nihâl atsız'ın 'bozkurtlar' serisinden sonra roman yazarlığını geliştirerek devâm ettirdiği kitaptır.
esâsen nihâl atsız bu romanında daha önce kullandığı hikâye motiflerini tekrar kullanıyor. ilk bakışta yeni ve kendisi için orjinal bir hikâye anlatmıyor gibidir. yine karşımızda soylu olup bundan bihâber bir yiğit var, yine pekte mâkul görülmeyecek bir sevdâ içinde bir asker var ve yine aşk/sevdâlık yiğitliği körelten bir unsur (hattâ suç) olarak karşımıza çıkıyor. daha sonra yazacağı ruh adam'ın aşk üçgeninde geçireceği hâlet-i rûhiyenin ipuçları var bu kitapta, fakat bu hâlet bu romanda çok net bir şekilde öne çıkarılmıyor.
yazar bu romanda, bozkurtlar serisinin aksine, çok daha eli yüzü düzgün bir kurgu ile karşımızda. bozkurtlar serisinde, bana kalırsa, politik görüşlerini aksettirmek uğruna yazılan yan hikâyerle roman kopuklaşıyordu. bu roman yazarın hikâye hâricindeki dünyâsı ile gereksiz meşgûl olmuyor, bilâkis yazarın fikir dünyâsını kaba bir üslupla aksettirmek yerine bunu çok daha edebî bir şekilde yapıyor. örnek vermem gerekirse, bozkurtların ölümü romanında çinlilerin karikatürize betimlenme şekilleri bir süre sonra okuyucuyu rahatsız edecek bir duruma geliyordu. bu romanda ise yazar siyâsı duruşunu dönme piç ilyas ve çingene mıstık karakterleri üzerinden okuyucuyu rahatsız etmeyecek edebî bir üslûpla hissetiriyor. yine düşman olan macarları her fırsatta saygı ile anıp yine gâyet mümkün görünen sahnelerle övmesi de yazarın romancılığını geliştirdiğinin göstergesidir. atsız bey'in, romanları sırasıyla okununca, kendini roman tekniği açısından geliştirdiğini gözlemlemek mümkündür. nihâl atsız'ın bozkurtlar serisini değerlendirirken yazara hamâsetten ziyâde aşkı anlatmanın yakıştığını söylemiştim. deli kurt romanında yine aşkı ve sevdâlığı destânsı bir şekilde anlatıyor. karşımızda yine yiğit ve çok güzel bir kadın var, atsız'ın her romanında olduğu gibi böyle bir figüre hayrân olmamak elde değil. fakat bozkurtlar serisinden farklı olarak bu kez hikâye tamâmen bir aşkın üzerine kurulu. bu aşkı ve sevdâlığı, her zaman olduğu gibi, yine insanı aşık edecek şekilde anlatıyor. yan hikâyelerle (efsânelerle) mevcût olan aşkı daha puslu, daha mistik bir havaya bürüyor. gökçen'in öldürücü, ışık saçan yeşil gözleri, islam öncesi türk kültürünün diğer bâzı ögeleriyle desteklenerek (meselâ yada taşı, geleceği bilme gibi şamanizmden kalma unsurlar vesâire) bu mistik hava daha da süsleniyor. bunların yanında çalık'ın bala hatun'un mezârbaşında yaşadığı olay ve başkarakter 'deli kurt' murad'ın gökçen ile olan ilişkileri (tanışma, konuşma, bakışma, telepati vesâire) hiç şüphe bırakmayacak şekilde karşımızda 'büyülü gerçekçilik' kategorisinde değerlendirilebilecek bir eser olduğunu gösteriyor. atsız'ın daha önceki yazımda adını koyamadığım aşk anlatma ve sevileni (kadını) idealize etme şeklinin gücü bu terimde gizli. yazarın (muhtemelen) kendi yaşadığı ruh halleri romanına yansıyor. nihâl atsız çıkmaz bir aşk yaşıyor, yaşadığını yazıyor...
