hayatta ben en çok babamı sevdim.
karaçalılar gibi yerdenbitme bir çocuk
çarpı bacaklarıyla- ha düştü, ha düşecek...
nasıl koşarsa ardından bir devin,
o çapkın babamı ben öyle sevdim.
bilmezdi ki oturduğumuz semti,
geldi mi de gidici hep, hepp acele işi!..
çağın en güzel gözlü maarif müfettişi,
atlastan bakardım nereye gitti,
öyle öyle ezber ettim gurbeti.
sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40'ı geçerse ateş, çağ'rırlar istanbul'a.
bir helallaşmak ister elbet, diğ'mi, oğluyla!
tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,
ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
en son teştifine çıkana değin
koştururken ardından o uçmaktaki devin.
daha başka tür aşklar; geniş sevdalar için
açıldı nefesim, fikrim, canevim.
hayatta ben en çok babamı sevdim.
Can Yücel....Şiiriyle bana babamı ve çocukluğumu hatırlatan ve buruk tebessümlerime neden olan çok sevilesi şair baba..
''dün gece kendi ellerimizle
yalniz yattik
senin elin can baba
datça'da topragin altinda
yesil bir dalin kökünü oksuyordu
kandilli ilkokulunda
pis bir tatil günüydü..''
(bkz: yilmaz erdogan)
inanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.
Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse..
Evet Sevgili, Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!
zamanın sert milli eğitim bakanı, munis mevlevisi hasan âli yücel in oğludur. kendisi devrimci kisiliği dolayısıyla babasıyla problem yasasa da hayatta ben en cok babamı sevdim (#11091) mısrasıyla babasına olan sevgisini ya da malum sevgi aclığını anlatmaktadır.
can baba olarakta bilinir/biliriz, entellektüel karekterinin yanı sıra sakallı, bilge, baba, delikalı durusu da ona muhabbet beslemememize yol acar.
hakkında ayrıntılı inceleme icin varlık dergisinin subat/2006 sayısına bakılabilir.
bir şiirinde göt lafını kullandığı için mahkemeye çıkar can baba,hakim sorar,nie göt dedin die,bşlar can baba anlatmaya,tama hakim bey ama önce bişey anlatayım der,başlar anlatmaya
-bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler. koca devletin koca doktoruna. doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere.
köylüler tabi 'tamam dohtor bey' diyip köye giderler. köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez.
bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, "biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey" felan der işte. karşıdan doktor bişiler söyler. muhtar döner arkasına: "makattan verin dedi dohtor" der.
yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar
felan, ama makat ne bilen yoktur yine. hasta ise gitti gidecek, ateşler
içinde kıvranıyo baya.
ihtiyar meclisi toplanır. son çare, doktorun bir kez daha aranmasına
karar verilir. yine kimse aramaz istemez doktoru. nihayetinde yine
biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir:
"çok kızacak dohtor çok!" diye.
sonunda telefonu açar, durumu anlatır, doktor bişiler söyler yine.
telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner: "çok kızacak
demiştim; götüne sokun dedi"
sonrada hakime döner,şimdi hakim bey size soruyorum,göte göt denmezde ne denir,bu memlekette göte göt denir.
Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde Latince-Yunanca okuduktan sonra Öğrenimine ingiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde klasik filoloji okuyarak devam etmiş, Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik yapmış, türkiye'ye döndükten sonra da bir süre turist rehberliği arkasından bağımsız çevirmenlik yapmış, nazım nesir çevirileriyle de tanınan usta şair. özellikle shakespeare'in sonnet 66.daki kendine has çevirisi hayran olunasıdır. güzel bir şiiri için (bkz: mare nostrum)
ustada bir basin toplantisinda sorulur
-can bey kadinlar icin ne dusunuyosunuz?
ustad'dan ses cikmaz.baska sorulara bakar.muhabir tekrar sorar
-can bey kadinlar icin ne dusunuyosunuz?
ustad yine duymamazliktan gelir.muhabir biraz sert olarak
-can bey kadinlar icin ne dusunuyosunuz?
