Lyamşin:
— Gene! diye bağırdı; size yeteri kadar çaldım.
— Sizden ısrarla rica ediyorum, oturun çalın; davaya faydalı olmak istemiyor musunuz?
— Sizi temin ederim ki, Arina Prohorovna, dışarıdan kimse dinlemez. Bu sadece sizin kuruntunuz. Hem pencereler de yüksek, hem zaten dinleyecek bile olsalar bir şey anlayamazlar ki.
Bir ses:
— Meselenin ne olduğunu kendimiz bile anlamıyoruz, diye homurdandı.
— Bense her zaman ihtiyatlı olmak gerek, diyorum. Yani olur da hafiyeler dinlerse, diyerek manalı manalı Verhovenski’ye baktı, varsın bizde doğum günü kutlandığını ve müzik çalındığını duysunlar.
Lyamşin:
— Hay, Allah kahretsin! diye küfretti, piyanonun başına geçti ve tuşlara hemen hemen yumruklarıyla vurarak boşuna bir vals çalmaya başladı.
M - me Virginskaya:
— Toplantı olmasını isteyenlerin sağ ellerini havaya kaldırmalarını teklif ediyorum, dedi. Bazıları kaldırdı, bazıları kaldırmadı. Ellerini önce kaldırıp sonra yine indirenler, indirdikten sonra yine kaldıranlar oldu.
Bir subay:
— Hay Allah kahretsin! Ben bir şey anlayamadım, diye bağırdı.
Bir başkası:
— Ben de anlamadım, diye bağırdı.
Üçüncüsü:
— Hayır, ben anlıyorum, dedi evet ise el havaya kalkacak.
— iyi ama evet ne demek?
— Toplantı olsun demek.
— Hayır, olmasın demek.
Lise talebesi, M-me Virginskaya’ya:
— Ben toplantı için oy verdim, diye bağırdı.
— Öyleyse niçin elinizi kaldırmadınız?
— Hep size bakıyordum, siz elinizi kaldırmayınca ben de kaldırmadım.
— Ne manasızlık, ben teklif sahibi olduğum için elimi kaldırmadım. Baylar, yeniden aksini teklif ediyorum: toplantı olmasını isteyenler, varsın yerlerinde otursunlar ellerini de kaldırmasınlar, istemeyenler sağ ellerini kaldırsınlar.
Liseli:
— istemeyenler mi? diye tekrar sordu.
M-me Virginskaya öfke içinde:
— Siz mahsus mu yapıyorsunuz? diye bağırdı.
— Hayır, müsaade buyurun, isteyenler mi, yoksa istemeyenler mi, bunu daha açıkça belirtmek gerek.
— istemeyenler, istemeyenler.
Bir subay:
— Peki ama ne yapmamız gerek istemeyen olursa elini kaldıracak mı, kaldırmayacak mı? Diye bağırdı.
Binbaşı:
— Hey gidi, anayasaya henüz alışmadık! diye işaret etti.
Topal öğretmen:
— Bay Lyamşin, öyle hızlı çalıyorsunuz ki kimse bir şey duymuyor, diye işaret etti.
Lyamşin:
— Vallahi, Arina Prohorovna kimse dinlemiyor, diyerek yerinden fırladı. Hem çalmak istemiyorum, ben size misafirliğe geldim, davul çalmaya değil!
Virginski:
— Baylar, diye teklif etti, hepiniz cevap verin: biz toplantı halinde miyiz değil miyiz?
Her yandan:
— Toplantı, toplantı, diye bağırıştılar.
— Öyleyse oya koymaya lüzum yok, yeter. Memnun musunuz, baylar, koymak lâzım mı?
— istemez, istemez, anladık!
— Belki toplantı olmasını istemeyenler vardır?
— Hayır, hayır, hepimiz istiyoruz.
Bir ses:
— iyi ama toplantı ne demek? diye sordu, ona cevap vermediler.
Her yandan:
— Başkan seçmek gerek, diye bağırıştılar.
— Ev sahibini, tabii ev sahibini!
Seçilen Virginski:
— Baylar, mademki öyle, demin yaptığım ilk teklifimi ortaya atıyorum: işle daha yakın ilgisi olan bir şey söylemek veya açıklama yapmak isteyen varsa zaman kaybetmeden hemen başlasın.
Herkes sustu. Herkesin gözü yine Stavrogin ile Verhovenski’ye çevrildi.
Ev sahibesi doğrudan doğruya:
— Verhovenski bir şey söylemek istemiyor musunuz? diye sordu.
Öteki oturduğu sandalyede gerinerek:
— Hiçbir şey, dedi. Ama bir kadeh konyak isterdim.
— Stavrogin siz istemiyor musunuz?
— Teşekkür ederim, içki içmem.
— Konyak değil bir şey söylemek istemiyor musunuz?
— Neye dair konuşacağım? Hayır, istemiyorum.
Ev sahibesi, Verhovenski’ye:
— Size konyak getirecekler, diye cevap verdi.)
*Dünya Edebiyatından Tercümeler, Rus Klâsikleri:73, Ecinniler III, Dostoyevski, M.E.B. Yayınları, 11. ve 14. sayfalar arası.