sosyolog demeye dilimiz varmamaktadır. cunku garip bir isyan haliyle kullandıgı kavramları, hangi baglam icine hapsettigini siirsellik ugruna okuyucuya acıklamaz, kargasa yaratır. dedigi meselede dusunce basamaklarını takip edemeyip, retorigine kanmak an meselesidir. bu netlikten uzaklık ise onu yolun en basında rasyonellikten yoksun kılıyor, o ise " e be canım ben oyle yazsaydım cemil meric olabilir miydin hic?" diye gulmeye devam ediyor. tefekkur adamlıgı elbette en yakısan sıfat olarak kalacaktır. ilginc bi de ornek bu ulke den,
"demek ki islamiyet in temel mefhumu: esitlik. bu bir amac degil, bir hak. hurriyet esitligin bir baska adı veya gorunusu. sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde kimin, kime karsı hurriyeti? batı, hurriyeti, bir hata isleme hakkı olarak tarif ediyor. muslumanın boyle bir hakkı yoktur. cunku o ebedi hakikatin, yegane hakikatin, cihansumul hakikatin emrindedir.
...demokrasinin ta kendisidir islamiyet. ama batınınkinden cok baska bir ruh ikliminde gelisen, cok baska umdelere dayanan bir demokrasi"
iltifata susuz bir mütefekkir, mütercim ve münekkid, mütecessis bir fikir işçisi. bu ülke'nin aydın sıfatını gerçekten hakeden ender düşünürlerinden.
diyalektikten bir an olsun vazgeçmemiş bir marksist, hayatının sonuna kadar. ama marx'ı peygamber olarak görmemiş, bir bilim adamı olarak hakettiği değeri vermiş, diyalektik materyalizmi yani marx'ın insanlığa en büyük hediyesini tarihi açıklamada bir yöntem olarak benimsemiş mütefekkir.
balzac çevirilerine, balzac'ın yazmak için ayırdığı zamandan daha fazlasını ayıracak kadar yaptığı işe saygı duyan bir mütercim.
çok zor beğenen bir münekkid. nevi şahsına münhasır insan.
gazete, dergi ve kitap yapraklarıyla kanatlanan aydındır ve kendi ifadesiyle kertenkeleler buna gülmüştür.hatay'da lise yıllarında milliyetçi iken hocalarını yetersiz milliyetçi gördüğü için onlara köşesinden nefret dolu yazılar yazan; imandan şüpheye, şüpheden inkara ve inkardan maddeciliğe hazin geçişler yapan meriç bir batılıdan doğuyu dinlediğinde hayran kalmış ve hint medeniyeti üzerine araştırmalar yapmıştır.en verimli yıllarında gözlerini kaybetmesine rağmen kitap yazmaya ara vermemiştir.bu ülkede hint medeniyeti ile ilgili denemesinde bahsettiği tagor kendisidir.kitaplar için "yazarla okuyucu arasında aşıkane mülakattır" diyen meriç'in gözleri bu aşktan kör olmuştur."murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir" derken o günlerin öfkesi görülürken, "sağ kovuğuna çekilmiş münzevi, mazlum, mustarip.sol, eline tutuşturulan reçeteyi kekeliyor, manasını anlamadığı reçeteyi.tek ortak duygu:düşmanlık.diyalog yok.tanzimat'tan beri hazır elbiseye meraklıyız, hazır elbiseye ve hazır medeniyete.." derken dünden bugüne değişmediğimizi, sürekli atalet halimizi ve uykuyla uyuşukluk arasında geçen fikri hayatımızı özetliyor..
edit:türkiye cumhuriyeti devlet olamadıkça yetiştirdiği insanların kıymetini bilemeyecektir.
Fransız mandası altında yaşayan Hatay da bütün Türk gençleri gibi Cemil Meriç de Türkçüydü; fakat bir gün Büchner in Madde ve Kuvvet ini okudu ve bütün hayatı değişti. Artık o bir ateistti. Lise yıllarında okuduğu Marksist klasiklerin tesiriyle de maddeciliğe yöneldi, hatta istanbula okumak için geldiğinde Nâzım Hikmet ve Kerim Sadi gibi ünlü sosyalistlerle tanıştı.