yazar (muhtemelen) yaşadığı aşkı yazdığı için, âşık oluş şeklini, idealize ediş şeklini yazdığı için 'büyülü gerçekçilik' denilen şey okuyucunun karşısına çıkıyor. fikrimce yazar aşkı büyülü gerçekçilik olarak anlatmıyor, aşkı büyülü gerçeklik olarak yaşadığı için sevdâya düşmeyi romanlarında bu şekilde yansıtıyor. atsız'ın romanlarında güçlü bulduğum ve hoşuma giden şey tamda bu; çünkü ben aşk denilen şeyin büyülü gerçeklik olduğuna inanıyor, gerçek aşkın bu olduğunu düşünüyorum... âşıkların hâlet-i rûhiyesi büyülü gerçeklik sırlarıyla gizlidir, tıpkı atsız romanlarında olduğu gibi, tıpkı nihâl atsız'da olduğu gibi... son romanı olan ruh adam'da bunu (yine) net bir şekilde okumak, genel olarak baktığımızda ise deli kurt'un ruh adam'ın habercisi olduğunu söylemek mümkündür... ve her zaman olduğu gibi deli kurt'taki aşk da mutsuz bir şekilde, murad ile gökçen kavuşamadan, bitiyor...
atsızın yalın bir türkçe ile türkçe bir aşkı anlattığı türkçe bir roman. okunlaıdır hatta imkan var ise filmi çekilmelidir. gökçen kız her gencin rüyasıan girebilir dikkat!
Birden bire hayaletler kayboldu. O zaman büyük bir teesürle başını öne eğen Çakır,Kuran'ın açılmış olduğunu gördü ve keskin sipahi gözleri ay ışığında Yasin'e değdi. Okumaya başladı.
Çevresinde ruhların dolaştığını seziyordu. içi büyük duygularla doluydu.
çok değişik ve fantastik bir kitap. diğer kitapları mükemmel amma ve lakin bu kitabı çok farklı bir içerik ve üslupta yazılmış. ilk okuduğumda beni çarpmıştı.
bini aşkın kitap okudum, felsefi-psikoloji-bilimsel-tarihi-sosyoloji-teoloji kitaplarını bir yana koyuyorum, türk edebiyatındaki yazarların okumadığım bir romanı yok. keza çoğu halk edebiyatı ürününü ve destanları okudum. folklor kitaplarına dek.
dünya edebiyatındaki eski ve yeni yazarların çoğu eserini de okudum ama beni bu denli etkileyen bir roman daha -yaşar kemal'in romanları haricinde- okumadım.
yaşar kemal'i zaten bu kıyastan muaf tutuyorum.
evet, şu bir gerçek ki bizim cumhuriyet edebiyatçıları çok nitelikli eserler vermiş, hepsi ortalama üstü yazarlar. su götürmez bir gerçek dünya çapında kalemler. keza, toplumcu gerçekçiler romanın zirvesi ama gel gelelim hiçbiri ne atsız ne yaşar kemal ile üslup ve içerik bakımından boy ölçüşebilecek düzeyde.
yaşar kemal de toplumcu bir yazar ama onun kaynağı halk edebiyatı, folklor. her romanında halk hikayelerinin büyülü dünyasını bulmak mümkün. diğer toplumcu gerçekçilerden bu noktada tamamiyle ayrılıyor. salt toprak ağası, köylü çatışması yok. romanlarının konusu diğerleri gibi tekdüze ve sıkıcı değil. romanları efsaneler, destanlar, farklı ırkların öyküleri ve halk edebiyatı kültürü ile süslü. birçok sayfada halk edebiyatına atıf, sayfalarda izler bulmak mümkün -bu konuda 2-3 senedir bir yazı yazmayı düşünüyorum ama vakit bulduğumda yaşar kemal ve romanları hakkında uzun bir tahlil yazısı yazacağım-
atsız ve yaşar kemal'in ortak özellikleri folklorik ögelerden beslenmeleri, romanlarına fantastik içerik katmaları. atsız daha ziyade bunu eski türk efsane ve destanlarından etkilenerek yapmış. daha çok halk edebiyatının ilk zamanlarından, yani islam öncesi halk edebiyatından, mitolojik unsurlardan yararlanmış.
