17 ŞUBAT 1923 GÜNÜ ÇiFTÇi, iŞÇi, TÜCCAR VE SANAYi TEMSiLCiLERi OLARAK 1135 KiŞiNiN KATILDIĞI VE 15 GÜN SÜREN KONGREDE, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜLKEYi ARTIK KILIÇ IN DEĞiL, EKONOMiNiN VE BiLiMiN YOL GÖSTERECEĞi BiR TOPLUM MODELi ÖNERiYOR VE ŞÖYLE DiYORDU; KILIÇLA FÜTUHAT YAPANLAR, SABANLA FÜTUHAT YAPANLARA MAĞLUP OLMAYA VE BiN NETiCE YERLERiNi TERKETMEYE MECBURDULAR. NiTEKiM OSMANLI SALTANATI'DA BÖYLE OLMUŞTUR. KILIÇ KULLANAN KOL YORULUR, NiHAYET KILICINI KININA KOYAR VE BELKi KILIÇ O KINDA KÜFLENME, PASLANMAYA MAHKUM OLUR. LAKiN SABAN KULLANAN KOL DAHA ZiYADE KUVVETLERiN VE DAHA ÇOK TOPRAĞA MALiK VE SAHiP OLUR...
mevlana hazretlerinin deyişiyle arapça da dev yani koş kelimesi ile let yani dayak kelimesinin birleşimi. önce koş koş da sonra dayak ye manasına gelen sanki iyiymiş gibi bide bunun cilik'ine maruz kalmışız.
devletçilik yapan insanlar hep şundan dem vuru. duvar yıkılınca altından kaçmayacak onlarmış, devlet sayesinde palazlanırlar sonra da fedakar tavır takınırlar.. ne olmayacak iş!
ortalığı böyle galeyana verip nice mazlumun kanına girdik devletin bekası için.
örnek olarak cumhuriyetin ilk yıllarından başlayalım. nerdeyse bütün önemli işletmeler devletin elinde. memur kafasıyla yönetilen yerlerinde işlerin nasıl yürüdüğünü açıklamama gerek yok. devlet dairesine işiniz düşmüşse zaten bilirsiniz. meselenin önemli kısmıda bizde bu yüzden demokrasi talep eden bir burjuva sınıfı çıkmamıştır. o tüsiad da gördüğünüz devlet eliyle zengin edilmiş adamlardır yani burjuva değilde zenginler kulübüdür. biraz gelişmiş ülkelerin tarihini incelerseniz bilimsel ve demokratik ilerlemeleri hep yetenekli tüccar sınıfının tetiklediğini anlarsınız. çünkü bu sınıfın işine gelir bunlar. bizde bunlar olmayınca da memur, asker, bürokrat takımıda halkı ezer de ezer. işlerini iyi yapmalarına gerek yoktur kimse de onlardan hesap soramaz. türkiye yavaş yavaş bu ideolojiden uzaklaşsa da onlarca yıllık etkisi azalsa da hala devam ediyor. yoksa köklü burjuva sınıfı olsaydı bugünkü iktidar da bu kadar hoyratça hareket edemezdi "bi dakka dur kardeşim aklını başına al" derlerdi en azından. yinede yavaş yavaş durumumuz iyiye gidiyor. ordu'nun son 20 yılda açık seçik darbe yapamamısın bir nedeni de serbest piyasa ekonomisidir. adamlar biliyorlar öyle darbe yapsalar başbakanı assalar ekonominin allak bullak olacağını.
bana kalsa devletin ordu, ilk-orta öğretim kademeleri ve hastahaneler dışındaki her alandan elini-eteğini çekmesi gerekiyorda neyse.
edit: ayrıca devlet baba'nın kanatları altında olan iş adamları yüzünden özel sektörün rekabet mekanizması felç olmuştur. bu iş dünyasına öyle köklü yerleşmiştir ki etkisi bugünlerde bile devam etmektedir. kaç yıllık zengin patronlar devletten teşvik primi, ucuza kredi vs. almadan bi işe girişmek istemez.
devletçilik adı altında gösterebilecek tek somut örnek yoktur. varsa bile bir şekilde zamla, vergiyle geri ödemişizdir. demokrasidir tabi bütün bunlar siz hiç o güzel beyninizi yormayın safiyeler.
türkiye'deki bütün sorunların(yolsuzluk, yozlaşma, darbe-militarizm, demokrasi kıtlığı, yargı, basın daha giderde gider...) dolaylı yada doğrudan sorumlusu olan ideoloji.
daha çok ekomik temelli bir atatür ilkesidir. amaç devletin ekonomide etkin görev üstlenmesini sağlamaktır. çünkü savaştan çıkmış genç türkiye'de özel sektör yeterince gelişmemiştir. devlet yatırımları bu yüzden kendi eliyle yapar.
bu ilke halkçılığın tamamlayıcısıdır.
ekonomide planlı kalkınma hedeflenmiştir.
karma ekonomiyi esas alan devletçilik ilkesinde özel mülkiyetin olması, devletçiliği komünizmden ayırır.
müdahalecidir, katı değildir.
zamanın şartlarına göre değişmiştir.
bu ilkenin uygulanmasında devlet yalnızca ekonomik faaliyetlerinin temel kaynağını teşkil etmeyip aynı zamanda ülkenin büyük sanayi kuruluşlarınn da sahibi olmuştur.