O güne kadar tek işçinin bile elini sıkmadığı halde Marksistlik iddiasında bulunan genç düşünür, bunun gerçeklerden bir çeşit rüyaya kaçış olduğunu çabuk fark etmişti etmesine, ama bu arada Hatay hükümetini yıkmaya teşebbüs iddiasıyla tutuklanıp idamla yargılanmış, sonunda beraat etmesine rağmen bütün tanıdıkları kendisiyle selamı sabahı kestikleri için aşağı yukarı yirmi yıl, bir Jan Valjan hayatı yaşamak zorunda kalmıştı. Bu hayatı onun için çekilir kılan, kitaplardı; engin tecessüsü ve Antakya Sultanisinde öğrendiği kuvvetli Fransızcası sayesinde Avrupa kültürüne açıldı. Bu öyle bir açılıştı ki, kendi ifadesiyle, coğrafyasında Asya yoktu ve sadece diliyle Türktü.
Işık Doğu dan gelir!
Hind dünyasını bir Avrupalının, Romain Rollandın kılavuzluğunda keşfeden Cemil Meriç, ondan ilk hocam diye söz ediyordu; ama dikkatini Ganj kıyılarına asıl çeken Schopenhauer ve Schelling oldu. Keşfettiği elbette Avrupalının gözüyle Asyaydı, ama Asya Büyü bozulmuş ve bir tane Avrupa olmadığını da o zaman anlamıştı.Olemp ararken Hind çıkmıştı karşısına. Bunun da bir kaçış, bir arayış olduğunu bilecek kadar tecrübeliydi, ama Vedalar Çağını incelemeden on dokuzuncu asrı doğru anlamanın mümkün olmadığını artık biliyordu. Böyle meselelerle oyalanmanın bir çeşit kaçıklık olarak görüldüğü bir kültür ortamında yıllarını düşüncenin, hürriyetin vatanı olarak gördüğü Hinde veren ve oradan tesamuhu, düşüncenin gökkuşağını bütün renkleriyle sevmeyi, peşin hükümlerin mahpesinden kaçmayı, hakikatin çeşitli yönlerine eğilmeyi, hayatın her tecellisine saygı beslemeyi öğrenen Cemil Meriçin öğrendiği bir gerçek daha vardı: Ex Oriente lux, yani Işık Doğu dan gelir!
Cemil Meriç, heyecanlar dolu Hind macerasını, 1964 yılında yayımlanan Hind Edebiyatıyla taçlandırdı. Dört yılda yazdığı ve harf harf hayatını işlediği bu eser, aynı zamanda onun yayımlanan ilk telif eseriydi. iyi ama, ne zamana kadar Ganj kıyılarında oyalanacaktı? Bir gün Konyaya giderken yol arkadaşlığı yaptığı üniversiteli bir genç, Sen bizden değilsin! deyiverdi. Kendisini dinleyelim:
-Evet, ben onlardan değildim. Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yorulmuştum. Bu hüküm hakikatin ta kendisi idi. Tanzimattan bu yana Türk aydınının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: Aldanmak ve aldatmak. Bu lânet çemberinden nasıl kurtulacağız? Gerçeği görmek, hatayı sonuna kadar yaşamakla mümkün. Yığın Avrupalılaşırken aydınlar Türkleşmeli. Ve çalışmağa başladım. Spinoza kırk dört yaşında ölmüş, Nietzsche kırk dört yaşında delirmiş. Ben yolumu kırk dört yaşından sonra buldum.
Genç düşünürün bulduğu yol Bu Ülkeye, yani kendi ülkesine çıkıyordu. Gözlerini kaybettiğinde yaşadığı trajedinin bir benzerini de bu yol ayrımında yaşadı: Aralarında kendini daha rahat hissettiği aydınlarla artık aynı dili konuşmuyor; fakat yeni dilini az çok anlayanlarla birlikte olmaktan da pek hazzetmiyordu. Kendini ne sağda hissediyordu, ne solda. Çaresiz, Fildişi Kulesine çekilerek düşünmeye ve yazmaya başladı. Esasen dış dünyaya kapanıp iç dünyaya açılan gözleri onu bu kuleye kapanmaya zorluyordu. iç dünyasında Doğunun ışığı vardı ve onun Doğusu artık Hindle sınırlı değildi; engin tecessüsü bütün Doğuyu kuşatmak istiyordu. Düşünce dünyasının yıldızları arasında artık sadece Homeros, Eflatun, Marks, Nietszche, Balzac, Victor Hugo gibi Batılı şair, yazar ve filozoflar değil, Biruni, ibn Rüşd, ibn Haldun, Gazzali, Fuzuli, Baki, Ahmed Cevdet Paşa gibi Doğulular da parlıyordu. Mesela Medeniyetlerin Defter-i Amali dediği ansiklopediler hakkındaki uzun yazısında, ansiklopedi kelimesini kullanan ilk yazarlardan ve Diderot, Dlambert gibi ilk ansiklopedistlerden söz ederek günümüze geldikten sonra islâmda Ansiklopediyi anlatmaya koyulmuştu. Yüz on sayfalık bu yazının altmış sayfası, bizde uzmanlar dışında hiçbir aydının bilmediği Safa Kardeşlerin, yani ihvanu s-Safa nın Resail ine ayrılmıştı. ilk baskısı Pınar Yayınları tarafından 1984 yılında yapılan Işık Doğudan Gelir, bu yazıyla başlıyordu.
