dolu dolu olan gözlerinize engel olursunuz filmin son cümlesine kadar.
"hayır bu benim için" den sonrası için aynı şey mümkün olur mu bilmem. mutlaka izlenmesi gereken filmlerdendir. *
Rejimin yıkılmaması sağlamak amacıyla Stasi adı altında kurulan bir istihbarat bulunmaktadır.Rejimin yıkılmaması adı altında çoğu sanatçıyı ve düşünürü fişlerler.Bu istihbahratın akademisinde ders veren ve eskiden sınıf arkadaşı olan Yüzbaşı Wiesler ve Amiri Grubitz birlikte yazar Dreyman'ı mualifet olabliceğinden şüpelendiklerı için takip altında tutarlar. Bakan Hempf bu emri verir. Aslında bakanın emeli Dreymanı ülke dısında tutup sevgilisine sahip olmaktır.Dreyman aslında devletine sağdıktır.
Eve gizlice girip bütün pirizlerin arkasına dinleme cihazları yerleştirirler. Bütün hayatlarını gece gündüz hiç ara vermeden dinlerler.Bütün herşeyi rapor haline getirler. Uyuşturucu kulanan kız arkadaşının zorla bakanla birlikte olduğunu öğrenen Dreyman birde mualif olduğu için artık hiç bir oyunu oynatılmayan arkadaşının intiharını öğrenince Batı almanyada çıkan bir dergiyle anlaşarak olayları anlatan bır yazı yazmaya karar verir ve bunun için özel daktilo getirtilir çünkü o zaman almanyada bütün daktilolar kayıt altında minyatür kırmızı bantlı olan bu daktiloyu yazdıktan sonra kapının eşiğinin altına saklar.Aslında herşeyden haberdar olan Wiesler Dreyman'ın yazdığı yazıları rapor etmez ve ona gizliden hayranlık duymaya başlar.Kimse yokken eve girer ve okudugu kıtapları okur. Bir gün kız arkadaşını Stasi zorla alır. Kız arkadaşına daktilonun yerini söyletir. Eve baskın yapılır, bu sırada kız arkadaşı evden hızla cıkar araba çarpar ve kız ölür. Arama sırasında kapının eşiğindeki daktilo bulunamaz. Wiesler onu saklamıştır.
Grubitz bunları bilir ama kanıtlayamaz o yuzden Wiesleri mektupların konturol edildiği biryere sürer.4 yıl geçer ve Berlin Duvarı yıkılır Almanya birleşir. Stasti butun belgelerını halka açar ve Dreyman bunları okuyup Wieslerinin onlara yardım ettiğini anlar ama gidip konuşmaz. Ona hitaben kitap yazar ve bu şekilde Wiestere teşekkür eder. Wiesler bu kitabı gördüğünde ona yazıldığını anlar.
teğmenin yemekhanede fıkra anlattığı sahne en can alıcı sahne, bir fıkra yüzünden sadece kariyeri değil hayatı bitebilecek olan bir teğmenin yaşadığı korku insanların nasıl bir hayat sürmek zorunda olduklarını açıkca gösteriyor. sürekli izlenmek, sanki bir hapishanede yaşamak.
etkili anlatımı ve hümanist yaklaşımı ile çok etkileyici bir film.
filmin bitmesine yakın çoğu kişi gibi georg dreyman "wiesler ile neden konuşmadı ki" demiştim son sahneye kadar. ancak son sahneyi gördükten sonra böyle olmasının ne kadar mantıklı ve anlamlı olduğunu anladım. (ya da konuşsa mıydı lan?)
--spoiler--
filmin sonunda dreyman bir apartmanın önündeyken evsizler gösteriliyor hemde duvar yıkıldıktan sonra sanırım kapitalizmin etkisine vurgu yapılmış ya da ben öyle hissettim.
