uzun zamandır nick altı başlığına yazılmamış yazar. anlaşılan o ki, oldukça da sevilen bir şahsiyet. kendisini tesadüfi olarak uzun mesafe ilişkisi başlığına yazdığı yazı sonucu gördüm, merak ettim, bakayım dedim ve burdayım. allah bu güzel insanın güzel giden ilişkisini tamamına erdirsin, saygılar, sevgiler.
özlenenözlenenözlenenözlenenözlenenözlen... öhm, neyse. şamar oğlanım olma yolunda emin adımlarla yürürken, itinayla arkamı toplar bir de bu yüce şahsiyet. seviyorum.
doğum günü kutlu olasıca dördüncü nesil... (nasıl giriş bu ayol?)
doğum gününü en içten dileklerimle kutladığım biricik... (bu da olmaz ki. puff...)
iyi ki doğmuş olan tapılası... (böyle söylersek herkes tapmalıymış gibi olmaz mı? yalnız ben tapabilirim ona. iyelik eki gerek.)
aşk'ım. (bundan güzel tanım mı var ulan?)
senden uzak geçen günlerimin en zorlusuyla karşı karşıyayım bugün. vuslata minicik bir zaman dilimi kaldığını biliyoruz ikimiz de. ancak yine de bir sızı var derinlerde bir yerde. geçtim bilgisayarın başına bu en zor günümde. açtım winamp denen icadı. attım içine the beatles arşivimin tamamını. shuffle diye bir hadise var bildiğin gibi. dedim kendi kendime; bu özel ve güzel olduğu kadar kahredici günde the beatles ve shuffle ortaklığı yönlendirsin yazacaklarımı. ne büyük şans, ilk şarkı olarak two of us çıktı karşıma, "ikiniz de bilincindesiniz vuslatın yaklaştığının oğlum" der gibi.
"You and i have memories, longer than that road that stretches out ahead."
diye haykırıyor john ve paul abim liverpool aksanlı uzun hava tarzında. "daha da artacak. her geçen gün daha fazla anı biriktireceğiz torunların kafasını ütüleyebilmek için." diye iç geçiriyorum, elimde resmin dilimde ismin...
bak sonra ne çalıyor çakal winamp;
"Because you're sweet and lovely girl, i love you. Because you're sweet and lovely girl, i do. i love you more than ever girl, it's true."
"herhalde be abi. ömrümde gördüğüm en tatlı insan benim biricik aşk'ım." diyorum nur içinde yatasıca george abime.
"i want you in the morning girl, i love you, i want you at the moment, i feel blue, i'm living every moment girl, for you. i loved you from the moment i saw you. You looked at me, that's all you had to do. i feel it now i hope you feel it too. i'm having the blues"
ah ah... nasıl da görmüş geleceği 40 sene öncesinden harrisonların en ünlüsü. nasıl da bilmiş benim sana nasıl aşık olacağımı. tek bir kısmını yanlış düşünmüş güzel insan george. "i feel it now i hope you feel it too" demiş. belki kafiye derdinden, belki de notaları tam yerleştiremediğinden "i feel it now. i am sure you feel it too." diyememiş ben gibi.
yok yok, bana winamp'ın bir oyunu olmalı bu. bugüne dek hiç bu kadar sıralamamıştı şarkıları namussuz. duyuyor musun sevgilim? bak ne çalıyor?
