tahminen 95-96 yıllarında yayınlanan bir çocuk dizisi vardı. dizinin kahramanı olan çocuk odasından elektrogitarın tellerine vurup başka bir boyuta geçiyordu ve orada canavarlarla filan savaşıyordu. boyut değiştirirken de elektrik hattı üzerinden ya da telefon hattı üzerinden filan yolculuk ediyordu. matrix gibi bir mantığı vardı.
müziklerine (yerli/yabancı) her daim saygım olacak olan yıllar.
diğerleri için;
(bkz: 80 s)
(bkz: 70 s)
(bkz: 60 s)
her şeyiyle çok güzeldi. aşırı yaratıcı çocuklardık mesela. oyun üretmekte üstümüze yoktu.
cep telefonu olmadığı için, aynı binanın giriş katında oturan arkadaşım ile, ezandan sonra evde olmamız gerektiği için, konuşamıyorduk istediğimiz gibi. bir dergide görmüştük, bardak telefon diye. o kadar basit ki yapımı. ama o kadar eğlenmiştik ki yaparken... herkese gösterdik gururla, herkes taktir etti bizi. sanki bilmiyorlar iki plastik bardağın altını delip sadece ip bağladığımızı. neyse, bu telefonlarla sabah akşam konuşurduk. zil sistemi bile getirmiştik. iki ucuna da zil bağlamıştık. aramak için, ipi oynatıp çekmek yetiyordu. bazen annesi geliyordu;
+zeynep! zeynep!
-alo! artemistik.
+sakine teyze, zeynep yok mu?
- ekmek almaya yolladım bakkala, gelsin çaldırsın seni *
başka çocuklar da özendi. herkes yaptı kendine bir tane. hatta aynı apartman değil, karşı apartmanlar da girdi işin içine. tek telefon yetmemeye başladı. artık herkeste en az 2 hat vardı. biri kankası, diğeri hoşlandığı kız/oğlan.
yaptığımız hiç bir şey yoktu belki de ama, geçirdiğimiz en güzel yaz tatillerinden biriydi bizim için.
komşuluk çok güzeldi en başta. aşırı samimi, içten, yalan dolandan uzaktı. ben hatırlıyorum, babam bir komşumuzun yanında uzanır uyurdu. kalkardı, yüzünü yıkamadan,
+ünzile abla sen hiç bakmıyorsun bize!!
-töbe. nerden çıktı şimdi?
+eskiden kete yapardın, börek yapardın, beslerdin bizi.
sonrası tam bir curcuna. eksik malzemeler için gönderirlerdi markete. unun yumurtanın yanında alırdık cipsleri, para çikolataları. sonra yazdır, ay başında öde. mis gibi. o başka bir heyecan zaten. neyse, malzemelerle eve dönerdim ki, tüm bina bize gelmiş. erkekler geçmiş salona, sigara içip, siyaset, futbol konuşuyorlar. kadınlar mutfağa girişmiş, biri börek açıyor, biri kek karıştırıyor, biri kısır ıslatmış, biri evin kapısını açıp giriyor, elinde çaydanlık... 4lü ocağın dördü de çaydanlıkla dolu. herkesin yeri belliydi. babalar salonda, anneler mutfakta, genç kızlar oturma odasında ya da balkonda. çocuklar ise her yerdeydi. kapılara tırmanmalar, hırsız polis oynamalar. sümüklünün biri gelirdi,
+anna, biz memetle aşağa iniyoz!
-bok mu vamış dışada? otun şuda oynayın.
+ya top oynucaz!
-bu havada töbe olmaz. hasta olcen geçen seferki gibi.
+olmam anna çog güzel hava. sal bizi dışarı.
-iğne verse dohtor karışmam bak!
+terlemicem anna valla.
-iyi hade çıkın madem. bak seslenince gelmezsen babana diyiverin. oyar seni!
+tağammm!
-bakcen aşarı bak, kapının önünden ayrılmak yok!!!