--spoiler--
komünizm ve kapitalizm arasında seçim yapılmamış. iyi insan kötü insan arasında ki fark yansıtılmış.
aklımda kalan tek sahne ise yarbayın sanatçıları guruplandırıp seninki 4. sınıf 1 sene hücre hapsindne sonra hiç bir şey yazamaz demesiydi.
tek kelime ile başyapıt. son 10 saniyesindeki HGW'nin donuk bakışı ile yüreklerin amına koymuştur. Filmde verilen mesajlar ise üst düzey bir kalite ile ortaya konulmuştuş. Konu ve işleniş 10 numaradır.
demir gibi adamın midesine oturan filmdir. oyunculuk, hikaye ve görüntü ile birbirine uyum sağlayan hatta harikalar yaratan bana kalırsa tek alman filmi.
sosyalizm gibi muazzam bir ideolojinin bile insanların sefil egoları araya girdiğinde can sıkar hale gelebileceğini anladığımız film.
he bizim memleketteki adam sosyalizmi anca inanç, namus, osmanlı-rus ilişkileri falan gibi salak argümanlarla, yalın ayak başı kabak bir tarzla eleştirir.
o bakımdan doğu alman bir yönetmenden, geldiği yere dair güzel bir eleştiri olmuş ve hatta eleştirinin aslında bir sanat olduğunu ortaya koymuştur.
ancak filmin asıl derdi kesinlikle siyasi değildir.
film aslında bir nevi wiesler'in yoludur.*
wiesler olaylar karşısında kendi doğrusunu ortaya koyan ve kendi doğrusu için ait olduğu yere, ait olduğu yerin anlayacağı dilde muhalefet eden adamdır.
bir not da ulrich mühe'ye düşmek isterim. evet, son sahne çok vurucuydu. ama film bittiği gibi sözlükleri gezip, gözümden ne kaçmış, atladığım ne var diye bakarken ulrich mühe'nin 2007'de öldüğünü öğrenmek ciddi anlamda daha vurucu oldu. böyle oyuncu az bulunur.
film duygu olarak bana biraz filler ve çimen'i hatırlattı. evet, çok çok farklılar ama iki tarafta da filler ve çimenler vardı.
Öyle bir film ki başta kıl olduğum bir karaktere sonunda hayran bırakmayı başarıyor. Peki bunu nasıl yapıyor? inanılmaz bir senaryo ile tabii ki. Amerikalılar bu filmi pek normal olarak görüyormuş. Kendileri çekse acaba aynı şeyi düşünürler mi merak konusu. Boşuna da merak etmeyin. The Hurt Locker'a Oscar'ı yapıştıranlardan herşey beklenir. Böyle güzel bir film sayesinde birçok şeye karşı bakış açım değişti. Bu da yetmedi ama bana, filmin sonunda dumur oldum. Bir sanat filmi olduğu kesin. Ama bunu sanat olsun torba dolsun diye değil gerçek bir bakış açısıyla anlatmışlar. Sosyalizme dair çokça şey var. Duvar yıkıldığı an da aslında özgürlük ve sanatın önünün açılmasından bahsediliyor. Bunları da baştan kötü gözüken bir adam ile gözümüze sokuyorlar.
Hauptmann her duyguyu canlandırdı bende. Aslında o soğukkanlı adamdan hiç beklemediğim şeyler aldım filmde. insanın gerçek görüntüsünden ne kadar uzak olabileceğinin bir resmi gibiydi adeta. Sanata ve sanatçıya karşı bir duruş sergiliyordu belki de, kim bilir. Filmde de beni en çok etkileyen karakter olmayı başardı. Fakat yaptıklarıyla değil, hissettikleriyle.
Baskının altından kalkmak her zaman zordur. Doğu Almanya Hükümeti bunu zamanında hissettirdi fazlasıyla çoğu insana. Demokratik ve özgürlük düşünceleri sanatçı ağırlıklıydı. Ancak fikirlerin önüne hiçbir şey geçemiyor. Bütün baskı rejimleri zorlamalarla birşeyler olacağını sanmıştır çoğu zaman. Öyle ki filmde insanlar intihar kitaplarıyla göz göze geliyorlar. Ne kadar zorlayıcı olduklarının sadece bir göstergesi.