"Ah, because the world is round, it turns me on, Because the world is round. Ah, because the wind is high, it blows my mind, Because the wind is high. Ah, love is old, love is new, Love is all, love is you. Because the sky is blue, it makes me cry, Because the sky is blue."
aşk sensin meleğim. beynimin her bir hücresine yaldızlı harflerle işlenmiş olan aşk, sensin. ömrümce hep düşlediğim, beklediğim, bazen ümidi kessem de varlığına olan inancımı yitirmediğim aşk, her dilde ve her lehçede, ihtiva ettiği bütün anlamlarıyla senmişsin. sensin.
tesadüf diye bir şeyin olmadığını, farklı boyutlarda ve fakat yanıbaşımızda olan kimi arkadaşların bunları ayarladığını söyleyenler var. neredeyse konu hakkındaki vardığım bütün sonuçları ve sunduğum antitezleri bir kenara bırakıp inanacağım adamlara. günün anlam ve önemine göre çalıyor şarkıları winamp. acaba seni de karşıma bu tip küçük düzenlemelerle bu arkadaşlar mı çıkardı? teknik olarak birbirine çok benziyor nasıl oluyorsa. olay örgüsü tıpkısenin karşıma çıkışın gibi. baksana hangi şarkının çaldığına;
"You say it's your birthday, it's my birthday too, yeah. They say it's you birthday, We're gonna have a good time. i'm glad it's your birthday. Happy birthday to you."
işte böyle biricik aşk'ım. doğduğun gün benim de doğum günüm. doğduğun gün benim kaderimin başlangıcı. doğduğun gün geleceğimin aydınlık olacağını müjdeledi. sen doğduğun gün üçüncü yaşımı bitirmeme on gün vardı. şimdi ise yirmidördüncü yaşımı bitirmeme on gün var. bazen sormak istiyorum niye yirmibir sene bekledin diye. ancak korkuyorum meleğim, büyü bozulacak da sen gideceksin diye. hani iman sahibi insanlar şükretmenin önemini anlatırlar türlü örneklerle. sanırım hakılılar meleğim. sabır ve şükür damga vuracak bizim mutlu geleceğimize.
"i would like you to dance, Take a cha-cha-cha-chance, I would like you to dance, Ooo, dance, yeah."
fakat sen o şansı vermiştin zaten. bu da nereden çıktı? niye şans istiyor bu yahu?
"Happy birthday to you. Happy birthday to you."
doğum günün kutlu olsun sevgilim. mutlu olsun sevgilim. mutlu ol sevgilim.
dur bakalım yeni şarkı başladı. ne diyecek acaba liverpool'dan çıkan dört güzel insan.
"i've got every reason on earth to be mad, 'Cause i just lost the only girli i had, If i could get my way, i'd get myself locked up today, but i can't, so i'll cry instead..."
yo yo yo... terbiyesiz winamp! bu hiç olmayacak!
sanırım başka boyutlardan bize selam eden değerli arkadaşlar onların varlığını sorguladığım için kızmışlar. mesaj vermeye çalışıyorlar akıllarınca. kapatıyorum lan winamp'ı. çok beklersiniz kukuletalı cüceler. bu hiç olmayacak!
daha önce defalarca bahsettim duygularımdan. yüreğimde, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi uçuşan kelebeklerin de desteği ile haykırdım içimdekileri. kah direkt yüzüne karşı, kah bir paravanın ardından, kah tek ses telimi dahi titreştirmeden. bazen de şehrimin sensiz sokaklarında avazım çıktığı kadar, nefesim kesilinceye dek haykırıyorum. bilmem, şu an bu satırları okumakta olan uludağ sözlük komünitesinin çılgın üyeleri ne düşünür ama burada da haykırmak istiyorum seni sevdiğimi. belki "özel yaşamın gereksiz teşhiri" olarak algılanır. belki "hatun kişiler karşısında olduğundan farklı görünmeye çalışmak" olarak nitelendirilir eylemim. belki öyledir. belki sadece "kabaran duyguların dışavurumu"dur. belki de bir köpek hassasiyeti ile "burası benim bölgem" deme kaygısıdır. "herkes akıllı olsun. yengenize yanlış olmasın." diyorumdur elde tespih, omuzlarda ceket...
elalemin, önyargılarla çevrili "sindirme" çabaları zerre umrumda olmaz evvelden ezelden. ben içimdekileri anlatmak istiyorum yalnızca. kendimi anlatmak istiyorum. seni anlatmak istiyorum. seni anlamak istiyorum. belki biraz da mesaj kaygısı güdüyorum haddim olmayarak. şimdiden söylüyorum; çıkacak anafikir "sevmenin ve sevilmenin üzerinde hiçbir duygunun olmaması"dır.