yaşar kemal ise halk kültüründe ve halk edebiyatında atsız'dan daha bilgili ve yetkin bir isim. folklor kökenli biri olduğu ve aşıklık geleneği, halk hikayeciliği kültürü içerisinde yetiştiği için tüm halk edebiyatı ürünlerini kullanarak yapmış. yaşar kemal'in romanlarında halk hekimliğini, masalları, halk hikayelerini, ilyas'ı, hızır'ı, maral'ı, 3'ler-7'ler-40'ları, birçok toplumun efsanesini, hikayesini, aşıkları, yırcıları görmemek mümkün değil.
yaşar kemal, bu yüzyılın hatta gelmiş geçmiş, insanlığın en iyi hikayecisi ve romancısıydı. 40'tan fazla romanını okudum, okuyamadığım birkaç romanı kaldı. bir süre sonra romanlarını tekrar okumaya koyulacağım.
hangi romanı olduğunu unuttuğum bir kitabında 2 sayfalık, mağarada geçen cin hikayesini anlatışı var, anlatış tarzı fevkalade ve işlediği konunun fantastikliği muazzam düzeyde. alelade bir cin hikayesini bile çok farklı bir boyutta anlatabilme yeteneğine sahip.
bence atsız'dan üslup olarak daha nitelikli ve daha kabiliyetli bir yazar ama atsız'ın sade üslubu altında mükemmel, noksansız ve kusursuz bir dil var, yazdıklarının içeriği yaşar kemal kadar büyülü olmasa da yaşar kemal'in içeriği ile aynı kalitede. atsız tüm romanlarının içeriğini tarih ve efsaneler ile harmanlamış. içerik ve de konuyu sunmadaki etkileyicilik bakımından eşit oldukları kanısındayım.
fakat şiirde tartışmasız atsız çok daha iyi. yaşar kemal'in şiir yeteneği o denli düzeyde değil. yaşar kemal bir nesir üstadı. düz yazıda şiir yazıp masal anlatan bir adam. ikisini birbirinden ayırmam mümkün değil.
yaşar kemal'in annesi, zamanında onun iyi ki aşık olmasına müsade etmemiş. müsade etmiş olsaydı hiçbirimiz böyle bir ismi hiçbir zaman okuyamayacaktık.
atsız, şüphesiz yaşar kemal ile birlikte türk edebiyatının en iyi romancısı.
geriye kalanlar ancak atsız ve yaşar kemal'in gölgesi olabilirler.
cemil meriç; türk edebiyatı romanın, şiirin yani nazmın zirvesi derken, avrupalıların yazdığı en kaliteli şiirler, baki'nin hatta bizim sıradan bir şairin tek bir mısrasından bile aşağı düzeydedir derken doğru söylüyordu.
romanda anlatılan gökçen'in aslında büyülü güçleri yoktur yalnızca öz be öz türk'tür. gözlerinin güzelliğinin nedeni budur. çok da güzel bakar. bir de otacıdır. o da ailesinin asya'dan getirdikleri bilgi-birikim nedeniyledir.
deli kurt, yıldırım bayazıd ın oğlu isa bey in hiç göremediği çocuğudur. isa bey hamile olan hatununu en çok güvendiği sipahilerden biri olan çakır a emanet eder, o da bala hatun u tımarının yakınındaki anasının obasına götürür ve yerleştirir. bala hatun un murad adında bir oğlu olur, obada murad a deli kurt lakabı takılır...
deli kurt gün geçer gerçek bir sipahi olur, orduya girer, ağasıyla tımar komşusu olur... bir gün gökçen adında bir kız görür, bu kız oba halkı tarafından pek tekin görülmez. peri kızıdır diye konuşurlar, doğaüstü güçlerini bilirler, uğraşmazlar. deli kurt bu kıza gönlünü kaptırır, bir sipahiye yakıştıramaz ama yine de onu düşünmeden edemez...aşkıyla yanar tutuşur, en sonunda aşkını itiraf eder karşılıkda bulur, fakat deli kurt un savaşa gittiği bir sırada obayı sel basar, hem analığı, hem gökçen kızı sel alır gider. savaş dönüşü bunu duyan deli kurt atına atlar ve evini yurdunu bırakarak hiç bilmediği bir yere doğru gider, uzaklaşır...
maltepe, 30.07.1958,271 sayfa.