Cumhuriyetçilik ilkesi toplumu demokratik, özgürlükçü, çoğulcu bir düzende katılan toplum haline dönüştürmek istemektedir; halkçılık ilkesi tüm işleyişte halkın gerçekten etkin olmasını önermektedir; fakat bu nasıl olacaktır? Halk aslında yoksuldur, emeğiyle geçinebilmektedir; güçlüklere karşı, yönetenlere karşı nasıl olacak da gerçekten yasaların verdiği hakkını geçerli biçmde kullanabilecek, etkinlik kazanacaktır? Kalkınmanın veriminden, ulusal gelirden, yaratılan değerlerden; devlet olanaklarının kişiler ve bölgelerarası dağılımından nasıl yararlanacaktır? Bu sorular ve amaç edinilen çağdaşlaşma devletçilik ilkesini yaratmıştır.
devlet, sınırlarla çevrildiği, bağlı bulunduğu coğrafyanın içerisinde insanlar topluluğunun kendisini sistematik şekilde yönetebilmesi, ahali olmaktan çıkıp halk olabilmesi, bireyin anarşi yerine en azından bir düzenin içinde , gerekli statüsünü belirleyebilme ve sosyal yapı içerisinde, ekonomik ahlaki yaşam standardı bakımından kendi hak ve özgürlüklerini savunabilme, kendini ifade edebilme şansını ve hakkını doğuran, yönetimsel anlamda en büyük otorite ve siyasi birlik olduğu düşünüldüğünde, örnek vermek gerekirse hemen yamacımızdaki kuzey ırak'ta kürt kesimin kendilerince bir devlet kurma çabaları göz önüne alındığında, devletçilik sadece ekonomik bir kavram olmaktan çıkıp, aynı zamanda bir ideoloji ve felsefi bir kavram da olmaktadır.
devletçilik ; devrimcilik yani köklü deşisimler getirebilme özelligine baglı bir ilke olarak gelmiştir. ataturk liberal politikaya inanmaktadır. sosyalist ulkelere ait devletçilikle ataturk devletçiligi cok farklı şeylerdir. o zamanki dunya ekonomik krizi patlak verince krizi atlatmak ve ulkeyi kalkındırmak için geçici olarak getirilmiştir.
"Bizim güttüğümüz devletçilik bireysel çalışma ve etkinliği esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde ulusu refaha, ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için, ulusun genel ve yüksek yararlarının gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanlarda, devleti fiilen ilgilendirmektir."
bunun daha sonra katı bir ilke haline getirilmesi inönü dikdatörlügü zamanında olmuştur. ataturk zamanında gecici olarak alınan krize yönelik tebirler ileriki zamanda bir ilke haline getirilip devletçilik adını alır. ataturk daha ılımlı bir devletcilik yandasıyken inönü totaliter rejimlerde olan devletçilikten yanaydı. ataturk ile inönü'nün arası totaliter tek partili bir devlet konusunda acılmıştir. ataturk cumhuriyet yanlısı ve serbest ekonomiden yanadır. ataturk öldükten sonra avrupa'da dikdatör rejimlerin bir benzeri turkiye'ye hakim olur. her dedigi kanun olan inönü, mussolini ve hitler vardır. 2.dunya savasından sonra dikdatörlüklerin yıkılması ve rusya'nın savastan sonra istanbul bogazı uzerinde hak iddia etmesi ile turkiye batılı ülkelerin yanına gecmeye baslar. fakat batılı ulkeler demokrasi yandası ve liberal ekonomi yanlısıdır. mecburen turkiye dikdatörlugunu bırakmak ve demokrasiye gecmek zorunda kalır.devletçilik o gunden sonra anayasa'da yazsa dahi uygulanmayan bir ilke olarak kalacaktır.
katı devletçilik deyiminin anlamı şu konuları okuduktan sonra daha iyi anlaşılacaktır
sıradan bir fizikçi için su 100 derecede kaynar. peki, bu fizikçi inançlı olursa suyu 35 derecede kayanatabilir mi? tabii ki hayır! suyun 100 derecede kaynadığını kabul etmek zorundadır. su işimize gelen sıcaklıkta kaynamaz!
işte tam bu yüzden toplumu işimize geldiği gibi değiştiremeyiz. canımız öyle istiyor, biz öyle tercih ettik diye devletçilik olmaz!
