(bkz: buğday#44388369) yukarıda filmden biraz bahsetmiştik, şimdiki entry tamamen buğday filmindeki tarkovsky yansımalarına yönelik olacak.
Semih kaplanoğlu yaptığı her filmde andrey tarkovski’ye selam verme ihtiyacı duyduğunu söylüyordu ve her filminde istisnasız bir tarkovsky yansıması görürsünüz fakat buğday filmi için “sadece selamladım” demek çok masum kalıyor. Kendi tabiriyle Selamladım dediği kısım da filmde tek bir ağacın olduğu sahne vardı hatırlarsınız, o sahneyle tarkovsky’ye gönderme yaptım demişti. Tarkovsky’nin offret filminden anımsayacaksınız. Her neyse diğer sahnelere geçelim.
Şüphesiz film gayet başarılı hatta türk bir yönetmende tarkovski yansıması görmek gurur kaynağı bile olabilir (nuri bilge ceylan ve zeki demirkubuz gibi) fakat bir filmde izleyiciye bu kadar çok tarkovski dedirtmemeliydi diye düşünüyorum.
2017 yapımı bir semih kaplanoğlu filmi. Çekimleri yaklaşık 5 yıl süren film çok farklı coğrafya ve çok farklı iklimlerde çekiliyor haliyle bu kopukluğu önleyip tüm mekan farklılıklarını ortadan kaldırmak ve bütünlüğü sağlamak amacıyla siyah-beyaz olarak kurgulanmış. Görüntü yönetmeni muazzam şüphesiz fakat Kaplanoğlu her ne kadar sadece selamladım dese de ciddi tarkovsky etkisi var. Göze çarpan birkaç benzer sahneye daha sonra başka bir entry’de değinirim o çok ayrı bir konu. (şurada konuşuldu)
Film boyunca erol erin(jean marc barr) karakterinin değişimini izliyoruz. Yolculuğun başladığı andan itibaren bolca tasavvufi atıf var. Kehf suresi’nde geçen musa ve hızır kıssasından esinlenerek bir arayış hikayesi ortaya konmuş. Hatta “buğday mı, nefes(himmet) mi?” Olayı da hacı bektaşı veli ve yunus emre arasındaki hikayeden geliyor. Biliyorsunuz yunus emre de başta buğday demişti. Oysa sonra anlamıştı ki buğday dünyada görünen maddesel bir hal ve nefes olmadan o buğdaya da ulaşmak namümkün. ezcümle kahramanımızın buğday için yola çıktığı o maddesel arayış, sonunda ruhani bir boyuta dönüşüyor. aslında tam bu noktada filmin bir güzel yanı da izleyeni okumaya ve araştırmaya itmesi. şayet film metaforlardan bihaber okunduğunda çok havada kalıyor.
Filmde iki bilim adamı görüyoruz. Biri inançtan bağımsız elindeki bilgi ve teknolojinin yapabilecekleriyle doğanın kontrol altına alınabileceğini düşünüyor, diğeriyse tüm bunları terk etmiş ve başka boyutta bir arayışa geçmiş. Oysa Tarkovsky’nin de hep söylediği bir şey vardı; inanç ve bilim birbirinden çok farklı şeyler değil.
Kaplanoğlu filme distopya denmesine de karşı. Zira filmin verdiği mesajdan da anlayacağınız gibi yaşamın olduğu yerde her zaman umut vardır. Hatırlayın tarkovsky de bir sanat eserinin umutsuzluk üzerine kurulamayacağını söylerdi. Özellikle stalker için gelen eleştirilere umutsuzluk anları içerse bile bir yıkım hikayesi aynı zamanda izleyicide bir umut hissi bırakır diyordu.
https://galeri.uludagsozluk.com/r/2123153/+
Velhasıl sen gel koskoca bilimin arayıp da bulamadığı şeyi minicik karınca bulsun. Sonunda çizilen o karınca yuvası planını vaktiyle aramıştım fakat herhangi bir kaynakta rastlayamadım. kendisi de yörük bir nineden dinlediğini ve anlatırken oracıkta çizdiği planı alıp aynen filme taşıdığını söylüyordu. Fark ettiyseniz karıncaların her buğdayı taşımayışının da bir nedeni var. Her neyse film üstüne konuşulacak çok şey var da yeter yav yorulduk.
tahıllar grubundan en çok yetiştirilen tarım ürünüdür. iç Anadolu Bölgesi üretimde birinci sırada yer alır ve bu nedenle Türkiye'nin tahıl ambarı olarak da ifade edilir.