derviş farsça bir sözdür ve yoksul manasına gelir. tasavvuf ehli varlıktan geçmeyi düstur edindikleri için böyle adlandırılırlar. bulmacalarda 'tasavvuf ehli' sufi diye çıkar lakin.
farsça bir kelime olmakla birlikte bütün müslüman milletlerin dillerine girmiş olan derviş, esas itibariyle "muhtaç, yoksul ve dilenci" anlamlarına gelirse de geniş bir coğrafyada uzun süre kullanılması sebebiyle değişik manalar kazanmıştır.
Güneşe en yakın yer şarkısının bende hatırası olan bir şarkıcıdır. Ne zaman bu şarkıyı dinlesem içim bi hoş oluyor.
Yüreğin yolu tarif etsin, mevsimler gelip geçsin yanımızdan...
günün birinde gezgin bir genç, bir dervişin evinin kapısını çalar. kapıyı açan derviş genç gezgini evine alır. gezgin dervişin evine bakar bakar, boylu boyunca duvarı kaplamış kitaplar, köşede bir sedir, sandalye ve masadan başka bir şey göremez. ve sorar:
- evinizin diğer eşyaları nerede acaba? sizin koltuklarınız, kanepeleriniz, mutfağınız yok mu?
derviş gülümser ve soruya soruyla karşılık verir.
- senin de yalnızca , sırtında taşıdığın çantan var. peki senin eşyaların nerede?
söyle bakalım güzel kız der kime bu elmalar?
kız cevap verir biraz utanarak, mahcup bir sesle sevdiğime derviş baba.
peki kac elma götüreceksinn sevdiğine?
insan hic sevdiğine gönderdiğini sayar mı derviş baba.
usulca başını öne eğmiş derviş , kırmış tespihini.
senin aynada apaçık gördüğünü gölgende görendir derviş lakin üzerinden hırkasını çıkarıp önüne atarsa başına geleceklerden kork...
1005 gün riyazet ederler buna çile çıkarma ritüeli denir. derviş olmadan önce niyet sınanır saka postu denilen yerde 3 gün boyunca kişinin iradesini sınanır lakin sonrası uzun bir maraton...
"derviş dervişin arkasına sırayla geçermiş" sözünde bahis konusu edilen ve bir gün ben senin ebeni (iski) hayaliyle zamanı nı sabırla bekleyen kişiye denir...
filozof belirtileri gösteren din adamı.
tarihte muhteşem dervişler yaşamıştır anadolu topraklarında, halen kendinden ve eserlerinden bahsedilir.
bide internette derviş olanlar var, işte öylesi düşman başına.
dahi heykeltraş ilhan Koman'ın tek parça ağaçtan yaptığı; en önemli eserlerinden biridir. bu heykele ''40 ayak'' adını da takmıştır koman.
Bu çalışmasının en önemli özelliği; heykelin eğimli bir zeminde yürüyebiliyor olması, bir engelle karşılaştığında devrilmeden ayakta durabiliyor ve kendi ekseni etrafında bir Semazen görüntüsü vererek sürekli titreyerek hareket halinde olması.
Ünlü heykeltıraş, 1970 yılında yaptığı bu eseri önce yaşadığı tekne; hulda'nın zemininde yürüttü, sonra tahta zemin üzerine taşıdı.
Ağacı canlı bir malzeme olarak niteleyen ilhan Koman, bu eserine ağaçta olduğuna inandığı mistiklik nedeniyle 'Derviş' adını verdi.
hulda yelkenine doldurduğu rüzgarlarla akdeniz üzerinde seyrederken, derviş'in hulda zeminindeki mistik yürüyüşünü, dansını izlemek; dahi bir sanatçının eseriyle; her daim mistik bir gösterinin parçası olmak gibi bir şey olsa gerek...
ders veren hikayeleri olan zatı muhteremdir.
işte bir hikaye...
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir.
Meşrebin usulünce ...bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir...
Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir.
Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.
Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
'Kabak aşağı, kabak yukarı.'
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki,
gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!