Yerine göre
Tat alma organı,
Bazen birçok şeyi mahvedebilecek en büyük silah,
Bazen birçok sorunu çözebilecek en uygun araç,
Bazen ise
Büyük bir cinsel orgazm yaşatabilecek muazzam bir Organ olabiliyor.
insan beynini şekillendirme yeteneği olduğu söylenir. Şöyle ki, Rusça öğrenen birinin daha agresif bir ruh haline bürünmesi gibi durumlar söz konusu. O yüzden kimse Türkçe öğrenmek istemiyor sanırım. lol.
Dil veya lîsan, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç, kendisine özgü kuralları olan ve ancak bu kurallar içerisinde gelişen canlı bir varlık, temeli tarihin bilinmeyen dönemlerinde atılmış bir gizli anlaşmalar düzeni, seslerden örülmüş toplumsal bir kurumdur.
dünya üzerinde konuşulan yaklaşık 7 bin dil vardır ve her 2 haftada bir bunlardan bir tanesi yok olmaktadır. 2.400 tane dil yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
dünyanın en çok konuşulan dili ingilizce degil çincedir.
Dil, suya biçim veren bir kap gibi, düşünceyi biçimlendirir, somutlaştırarak dışarıya aksettirir.
Hatta son yapılan araştırmalar, dilin düşüncenin sadece basit bir kabı olmadığı, dil ile düşüncenin aynı şey olduğu, dilin düşünceyi ürettiği, dil olmadan insanın düşünemeyeceğini göstermektedir. Bu yüzden diğer canlılar arasında dil (sembol) kullanan insanların ayrıcalıklı bir yeri olduğu söylenebilir. insanı hayvandan ayıran en önemli fark da diyebiliriz. Bu açıdan baktığımızda dil insanı özgürleştirir. insanı insan yapar.
Dil sadece somut, yalın, tekil bir olgular dünyasını değil, insanın toplu halde yaşamasından yani toplum olmasından dolayı ortaya çıkan değerlerin (tarih, din, kültür, hukuk…) taşıyıcılığını da üstlenir. Ama bu iş sadece taşıyıcılık değil, aynı zamanda toplumu (kültürel – simgesel alanı) inşa eden, bireyi baştan aşağı sarıp sarmalayan, onun zihin dünyasını şekillendiren, dünyaya bakışını değiştiren kısacası kaderini etkileyen bir olgudur.
Dil, onu konuşan toplumların düşünce deneyimleridir de. Yalnızca nesnelere, olgulara değil, bunlardan doğan ya da bunların ilişkisinden tezahür eden veya doğrudan düşünceye ilişkindir de. Kelimeler, işaret ettiği varsayılan şeyleri o insanların nasıl anladıklarını da gösterir. Örneğin; doğru kelimesi üzerine yapılan etimolojik incelemeler toplumların doğru kavramından ne anladıklarını da ortaya koyar.
Eğer bu kelime, doğru kelimesinden ilerlersek doğru kelimesine Türklerin eski Yunan kadar farklı baktığını görebiliriz. Doğru yaygın olarak gerçeğe uyan şeklinde ifade edilir ama bu oldukça muallel ve müphemdir. Zira burada doğru tamamen bilgi bağlamında tanımlanmıştır, epistemolojik bir tanımdır. Fakat doğru, tutarlı ve gerçeğe uygundan başka, ontolojik bağlamda başka bir anlam ifade eder mi? Bu dil ile ilgili olduğundan daha fazla felsefi bir sorudur, Sorulmalıdır da. Zira doğruluk zaten bir çıkarsama olan bir şeyin doğruluğu olduğunda çok eksik kalacaktır.
Türkçede toğmak eylemi bugün doğmak halindedir. Doğru ise toğuru olarak, doğurudur şeklindedir. Yani doğru, ortaya çıkan demektir. (bunu başka başlıklarda uzun uzun yazdım)
Görüldüğü üzere dil, o toplumun bir şeye nasıl baktığını ondan ne anladığını da gösterir. Ama bu, dilin göstergelerinin gösterileni gösterdiği anlamına gelmez.
Bundan ziyade dilin düşünce ile başka türden bir ilişkisi vardır ki aslında hepimizin bir anlamda farkında olduğu ama üzerinde durmadığı ilişkidir bu.
Biz dil ile mi düşünürüz? Aslında bu soruyu çok küçük yaşlardan beri farklı farklı formlarda sorarım. Son zamanlarda kendimce verdiğim bir cevabı da var:
insan, bir şeyi istemli olarak düşündüğünde düşünürken dili kullanıyor. Örneğin; sizden premsesi düşünmenizi istersem, -bunu bilerek ve isteyerek yaptığınızdan- Premsesi düşünürken tıpkı onu anlatır gibi dili kullanırsınız.
Peki bu insanın dil ile düşündüğü anlamına mı gelir? Katiyen değil. Zira insan yalnızca istemli bir biçimde düşünmez. Bundan ziyade onun bir de istemsiz düşünmesi vardır: buna bir şeye dalmak, durup dururken akla gelen bir şeyi onu düşünmeyi tasarlamadan düşünmek deriz. Bu biraz lacan ve bilinç-dışı ile de ilgili.
Bilinçli olarak düşünürken sanki her zaman onu anlatılacak formda hazır tutmaya çalışır gibi düşünürüz. Yani aslında bir anlamda kendimize sessiz bir şekilde düşünerek anlatırız.
Ne var ki bilinçsizce düşünürken dil dışarıda kalır. Öylece bir yere dalarız ve bir şeyler düşünmeye başlarız. Daldığımızı ve düşündüğümüzü ancak o dalma hali bittikten sonra fark ederiz. Ve daha dikkatli bakarsak o dalgınlık halindeki düşüncelerimizin hiçbiri dil ile şekillenmemiştir.
Dolayısıyla dil, istemli bir şekilde düşündüğümüzde düşüncemizin potansiyel formu olur ama istemsizce düşünmede devre dışı kalacaktır.
ürünleri sembolik olan bir anlatım aracıdır. yapısı gereği anlamları ortak uzlaşı ürününe çevirerek kişisel anlamı köreltir. Anlayacak olan kişi anlatılanı kendi anlamlarına uydurur ve Anlam veren, anlatan kişinin anlamları da bizim yorumlarımıza bağlıdır.
hülasa; üstad Mevlana Celaleddin-i Rûmî bu konuda çok güzel özetlemiştir; “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.”