henüz beş yaşında iken hayat mottomu belirledim ben. mutlu bir yuva kurmak, evleneceğim kadına iyi bir eş, çocuklarıma iyi bir baba olmaktan gayrı istediğim bir şey yoktu, çocuk olmaktan kaynaklı oyuncak dileklerini hariç tutmak kaydıyla. o dönemlerde, henüz ismini bilmediğim bir duygu gerekiyordu hayat mottomu gerçeğe dönüştürebilmek için. ilk ergenlik yıllarımda hissetmeye başladım o duyguyu. bazı arkadaşlarımın imla hatalarıyla çevrili yazılarından öğrendim adını da. sadece üç harften oluşuyor olması şüpheye düşürmüştü ilk karşılaştığımda. bu kadar derin anlamlar ifade eden ve böylesine önemli sonuçlara gebe olan bir duyguya yalnızca üç harfin reva görülmesi şaşırtmıştı körpe zihnimi açıkçası. dünya üzerindeki hakim dillerde, bu duyguya en büyük önemi o "kaba" almanların veriyor oluşu apayrı bir şaşkınlık sebebi idi, liebe yazarken kullandıkları beş harf ile. neyse ki, o romantik fransızların da bu yüce duyguya beş harf ile saygı duruşunda bulunduğunu öğrenmem uzun sürmedi. zaten, zihin arenamda vuku bulan nitelik ile nicelik arasındaki kıyasıya rekabeti niteliğin kazanmasına bu durum sebep olmuştu ilk kez. kendi meşrebimce hayaller kuruyordum hep. gençlik çağım hayallere sığınarak geçti zaten. bir kadın düşlüyordum yanıbaşımda. bir kadın ki, bir bakışımdan ne hissettiğimi anlayan, bir bakışı ile yapmam gerekenleri sıralayan. bir kadın ki, yanında hüngür hüngür ağlayabileceğim, sıcaklığı ile bütün sıkıntıları aşabileceğim inancını aşılayan. bilirsin, eski türk filmlerinde çok işlenmiştir aşk, evlilik ve bunlara bağlı olarak gelen tarifsiz mutluluk. işte bu filmlerdeki karakterlere özenirdim ben. aile şerefi filmindeki yaşar usta olabilmeyi isterdim mesela. nalan'ı ile ağaçların arasında kovalamaca oynayan, yakaladığı gibi pembe panjurlu ev hayallerinden bahseden ferit olmayı da...
en deli olduğum zamanlarda da, sükunetin damarlarımda bir çağlayan gibi aktığı anlarda da, yanımdaki kadına o gözle baktım her defasında. aşk isimli duygunun her halini hissettim şu, normale kıyasla kısacık hayatımda. bazen de hoşlantıyı saplantıya dönüştürdüm, hayallerimin kutsiyeti neticesinde, başarıyla. her ne kadar iyilik timsali, mutlulukların her çeşidi hakeden bir adam olmasam da, herhangi bir eleştiri payı bırakmam hayallerimin kutsiyeti hususunda.
yirmidördüncü yaşıma adım adım yaklaştığım şu günlerde, geriye dönüp baktığımda yaşadığım hiçbir andan dolayı pişmanlık hissetmiyorum hiçbir hücremde. geleceğe dönüş filminde verilen yan fikirlerden, "geçmişin herhangi bir yerinde, en ufak bir anda bir değişiklik olduğu takdirde, gelecek bambaşka bir hale gelir." düşüncesini barındırıyorum zihnimde. o, hayallerimde yaşayan kadının yerine, senden önce pek çok yanılsamayı koymuş olmak suçlu hissettirse de, pişmanlık duymuyorum bozulur büyü de sen gelmezsin bu kez diye. hayallerimdeki kadının karşısına çıktığım güne gelebilmek için aşılması gereken engeller gibi geliyor hepsi nedense. yaşayarak öğrenmenin, duygusal ve zihinsel gelişim açısından önemini somutlaştırıyor hepsi belki de. bütün o yanılsamaları, sana ulaşmama yardımcı olmalarından dolayı şükranlarımı sunarak, onların hayatında bulunduğum yere, geçmişin tozlu raflarına kaldırıyorum bir daha açılmamak üzere.