Dünya kültürünün ve düşüncenin bütün ufuklarında gezinmeye kararlı olan Cemil Meriçin tecessüsü dur durak bilmiyordu. Seyyid Hüseyin Nasrın islâmın Kozmolojik Doktrinleri adlı eserinin Türkçeye çevrilmesi münasebetiyle yazdığı yazıda, islâm medeniyetinin bazı meselelerine girmiş, başka bir yazısında da Türk muhafazakârlarının hiç ilgi duymadıkları bir konuyu, Kitab-ı Mukaddesi ele almıştı. Bu yazılar, Işık Doğudan Gelir de ikinci ve üçüncü sıralarda yer alıyor, onları Herbelot nun Doğu Kütüphanesi adlı eseri hakkındaki yazısı takip ediyordu. Cemil Meriç in Muhteşem Bir Abide diye nitelendirdiği bu eser, Hugodan Nervale kadar Doğuyla ilgilenen bütün Avrupalı şair ve yazarların başvurduğu ana-kitaptı.
Bir aslına dönüş hamlesi
Işık Doğudan Gelir, bu kitaba adını veren Ex Oriente Lux başlıklı yazıyla devam ediyor. Düşüncelerinin gelişmesinde etkili olan Quinet, Michelet ve Edouard Schuré gibi yazarlardan, özellikle Quinetin Dinlerin Ruhu, Schuréun Doğu Mabetleri ve Büyük Ermişler adlı kitaplarından söz eden Cemil Meriç, bu yazının Işık Doğudan Gelir sözünden bahsettiği bölümünde, beyaz insanın Amerikayı keşfedip Pasifik Okyanusunun öbür ucundaki ihtiyar annesiyle, yani Asyayla karşılaşalı beri, misyonunu daha aydınlık olarak görmeye, devrî hareketini ve birliğini anlamaya başladığını, o andan itibaren menşeine hasret duyarak Ex Oriente lux diye haykırdığını söyledikten sonra şu hükme varıyor: Modern düşüncenin bu aslına dönüş hamlesi, hem içtimaî bir içgüdü, hem de dinî bir özleyiştir. Farkında olsak da olmasak da, bu iki duygu birbirinden ayrılamaz.
Batıda ve Doğuda akıl meselesinin Hermetik düşüncenin enine boyuna incelendiği yazılarla devam eden Işık Doğudan Gelir, islâmda tercümenin ve ibn Haldunla ilgili bazı meselelerin ele alındığı yazılarla noktalanıyor.
Bu etkileyici eserin ikinci baskısı, ilkinden tam yirmi dört yıl sonra iletişim Yayınlarınca yapılmış bulunuyor. Mahmut Ali Meriç tarafından yayına hazırlanan ve Bütün Eserleri dizisinin 11. kitabı olarak vitrinlerde yer alan yeni baskının ilkinden farkı, yazıların kısa alıntılarla özetlendiği, hazırlayanın imzasını taşıyan Sunuş& yazısıdır. Bir de bazı yazıların sonundaki dipnotlar sayfa altlarına alınmış, o kadar. Metinlere ufak tefek düzeltmeler dışında müdahalede bulunulmadığını belirtmekte fayda görüyorum.
Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelirde, dünya kültürünün lâbirentlerinde dolaştırdığı okuyucularına yaşadığı maceranın ne kadar heyecan verici olduğunu çok iyi anlatıyor. Tutkunlarına duyurmak benden.
nurculukla sosyalizmin çok büyük benzerliklerinin olduğunu ve bu iki gücün birleşmesi halinde mükemmel bir ortadoğu sentezi oluşacağını savunan komplekssiz sosyalist müslüman.