+tağammm!
derken tüm yemekler hazırlanır, oturulurdu sofralara ki, yine babalar için ayrı, anneler için ayrı, çocuklar için genelde mutfakte, yer sofrasına sofra hazırlanırdı. 4, 5 belki 6 saat o sofralarda geçerdi saat. en son uykuya yenik düşerdik, yerimize nasıl geçtiğimiz hatırlamazdık. dolu dolu geçerdi günlerimiz.
kollardık birbirimizi. güvenirdikte. bir keresinde kardeşimin başına taş atan berber çıkarığını, yukarıda bahsi geçen sakine teyzemiz, hastanelik etmişti dövmekten. şimdi insanlar, dışarıdan kavga sesleri geldiği zaman ışıklarını kapatıp perde arasından izliyor..
milyonlarca örnek verilip, anılar anlatılır doksanlarda geçen. ama özeti hep aynıdır.
çok samimi, sade geçen ve bize yeten zamanlardı.
kesinlikle tavsiye ederim. ayrıca tekno ve eurodance sevmeyip de slow sevenlere de Sophie B. Hawkins'in Right Beside You şarkısını tavsiye ederim. beni bile sardı şarkı pek slow sevmeyen biri olarak:
not: cappella'nın şarkısını, müzik setinin hoparlörlerini tv'nin hoparlörüne yaklaştırarak boş bir kasede kayıt etmeye çalıştım. sonuç berbat, radyo vizyon'dan bu şarkılara denk gelirsem boş kasete kayıt edeceğim.
2016'dan yazıyorum:
Bu şarkılar o yıllarda gerçekten de karasal yayında teleon'un yerine çıkan mtv'de dönüp dönüp dururdu. şimdiki şarkıların çoğu maalesef çöp. müzik doksanlarda müzikti.
23 Nisanlardan önce şeker dağıtılırdı. şimdi dağıtılır mı bilmiyorum.ışıklı ayakkabı,atari kasetleri ,brick game,3 taş, saklambaç geliyor aklıma doksanlar denince. susurluk, sabancı suikasti,17 ağustos gibi olayları da televizyondan izlemiştik. güzel zamanlardı. müzikleri ve filmleri bile bir başkaydı
Elbette kötü yanları çoktu ama bizi daha kötüsüne hazırlıyormuş meğer...
Bu kadar bölünmüş , kin ile yoğrulmuş bir ülke yoktu en azından....Mesut Yılmaz'ı sevmezdin , oy vermezdin ama kin duymazdın , bütün siyasilerin siyaset meydanına katılıp birbirini yüz yüze eleştirebildiği programlar yapılırdı mesela... Erbakan ile Ecevit'in birbirini nüktedan bir şekilde karşılıklı eleştirdiği programı daha geçen gün kolaj halinde izledim.Tek hakaret , tek bir aşağılama görmedim iki siyasiden de...
insani olarak da güzel günlerdi.Daha çok duygular ön plandaydı.Çıkar ilişkileri hep vardı ama çok sağlam dostluklar vardı...
Sokaklardaki çeteleşen grupların bile bir ahlakı vardı be ! Mahallenin dışından bir ipsiz çapsız geldi çökerlerdi üstüne , mahallenin çocuklarını korurlardı...
Velhasıl doksanlar çok çok iyiydi bugünlerden , en azından çıkış yolu vardı , şimdi yolu da kaybettik ...
ilk kez rastgeldiğim atv dizisi.
an itibariyle bölümde turgut özal ölüyor. mahallelinin kendi arasında konuştukları ise;
"kürt sorununu çözecek adamdı, kanı durduracaktı, hem dindar, hem çalışkandı, ne istiyorsa verecektik kıymetini bilemedik. şimdi ne kötü şeyler yazacağız allah bilir"
o bittikten sonra da dizi de ki evin genç kızı hastane sırası bekliyor önünde otuz kişi var.
(bkz: subliminal)
Bilgisayarın olmadığı gece yarılarına kadar annelerimizin bizi eve sokamadığı yıllar.çıkartmaları biriktirip hediyeleri almayı isterdik ama hep o sonuncu çıkartma çıkmazdı.güzel anılar bırakan yıllar.