kendimden çokça bahsettim yine. fakat bilirsin beni, çenem açılınca susturmak güçtür olabildiğince. beni sana, seni bana getireni anlatmak istedim sadece.
sen, hayallerimin başrolünde olan kadınsın. bunu adım gibi biliyorum. daha önce hayatıma ve/veya hayallerime giren yanılsamalara hep güvendim ben. fakat, hiçbirinin ağzından çıkanı yemin bilmedim. hayatıma giren arkadaş, dost, sevgili ve dahi aile ferdi olan hiç kimseye böylesine güvenmedim. ömrümce hiç kimse, kendini senin kadar net ifade etmedi, dürüst olmadı bana karşı. hiç kimse "acaba hakkımda ne düşünür" demeden, böyle açık konuşmadı benimle. sen bana derdini anlattın. ben dinledim. sen anlattıkça koştun bana, ben dinledikçe. ölünceye dek hiçbir zaman minnetimi esirgemeyeceğim bir güç derman kattı bacaklarımıza. o, dikenlerle, yılanlarla, cam kırıklarıyla ve devasa ateşlerle çevrili karanlıkları aşmamıza yardım etti. bize inanç verdi. sevginin gücüne inanmamızı sağladı. ne büyük tesadüftür ki, tam da "sevmek" temalı şarkıların yankısı dinmek üzere idi kulaklarımızda. seni bana getirdi sevgili. daha nasıl yardım etsin ki.
sen, gönlümde fırtınalar kopartan ay parçası... sen, ruhuma esenlik katan kanatsız melaike... sen, zihnimdeki bütün hayallerin gerçekleşmesini sağlamaya and içmiş yüce varlık... sen, gözlerime inen perdede her daim gördüğüm tapılası kadın... sen, aşkı anlamlandıran kardelen... sen, kulaklarımda ilelebet çınlayacak, ruhuma hoşluk katan yegane sesin sahibesi... sen, geleceğimi yüreği ile aydınlatan sevdam... sen, beni karanlıklardan çekip alan güzellik abidesi... sen, alev alev yanan yüreğimin tek sahibi... benliğimin, geleceğimin, hayallerimin, her şeyimin tek sahibi sensin. sonsuzluğa giden yolda kavalyen olarak iyi ki beni seçtin. iyi ki beni sevdin. iyi ki seni sevmeme izin verdin. iyi ki güneşim oldun. iyi ki merhem oldun geçmişime, iyi ki huzur kattın bugünüme, iyi ki ışık oldun geleceğime. binlerce şükürler olsun seni bana getirene. binlerce şükürler olsun seni tanıdığım güne. binlerce şükürler olsun sana ulaşmamı sağlayan her saniyeye ve herkese.
evet, uzağız sevgilim. kilometre bazındaki büyük uzaklık aramızdaki sevgiyi köreltemeyecek yemin ederim. seni ömrümce mutlu edeceğime söz veririm. sensiz yaşamayacağıma bütün inandığım değerler üzerine and içerim. hiç bırakma beni. yüreğinden atma yüreğimi. sonsuza dek sev beni.
seni çok seviyorum aşk. seni her şeyden ve herkesten çok seviyorum. herkesin huzurunda yemin ediyorum, seni çok seviyorum ve sonsuza dek seveceğim. şu an ne kelimelerim ne de ses tellerim yeterli gelmiyor sana olan aşkımı haykırırken.