"biz iktidara gelince yoksulların partisi olacağımızdan devletçilik tıkır tıkır işleyecek." diyenlere işte bu yüzden "suyu inancınız tam diye 35 derecede kaynatamazsınız" denebilir. aynı sebepten "ekonomik sistemler, onu yönetenlerin ideolojisinden sandığınız kadar etkilenmez" diyorum. biraz dikkatlı bakarsanız, tüm devletçilik denemelerinin sonuçları birbirine benzer. devletçi ekonomide yolsuzluk olur, istihdam artar, büyük sanayi hamleleri olur, özel mallar kıtlaşır, ekonomi hantallaşır. aksini iddia edenler var ise örnek göstermelidir. demelidirler ki "bilmem nerde devletcilik sayesinde özel mallar bollaşmıştır... bilmem nerde devlet istihdamı düşürmüştür" gibi... bu kadar deneyimden sonra kabullenmek gerekir devletçilik kapasitesi belli bir anlayıştır.
zannedildiği gibi devletin kazanmasına değil, kapsamlı düşünüldüğünde kaybetmesine yol açan düşüncedir. şöyle ki;
çoğu devlet kuruluşu zarar eder. çünkü işin içinde para kaybetme riski, para kazanma hırsı ve rekabet durumu bulunmayan ticari işletmeler gelişmezler. tekel gibi yaygın bir devlet kurumu bile her yılı yüzde 30'a yakın zararla kapatır. limanlar ve şeker fabrikaları da böyledir.
işin içinde para kaybetme riski olmadığı için halka yeterli hizmet veremezler. sonsuz bir kaynağa sahip oldukları için karşısında rekabet edebilmek imkansızdır. bu yönüyle sektörün çoğulcu gelişmesinin önüne geçerler. çoğulcu gelişmenin önüne geçmesiyle de halk hizmet yönünden zarar eder. kurum devletin olduğu için şikayet etsen bile, kimi kime şikayet ediyorsun gibi bir durum ortaya çıkar.
halbuki özelleştiğinde durum böyle değildir. bi defa en başta özelleştirilirken kurum zarar ediyor olsa bile para alınır. bir süre sonra bu kurumların kar eder hale gelmesi de devletçi mantığın ne kadar zararlı olduğunun göstergesidir. bununla birlikte artık para kazanma ve kaybetme durumları geçerli olduğu için ve doğacak olan rekabet ortamında bir veya bir kaç kurum daha bu sektöre gireceği için her kurum daha iyi hizmet vermek durumunda kalacaktır. bundan da en çok halk hizmet yönünden karlı çıkar.
devlet, vergi alırken karlı çıkar.
daha çok işletme daha çok işçi demektir. işçilik azalır.
daha çok işletme daha çok sanayi ve gelişim demektir. zaten modern sosyolojinin yapı taşı sanayileşmedir. sanayi varsa; herşey vardır. yoksa hiçbirşey yoktur.
peki tüm bunlara rağmen atatürk neden devletçiydi?
bi defa atatürk yaptı diye doğrudur gibi bir durum zaten çağdaş bir insan için geçerli değildir. ancak atatürk doğru birşey yapmıştır. neden? nedeni şu, o zamanın türkiyesinde geniş sermaye sahipleri yoktu. sermaye sadece osmanlı'dan kalan altınlar ve sscb-usa ikilisinden gelen cömert yardımlardan oluşuyordu ve sadece devletin elindeydi. başka kimse de zırnık yoktu. bu yüzden ticaretin gelişmesi için atılımları sadece devlet yapabilecekti, öyle de oldu.
ki gerçek tarihi incelersiniz atatürkün böyle bir ilkesi olmadığını, yabancı sermayeye ve özelleştirmelere iyi gözle baktığını görebiliriz.
bugün devletçilik, türkiye sermayesinin yetmeyeceği teknolojileri türkiye'ye getirirken yine kullanılabilir. ama anlayış aynı olmalıdır; yap işlet devret.
devletçilik, ulusal yönetimin devletle birleşmesidir.
ulusal yönetim, ulusun istencine dayanan, bütün toplumsal kurumlarda ulus çıkarını, esenliğini amaçlayan, hukukun üstünlüğünden esinlenen bir uygulama biçimidir. bu uygulama biçiminin ulus adına üstendiği görevler bütününe de devletçilik denir.
devletçilik, bütün vatandaşların kalkınması anlamında, toplumsal bir uygulama yöntemidir. devletçilikte bireysel değil toplumsal ilerleme söz konusudur. devletin görevi tüm yurttaşların esenliği, mutluluğudur, belli ayrıcalık taşıyan bireylerin değil...
atatürk'ün söylevlerinden, konuşmalarından, önerilerinden çıkarılan kesin yargılara göre, ulusun kalkınması, ülkenin bayındır duruma getirilmesi devletin işidir. özel kuruluşlar, tarih boyunca örnekleri görüldüğü gibi, birer kazanç kuruluşudur. az yatırımla çok kazanma olanakları neredeyse, özel işletme araya girer. oysa devletin amacı genel anlamda salt kazanç, salt çıkar değildir.