https://galeri.uludagsozluk.com/r/1486375/+
"Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur. "
peyami safa' nın hasta bir gencin iç dünyasını ( aslında kendisini) anlattığı romanıdır. tarzı ahmet hamdi tanpınar' a benziyor. derin iç tahliller, betimlemeler..
yalnız ben okurken romanın baş karakterini kadın diye düşündüm. sanırım bir erkeğe göre fazlasıyla naif olması yüzünden böyle oldu.
Peyami Safa'nın 1930'da yazdığı romanı. Ayrıca aynı adla filmi de çekilmiştir.
insanın ruhuyla bedeni arasındaki korkunç ilişkiyi anlatıyor Peyami Safa. Mutlulukların ve felaketlerin bu derece kuvvetli anlatılabilmesi unutulmaz klasikler arasına sokuyor bu kitabı. Çünkü sevildiğini hissetmenin yarattığı mucizeler var kitabında
peyami safa'nın şu cümleleriyle ölümsüzlüğe erişen kitabıdır:
-berlin'e ne vakit gideceksin nüzhet?
-bu gece sabaha karşı. çünkü bu gece gitmezsem, altı sene tren yok.
bu kitabı okuduğumda bende 15 yaşındaydım. bende o yaşımda sol bacağımdan amaliyat olmuştum ve bende 19 yaşında bir kıza aşıktım. benim için bir numaralı eserdir. sebebi ise eserdeki kahraman ile o yaşadığım benzerlikler.
insana, hikayede yaşanan bütün olayı en derinden hissettirecek kadar mükemmel bir düzeyde tasvirleri olan yüce eser. çok eskiden okumuştum ama bir bölümü vardı ki, kitapta hiç unutmayacağım tek yerdir; ayağı kesilmiş bir insanın ruh halini okuyucuya vermek için şöyle bir örneklemeyi seçmiş ve çok da yerinde bir karar olmuş kanımca:
"insanın dişi çekildiğinde bile, diliyle boşalan yere dokunup duruyor, o ufacık boşluk insanın gözünde büyüyor da büyüyor. acaba insanın en büyük organlarından biri olan bacak, vücuttan ayrılınca nasıl bir boşluk hisseder bünye?"
--spoiler--
bu kadar güzel hissettirilebilir, diye düşünüyorum.