ahlaksız yazar bozuntusu.
ben demiyorum kendisi diyor.ben de derim o ayrı da, neden bu kadar popüler olduğunu anlamıyorum bir türlü. ahlaksız olmak neden bu kadar prim yapar hale geldi, neyi var bu adamın bu kadar sevilecek özenilecek?
gece gündüz içip önüne gelenle yatmanın, sabah akşam küfretmenin neyi cazip, zor değilki bunu yapmak. her gün üç şişe şarabı çek, sağa sola küfret, becerebilirsen denk getirdiğinle seviş al sen de bukowski'sin işte.ama o yazar diyceksin di mi?
sen de yazarsın sen de yazıyosun arkadaşım.
ahlaklı evlat yetiştirmeye çalışan anana babana yanarım ben başka bi şeye değil.
siz dünyayı kurtarın bende nasıl kurtardığınızı yazayım lafı bukowski'nin kısa bir özeti gibidir herhalde. onun dünyaya ve olaylara bakışı en iyi kendi sözüyle anlam bulur. toplumun hep kıyısında köşesinde yer tutmak, düzen diye adlandırdığımız her şeyin uzağında dolaşmak, tüm değer yargılarımızı fütursuzca hiçe saymak, nihilizmin derin sularında gezinmek, her daim marjinal olmak ve tüm alışkanlıklarımızı, sıkıcı yaşamlarımızı protesto edip onlara okkalı bir küfür savurmak, en nihayetinde içmek,içmek,içmek...işte size charles bukowski ya da kendinin hoşlanacağı şekliyle at yarışı ve seks düşkünü, alkolik yazar hank.
almanya doğumlu bukowski iki yaşında ailesiyle beraber gelir amerika'ya ve hayatını geçireceği los angeles'a yerleşirler. okuldan sonra ülkeyi dolaşmaya ve hayatını ikinci sınıf işler yaparak kazanmaya başlar.yazma sevdası da gençlik yıllarında ortaya çıkar. yazmaya çalışırken ölümüne açlık çektim der. ona göre yazar olmak; enfes güzellikte bir kadınla sevişip üstüne para almak gibi bir şeydir. ama hiçbir yazdığının yayınevleri tarafından yayınlanmaya değer bulunmaması ve her şeyin kötüye gitmesiyle yazmayı bırakır ve bir barfly olarak yaşamaya başlar.ta ki bir gün karaciğeri iflas edip öldü diye kendisini los angeles'da bir hastanenin düşkünler koğuşunda bulana dek.kendi deyimiyle "içmek her sabah dirilinebilen ve her gün tekrarlanabilen bir intihar şeklidir". doktorların ameliyat olmazsan ve tek bir yudum dahi içersen yaşayamazsın demelerine rağmen ameliyat olmayı reddeder. hastaneden çıkar çıkmaz ilk işi ise bir bara gidip kaldığı yerden devam etmek olur. daha sonra ise bir daktilo alıp yazmaya yeniden başlamak. nihayetinde hayattayken basılan 45 kitap ve bir senaryo ile gönüllerimizde sarsılmaz bir yer edinir.
"siz dünyayı kurtarın, ben de nasıl kurtardığınızı yazayım" ya da "senden korkmuyorum, çünkü bana yapabileceğin her şeyi zaten yapabilirsin" diyen manyak herif. okudukça bırakmanız imkansız olacak yazar kişi...
