hayvan otlatmaya gittiğimizde cebinden çıkardığı cakıyla benim için elma soymasını, 'torun cevinzin içidir' diyip beni kucaklaması unutmadım. 'güneşe sırtını dönme sakın' derdi. ben 'neden' diye dorduğumda griye çalan sakallarını düzelterek'güneş güzüne geler lakin sen ona sırtını dönersen kızar sana hasta eder seni' demesini unutmadım birde vefat ettiğinde sedirin üstünde yatan cansız bedenini anlamıştım öldüğünü. deden uyuyor rahatsız demişlerdi ilk kez soru sormadım çaresizdim inandım.
Bir adet yatağan. Benim dede suvariymis askerde. Kısa yataganlardan kullanırlarmış. Ben amcama yalvar yakar istedim vermedi o ölünce gerizekali kuzen bizim başka bir kuzene hediye etmiş.
bir isveç çakısı.
almanya-fransa-ırak ve gürcistan mühürlü eski bir pasaport.
bir büyük çerçeveli fotoğraf.
iki buğulu fotoğraf.
bir not defteri.
ve bir pilot kalem.
Ne giyse benim gözümde çok yakıştırırdı. Tertemiz, uyumlu ve fiyakalıydı her şeyi.
Bir gün "deden hasta" dediler, heybeliada'ya ziyarete gittik. Tepede havadar bir hastanedeydi.
Ne kadar geçti üstünden, ayırt edemiyorum şimdi, bir zaman sonra, "deden öldü" dediler. Salacak'taki o kocaman camiye gittik.
Dedemden kalan son hatıra o cami oldu. Bir de dolabımdaki lacivert vakko gömleği. Ne severdim o gömleği... Her giyişimde Salacak'taki o cami avlusunun serinliği gelir üstüme, yanıma bir hırka alırım.
bir tanesi sağ, diğerinden sinopta bir tane köy evi kalmış, atsan atılmaz, hatırası var. satsan para etmez. para etse bile sinoptaki kuzenler çöker, ben istanbulda olduğum için yine başını alırım. nur içinde yatsa benim için kâfidir.