-ben kadinlari dusunmem, sikerim, der
1926 yılında istanbul'da doğdu.Hasan-Ali Yücel'in oğlu. Ankara üniversitesi Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesi'nde Latince-Yunanca okudu, öğrenimine ingiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde devam etti.12 Ağustos 1999 tarihinde öldü
ESERLERi
Nazım, nesir çevirileriyle de tanınan Can Yücel, şiir alanında ilk kitabı
Yazma (1950).
Sevgi Duvarı (1973),
-Bir Siyasinin Şiirleri (1974),
Ölüm ve Oğlum (1976),
Şiir Alayı (1981, ilk dört şiir kitabının toplu basımı),
Rengahenk (1982),
Gökyokuş (1984) kitaplarında topladı.
Bütün şiirleri (Gökyokuş dışında) 1985'te yayımlandı: Beşibiyerde.
Öteki şiir kitapları:
Canfeda (1986),
Çok Bi Çocuk (1988),
Kısa devre (1990),
Kuzgunun Yavrusu (1990),
Gece Vardiyası (1991),
Güle Güle- Seslerin Sessizliği (1993),
Gezintiler (1994),
Maaile (1995),
Seke Seke (1997).
Yazıları; Düzünden (1994), Ve Can'dan Yazılar (1995) adıyla yayınlandı.
"Bizim Deniz" adıyla Deniz Gezmiş'e adadığı şiiri;
en uzun koşuysa elbet
türkiye'de de devrim
o, onun en güzel yüz metresini koştu
en sekmez luverin namlusundan fırlayarak
en hızlısıydı hepimizin,
en önce göğüsledi ipi..
acıyorsam sana anam avradım olsun
ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun..
geniş geniş yaşadı hayatı,biraz değişik konuşurdu içkili gibi haliyle. oysa ayık olan biz miydik o mu ben hiç kavrayamadım,biz miydik her şeyi görmezden gelip bir kör gibi yaşayan,o muydu biz onu sarhoş sanarken hayatı tanıyan ve doya doya yaşayan.
orhan veli gibi "rakı şişesinde balık olsam" isteğiyle kalmamış, olmuş; kendisini ayık görmediğim, edebiyatımızın açıksözlü, çoğu zaman sivridilli, kimi zaman en duygulu şiirleri de yazabilen olağanüstü şairi. can baba, can şair... saçı sakalı birbirine girmiş haliyle adam yayınlarındaki bekçinin köprü altı şarapçılarından sanıp içeri almadığını söylerdi arkadaşlar, kendisini tanıtmasına rağmen.
"Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat-sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi"
Beş altı tane güzel şiiri bilinen;ancak her şiiri yaşama dair bir ipucu olan,genellikle muhafazakar kesimin sevmediği,rahat ve söylediklerinin arkasında duran şair.
Birileri tasavvufun en zor anlaşılan felsefe olduğunu savunur, oysa en zor anlaşılan felsefe can baba'nın felsefesidir, çünkü onun felsefesi yaşamaktır, her şeye inat, bir eve kapanıp ölümü beklemek değil.
türkiyenin ilk milli egitim bakanı hasan ali yücelin ogludur aynı zamanda.şiir denilince,aşkı satırlarla sevistirmek deyince,yanlızlık nasıl yasanır anlat deyince,önünde diz cökülesi şair.
Şiirlerinde küfrü ve argoyu bolca kullanan şairdir.Bir şiirinde de istediği gibi ölümünden sonra Datça'ya gömülmüştür.Yaşamı boyunca pek ilgimi çekmeyen şair,geçenlerde okuduğum bir Datça tanıtım kitapçığında torununun çocukça sorusu ile aklımda kalmıştır.Cenaze sırasında torunu -Dedemi buraya mı ektiniz diye sorar.Yazıları ya da kişiliği ile aklımda fazlaca yer etmeyen sanatçı elime tesadüfen geçen bu broşürde torununun minik cümlesi ile aklımdadır bu aralar.