Andemach, Almanya dogumluyum. Babam isgal ordusunda asker, annem Alman'di. iki yasimda Amerika'ya getirildim. Kısa bir süre sonra Los Angeles'a taşındık. Hayatım bu sehirde geçti. iki sene Los Angeles City College'a devam ettim ancak kendi kendimi egittigimi söylemek daha dogru olur. Okuldan hemen sonra ülkeyi dolasmaya başladim. Geçimimi ikinci sinif bir çok iş yaparak kazandım sehirlerin çogunu gördüm ve yüze yakin ise girip çiktim. Yazmaya çalisirken ölümüne açlik çektim. Günde bir çikolatayla yetinerek haftada üç dört öykü yazmaya çalisiyordum. Çogu zaman daktilom yoktu. El yazisiyla yazdiklarimi Atlantic Monthly, Harper's ve New Yorker dergilerine postaladım. Hepsi geri geldi. "Nihayet 24 yaşımda, bir öyküm Whit Burnett'ın çıkardığı Story dergisinde basıldı. Ardından Portfolio dergisinde bir tane daha. Her zamankinden fazla içmeye başlamıştım, sonraları yazmayı kesip sadece içtim. Bu on yıl sürdü. Benim kadar ümitsiz olan kadınlarla geçirdiğim on yıl. şiddetli bir iç kanama sonucu kendimi Los Angeles hastanesinin düşkünler koğuşunda buldum. On iki şişe kan, on iki şişe glikoz verildi. Ameliyat olmayı reddettim. Ameliyat olmazsan ölürsün,' dediler. 'Bir kadeh bile seni öldürür,' dediler. Bana çifte yalan söylediler."Hastaneden çıkınca iş ve kalacak bir yer ayarlamayı başardım. Her akşam iş çıkışı eve dönüp tonlarla bira içip şiir yazmaya başladım. iki haftada 60 kadar şiir yazmıştım ama onları ne yapmam gerektiği konusunda hiç bir fikrim yoktu. Elime şiir dergilerinin bir listesi geçti. içlerinden biri Wheeler, Texas bölgesindendi. Tamam, asmalar içinde bir villada yaşayan, kanarya yetiştiren yaşlı bir kadının çıkardığı o tür dergilerden biri olsa gerek, bu şiirler onun panikmetre ibresini zıplatır diye düşündüm. şiirleri postalayıp aklımdan sildim. Dahi olduğumu ilan eden övgü dolu şişkin bir mektup aldım. işler iyiye gidiyordu. Yanıtladım. Harlequin dergisi bir sayısını tümüyle benim şiirlerime ayırdı. Yazmaya devam ettik. Beni ziyarete geldi. Oldukça çekici, sarışın bir kızdı. Evlendik ve Texas'a gittik. Milyoner bir ailenin kızı olduğunu orada öğrendim. Evliliğimiz iki buçuk yıl sürdü. "Yazmaya devam ettim, şanslıydım. Tekrar öykü yazmaya bile başlamıştım. Çoğu Evergreen Review dergisinde yayımlandı. Şiir kitaplarım çıkmaya başladı, senede bir gibi. Bir yeraltı gazetesinde "Notes of a Dirty Old Man"başlığı altında yazmaya başladım. Open City gazetesinde başlayan bu yazılar daha sonra Note Express ve L.A. Free Press'te sürdü. Bu öyküler sonradan Black Sparrow ve City Lights tarafından kitap olarak basıldı. Elli yaşında çalışmayı bıraktım (başkası hesabına çalışmayı) ve ilk romanımı yazdım. Post Office. 20 şişe viski, 210 şişe bira ve 80 puro tüketerek, 20 gecede. Black Sparrow yayımladı.0 günden beri yazarak geçiniyorum.Black Sparrow yayınevinden John Martin'in büyük yardımı dokundu. Hayatımın sonuna kadar tek satır yazmasam da ayda 100 dolar vaat etti. Hangi yazarın böyle bir şansı olmuştur? "Geçmiş yüzyıllarda yazılanlar beni pek açmadı; aşın ciddi ve resmi buldum. Birkaç istisna dışında yapaylığa çok yakın. Bu bana devam etme gücü verdi. Celine'in Gece'nln Sonuna Yolculuk kitabını severim, Hemingway'in ilk dönemi, Villon, Neruda, Salinger, Knut Hamsun'un tüm yazıları ve Fedor Dos. Bunların dışında pek bir şey yok. Yazmayı sürdürüyorum. Çoğunluk underground ve pek zengin değil. Olması gerektiği gibi. Haftada bir-iki, at yarışlarına giderim. Klasik müzik (Stravinsky ve Mahler) ve birayı severim. Romantik ve duygusalım. Boks maçlarından tat alırım ve hayatıma giren kadınlardan birkaçı beni bulutların üstüne çıkarmayı başardı. "Hakkımda yazılanlara gelince, bazı tanıtma yazıları, makaleler, bir kitap ve bibliyografi sayılabilir; ancak onlar bu duvarın arkasındaki dolapta bir yerdeler ve şimdi gidip ararsam terler, sıkılırım. Siz de bunu istemezsiniz biliyorum. Sagolun. Ayrıca daktilo ve imla yanlışları için özür dilerim.ikisine de hiçbir zaman fazla ilgi duyamadım.