ilk yengecimcimcim, hayatıma en son girenlerden, ama iyi ki girmiş olanlardan. sevdim ben pek, münasip gördüm verdim abimi gözümü kırpmadan.* e insanın 20 sene sonra buldugu abisinden vazgecmesi pek kolay olmuyo haliyle.*
abimle dura dura kendisinde de biraz "icemezsin"lik bas gostermeye baslamıs, hadi hayırlısı, nolacak benim bu halim be sözlük ühüü...
uzak diyarlarda kırlangıç yağmuru altında kalmış melek. şimdi o kırlangıçların yaralarını sarmakla meşgul. sapasağlam hale getirip geri yollayacak. söz verdi kendi de gelecek binlerce kırlangıcın bir olup oluşturacağı devasa kuşun kanadında. beni de alacak diğer kanada. uçacağız birlikte mutlu yarınlara.
aylak gelmiş aylak gidecek, tadından yenmeyen bir insan, ulan varya böyle yanakları mıncık mıncık, mıncırılmalı bu kızın, beşiktaşlı oluşundan mıdır nedir, bir de böyle delikanlı havası var, allahım yarebbbiiim yhaaaa, sohbet desen, dibini bulamazsın, arkadaşlık, dostluk, bu insanın varlığıyla anlam buluyor, her şeyini anlat, dinlesin, çözümler sunsun, bir de türkü söyledi mi... seni kim bilir, kim nerde bulsun...
dünyanın en çirkin, en patates suratlı, en ağzıbozuk, en arsız, en beşiktaşlı, en deli kızı. bi de en aşık olmuş utanmadan. ailecek evlense de kurtulsak gözüyle bakıyoruz.
sayın uludağ sözlük moderasyonu ve değerli uludağ sözlük yazarlarının huzurunda seslenmek istediğim kişi.
benimle yeri geldiğinde bir parça ekmeği, bir yudum suyu, kalp desenli bir yastığı, marmara denizine nazır tomurcuklanan gül ağacını ve dahi ömrünü paylaşır mısın?
caylakgeldimcaylakgidicem : atar yapacaksan düzgün yap dostum... öyle bana bak sen falan diyip beni bilgisayar başında zor durumda bırakma dostum. insan bekliyor devamını...
Onurkul : o demoydu... shareware yani, parayı ver atarın devamını gör *
iyi insandır hoş insandır... korkuyorum bir gün sincan tekmesi atar mı diye... atabilir... atar mı atar lan...
zirveden zirveye dönüyoruz dolaşıyoruz geliyoruz bu başlığa *
13 eylül ankara iftar zirvesinde fatihkul ve beni domine etmiştir. hiç diğer yazarlarla muhabbet etme şansı tanımamıştır bize ağlamak istiyorum ama kendimi toparlamalıyım. *
iftar süresince hoş sohbetimizi daim oldu. masamızdan gülücükler eksik olmadı, *sohbet muhabbet derken, bir baktıkki aha bu fener - hacettepe maçı başlamış. maç ankara'da eee bizde ankara yazarıyız evelallah, başladık tezahürata, bir ara amigo gibi olsamda sağolsun bana ayak uydurdu. *
akabinde start verildi koşu başladı * yürüyüş konusunda sınıfı geçti fatihkul ve bana ayak uydurabildi. eee bu yazı nasıl sonlanacak ?
güleryüzlü bir o kadar sevecen... (bunlar klişe laflar gibi geliyor olabilir ama, klişe olmayıp gerçekten bu özellikleri taşıyan insanlar var (bkz: caylakgeldimcaylakgidicem))
Üzerine oynadığımız anlarda sıkılmadan espirilerimize gülen, çocukla çocuk olan kişiliği olgun yazar kişisi... Animelerden fırlamış daima güleryüzlü bir çehre.
Belirtmekte fayda görüyorum kendisi tobb (top'ta olabilir) teknolojisi ve ekonomi (tam terside olabilir) üniversitesinde eğitim görmektedir.