* Güz mevsiminin ortasındayız
Dağların tepelerinde kar var
Kar bir yük gibi binmiş dağlara
Benim hüzünle yüklendiğim gibi adeta
Dağ nice yükler kaldırır daha
Oysa ben
Diyar-ı gürbette
Küçük bir han odasında
Mum ışığının altında
Bilmem daha ne kadar yük kaldırabilirim
Bilmem daha ne kadar dayanabilirim gurbete
HÜZÜNLÜ GURBETE
Karlar eridiğinde mi kavuşurum acaba
Geride bıraktığım ahbaba
Kader güldürür benim de yüzümü elbet
Biter elbet bu HÜZÜNLÜ GURBET
* Bugün son sinek de soğuktan öldü
Son gül soldu,son yaprak döküldü
Ay bulutların içine gömüldü
Son ahbap da diyar-ı ahirete göçtü
Bir bu heyhula kaldı buracıkta
O da ölümünü bekliyor küçük bir odacıkta
Bir damla su misali küçük bir kovacıkta
Bir mezardır istediği kdüz bir ovacıkta
Halini soran yok mu bu kimsesize
Sorarlar bir gün bunun hesabını size
Muhtaç bu garip bir çift söze
Basar bağrını küçük bir köze
"Öldürdüğünüz kadar yaşar, çaldığınız kadar kâm alırsınız"
"Senin yıldızların kelimeler, söyle raksetsinler, alev saçlarıyla sonsuz bahçesinde hayallerinin"
"Söz, iki sonsuz arasında çırpınış"
Cemil Meriç.
Cemil Meriç gece gündüz okurdu. Bu yüzden gözlerinin gücünü her gün biraz daha yitirdi. Ne var ki, o buna hiç aldırmaz, odasında masasının üstüne sandalye koyar, kendi de sandalyeye çıkarak kitabını ampüle 30 santim uzaklıkta tutardı. Bunu, elektirik ampülünü aşağıya kadar uzatacak kordona verecek parası olmadığı için yapardı. Bunca parasız oluşunun sebebi ise, eline geçen paranın tamamını kitaba yatırmış olmasıydı. Kendisine birşey sorduğunuzda, size verdiği karşılığın filanca yazarın filanca kitabının filanca sayfasında olduğunu belirtirdi.
türklük ve türkçülükle alakası olmayan birdir. yazdıklarından da çok rahat anlaşılır bu kişinin maksadı. bir dönem komünist sonra milliyetçi tek ayağı çukura girince islamcı olmuş bir yanar dönerdir. kısacası ümmet soysuzluğunu genç dimalara allayıp pullayıp, süslü kelimeler ile yamamaya çalışan bir çeşit meczuptu. hayatı ve yaptıkları bana necip fazıl kısakürek'i hatırlatıyor, zira o'da cemil meriç gibi fırıldak bir fikir hayatı yaşamış ve genç dimaları zehirlemeye çalışmıştı.
lise yillarinda sosyalist, daha sonralari turkcu, daha sonralari dinci olmus, ataturk'un "fikirlerimin babasidir" dedigi ziya gokalp'i durkheim'in komisyoncusu olarak niteleyip, isgalcilerin borazanligini yapan, kurtulus savasina karsit yazilariyla mustafa kemal ve arkadaslarina eskiya diyen vatan haini ali kemal'i masum ve sirin gostermeye calisan, ataturk'e deccal, turkler'e yecus ve mecuc'lerdir diyen saidi kurdi garabetine ovguler yagdiran, bir dusunce firildagi, bir fikir acizi.
henüz sadece bu ülke'yi okumaya nail olabildiğim ve neredeyse her satırını ezberlediğim, Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük ve en işe yarar sosyoluğudur. bazı yerlerde öyle vurucu ve gerçekçidir ki, okurken gözerini ovuşturmaktan kendini alamaz insan.
"Ne güzel tarif; Gerici: bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeye çalışan (kimse). (Meydan-Larousse). Tarifin tek kusuru bu ucubenin hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını söylememesi.
Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.
IV. Murat'a, "Süleyman devrine dön!" diye haykıran Koçi Bey'den Reşit Paşa'ya kadar Osmanlı Devleti'nin bütün ıslahatçıları gerici. Dante, yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac eserini iki ezelî hakikatin ışığında yazar: kilise ve krallık. Dostoyevski maziye âşık. Dante gerici, Balzac gerici, Dostoyevski gerici."
ahh daha ne olsun.
nasıl bir zekadır ki, "hatırlayıp hatırlamamkta hür müyüz?" diye kendini sorgulayabilir.