her insanın zaman zaman yaşadığını hissettiği dibe vurma eylemini hayatının merkezi haline getirmiş ve kendini tabiri caiz ise çöp kutusuna atmiş kişi. buna rağmen hâlâ hakkında konuşuluyor, düşünülüyor olmasını boşvermişliğin bile bir seçim olduğunu kavrayabilenmesi ve bundan faydalanılması gerektiğini düşünmesine borçlu. herkesin yaşayabileceği ama yapamayacağı şeyleri yaptığı için var.
annesi alman, babası polonyalı, amerikalı şair-yazar
en kısa andır mucize
yalnız kalmaktan daha kötü
şeyler de vardır hayatta
ama genellikle
bir ömür alır bunun farkına varmak
o zaman da çok geçtir
ve çok geçten daha kötü
bir şey yoktur hayatta.
onu her nasılsa yazışma ya da şiir veya dergiler yoluyla tanıdım
ve bana tecavüz ve şehvet konulu çok seksi şiirler yollamaya başladı,
ve işin içine biraz da entellektüellik karışınca
biraz kafam karıştı ve arabama atlayıp Kuzey'e sürdüm;
uykusuz, akşamdan kalma, yeni boşanmış,
işsiz, yaşlanmış, yorgun, beş on yıldır
çoğunlukla uyumak ister bir halde, sonunda moteli buldum
küçük güneşli bir kasabada toprak bir yol üzerinde
ve orda oturup bir sigara tüttürdüm
düşündüm, gerçekten delirmiş olmalısın diye,
ve bir saat geç çıktım
kadınla buluşmaya, epey yaşlıydı,
nedense benim kadar, pek seksi değildi
ve bana çok set, ham bir elma verdi
kalan dişlerimle çiğnediğim;
adı konulmamış bir hastalıktan ölüyormuş
astım gibi bir şeyden, ve
sana bir sır vermek istiyorum dedi, ben de
biliyorum; bakiresin,35 yaşındasın, dedim.
ve bir defter çıkardı, on-oniki şiir:
bir ömürlük çalışma ve okumak zorunda kaldım
ve anlayışlı olmaya çalıştım
ama çok berbattılar.
sonra onu bir yere götürdüm, boks maçlarına
ve ellerini kenetleyip
dumanın içinde öksürdü
ve etrafına bakınıp durdu
bütün insanlara
ve sonra da boksörlere.
sen hiç heyecanlanmazsın, değil mi? , dedi
ama o gece tepelerde epeyce heyecanlandım,
ve onunla iki-üç kere daha buluştum
şiirlerinin bazılarında yardımcı oldum
ve dilini boğazımın yarısına kadar soktu
ama ondan ayrıldığımda
hala bakireydi
ve berbat bir şair.
düşünüyorum da bir kadın açmamışsa bacaklarını
35 yıl
iş işten geçmiştir
aşk için de
şiir için de.
'aynı kadınla iki kez
evlenerek hayatımı mahvettim'demiş
William Saroyan.
hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler
her zaman vardır,
William,
neyin veya kimin
bizi önce
bulduğuna
bakar,
mahvolmaya hep
hazırızdır.
mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.
ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intiharların,ayyaşların,hapisane
kuşlarının,uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin.
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının.
en güzel dibe vuran adam. şiirlerinde birilerinin arabesk dediği ancak büyük bir yergi içeren gerektiğinde edebiyatçı olmasına karşı çıkan ailesini bile eleştiren bir tutum bulunan insan. can yücel'le birlikte datça'da karşılıkla oturup küfür ediyor olsalardı keşke hala balkondan balkona.
okumaktan sıkılınmayacak yazar. hayatı cok uclarda yasamıs mutlu da olmus mutsuz da... yazilarinda hayati, insanlari ve dünya sistemlerini en iyi sekilde elestirmis insan.
şiirlerinin başlarını oldukça subjektif yazan ancak genelde sonlarına yakın olarak mesaj verme işine koyulan kadına düşkün ve bir o kadar da düşkün olmayan şair.
Ahlakın tanımını yeniden yapan, yaptığı tanıma uygun da bir hayat süren, arkasındaki ve önündeki ile ilgilenmeyen (aslında sadece önündekidir onun varı, yoğu, zoru), anı yaşayan, hatta yaşamın dibine vuran hoş adamdır.