2006 yapımı film mutlaka izlenmesi gerekenlerden.. Çok farklı pencereden alabildiğine yaşam yumağı. Bunu çok güzel bir dille anlatıp sonlarına doğru kurgu parçasını ortaya sermiş. Film bittikten sonra çok yoğun duygular hissedebilirsiniz. Şu kare filmi izlerken çok şey ifade edecektir.
izledikten sonra Ulrich Mühe'nin muhteşem oyunculuğundan etkilenip kendisini biraz araştırayım dedim ve 2007 yılında kanserden vefat ettiğini öğrenince gerçekten üzüldüm.
ölmeden izlenmesi gereken filmdir. sosyalizmin kendi çıkarları doğrultsun da kullanıldığını anlatan filmdir. sosyalistler iyi izlesin adam olsunlar 40 yaşından sonra alkole vurmasınlar kendilerini uyansınlar artık başa geçen herkez sistemi kendi için kullanacaktır. kaybeden yine halk olacaktır.
film vardır, izledikten iki gün sonra adını unutursun ; film vardır, birkaç gün etksisinden kurtulamazsın. bu da ikinci tip filmlerden.
birde bu tip filmlerde o etkiden kurtulunamazsa, bu durum adım adım filmi tekrar izleme arzusuna götürüyor adamı. bende de öyle oldu. bir-iki hafta sonra açıp tekrar izledim. en son bir-iki ay sonra bir daha... toplamda yaklaşık 3 ayda 3 kere falan seyrettim. daha uzun vadede belli aralıklarla da izleyeceğim gibi görünüyor.
ve ulrich muhe, sen ne büyük bir adamsın. nur içinde yat.
Türkçede "diğerlerin/ başkaların hayatı" anlamına gelen 137dakkikalık siyasi alman filmidir. Rejisörlüğünü Florian Henckel von Donnersmarck'ın yaptığı film 2006 yılında yayınlanmıştır.
sanatın insanlar üzerindeki etkisini en güzel anlatan filmlerden. daha doğrusu tarihini en başarılı şekilde sinemasına aktarabilen Alman sinema sektörünün kaçırılmazlarından..
2006 yapımı bir alman filmi. türkçe adıyla başkalarının hayatı diye çevrilmiş. henüz berlin duvarı yıkılmadan önce, doğu almanyanın içinde bulunduğu kültürel ve siyasal baskıyı anlatır film.
politik film babında, bence en mükemmel en samimi en gerçekçi filmlerdendir.
filmin son sahnelerinin birinde geçen "sizin gibi insanlar ne yazık ki bu ülkeyi yönetti!" cümlesini, yaşadığı ülkede kimi politikacılara söylemeyi hayal eden milyonlarca insan yaşıyordur eminim.
film hakkında yapılan yorumlara bakıyorum da genelde "sosyalizmin ne boktan şey olduğunu anlatıyor" vs.. diye yorumlar var. rejim üzerinden ne diye bakıyorsunuz. bize demokrasi diye yedirilen ülke rejimlerinin bundan çok farklı bir yanları yok. elbiseler farklı sadece.
teğmenin, yemekhanedeyken alaycı bir başbakan fıkrasını anlatırken rütbeli tarafından duyulması ve sonrasında teğmenin işinden atılma kaygısından dolayı yaşadığı o korkuyu izlerken sanki etrafımda sürekli
olan, tanıdık bir sahneyi izliyormuşum gibi geldi bana.
türkiye'de bir devlet memurunun kurum içerisinde, 'aman işimden olmayayım' diye devlet hakkında olumsuz şeyleri konuşmaktan çekinmesi; ya da bir belediye içerisinde, o belediye hangi partiye aitse, o parti hakkında olumsuz şeyler söyleyememesi, işinden olma korkusu...
güzel, sağlam bi sistem eleştirisidir.sistem nerde başlar ve insan nerde bunun içine girer ve tüm sistemi batırır.
sistemlerde başa geçenlerin bi şekilde diktaya yöneldiği gözlemlenir.
sistem artık sistemi uygulayanları dahi tehdit edici boyutlara vardığı zaman karar verme anıdır.
güzel ve kaçırılmaması gereken bi film.