bu tanrılar da çok oluyor

entry8 galeri0
    1.
  1. kaç kişi bu tanrılar, sorunsalını akla getirmektedir.
    (bkz: beni tanıdılar siz kaçın)
    2 ...
  2. 2.
  3. haklısın abi...
    - bişi sormak istiyorum cevat abi

    - öyle sorulmaz benjamin, annen sana öğretmedi mi terbiyesiz!? bişi yoktur bir şey vardır!

    - özür dil...

    - sıs! bak hala konuşuyor! önce bir sürü terbiyesizlik yap, altüst et ruhsal dengemin rot balans ayarını sonra da geç karşıma ben bir şey yapmadım ki bidibidi! yok benjamin, bu kadarı da fazla, hiç terbiye vermiyor artık aileleri gençlere, başımıza taş yağacak... allahım sen bizi koru... feilatün failün...

    - haklıs...

    - sus dedim benjamin, görüyorsun ki ders çalışıyorum! iki kere iki dört dört kere dört on dört, di mi?

    not: never neverland teşekkürler...
    3 ...
  4. 3.
  5. koltuk sevdası yüzündendir. bu yüzdendir ki biz beyinsiz kullar artık isyan etmeliyiz.
    2 ...
  6. 4.
  7. kadınlara tapan bünyenin dil sürçmesi.
    2 ...
  8. 5.
  9. siz kendi halinizde hayatınıza devam ederken, hiç kimseye karışmazken onların size durmadan müdahale etmesi ve arkalarına tanrılarını alması sonucu hayatından bezmiş olarak ağzınızdan çıkan söz...
    2 ...
  10. 0.
  11. insan; bilincinin uyanışa geçtiği günden bu yana gözle görüp, elle tuttuğunun ötesini merak edip durmuş. Fizik gücünü ve aklını aşan, tanımlayamadığı pek çok doğa olayını belli bir güçle bağdaştırıp, tanrılaştırmıştır. Gök gürültüsünü gök tanrısı "Uranus"un öfkesi, fırtınayı deniz tanrısı "Poseidon"un öfkesi olarak, o yıl ürünün bol olmasını ise, bereket tanrısı "Kibele"nin insanları ödüllendirmesi olarak kabul etmiş.

    Uzunca bir zaman çok tanrılı bir yaşam süren eski uygarlıklar, doğa olaylarını açıklarken bir insan sorunu gibi ele almıştır. insanlar başlarına gelen iyi ya da kötü olayları da üstün bir gücün cezası veya ödülü olarak kabul etmiş. Bu düşünüş biçimi sonrası, çok tanrılı bir yaşam sürmeye başlamış. Sanki insancıl koşullarla donatılmış bir ortamda doğmuş olan bu olay örgüleri, sembolleştirilip, gökyüzüne yansıtılmış gibidir.

    Bu algılayış biçimi sonucu, mitolojik söylencelerde bu kavramlar sembolleşir, simgeleşir. Eski kültürler bunları idealize ettiği tiplemelere dönüştürmüştür. Artık Kibele deyince bereket, selvi deyince ölüm akla gelir. Afrodit dendiğinde ise güzel kadın. Ve bu düşünüş biçimi mitolojik söylencelerin de başlangıcını oluşturmuştur. işte günümüze kadar gelen bu söylenceleri mitolojik anlatılar olarak değerlendiririz.

    ilk insanlar yaşamak zorunda kaldığı kötülükleri aşmak için, kendince çözümler üretmiş. Ateş dansı yaparken, yüzünü boyayıp korkunç bir ifade kazandırarak kötülükleri kovuşturmaya çalışmış. Saldırgan hayvan davranışlarını dansla birleştirerek, seslerini taklit ederek, kendine savunma kalkanı oluşturmaya çalışmış. Zaman içinde sanatsal bir etkinlik olarak kabul ettiğimiz bu danslar spor (jimnastik), tiyatro (pandomim), folklör, dinsel ayin, boyama (resim-süsleme) ve müzik sanatının başlangıcını oluşturmuştur.

    işte insanın zihinsel gelişiminin önemli bir aşaması olan bu dönemle beraber, edebiyatında tohumları atılmaya başlamış olmalı diye düşünürüm. Düş dünyasının genişlemesiyle, düşünsel-kurgusal ürünler vermeye başlamış olmalı insan. Bu durum iki önemli açılım getirir insanlık için.

    Birincisi, insan kendi yaşamını kolaylaştıracak araç-gereç üretmeye başlamış. Bu günümüz biliminin başlangıcını oluşturur.

    ikincisi ise; düşsel-zihinsel kapasitesini genişleterek sanatsal üretimin başlangıcını oluşturur.

    Eski uygarlıklar, büyük olasılıkla bugün yaşantımızda yer alan bazı konfor ve teknolojilerin büyük bir kısmını hayal bile edememişlerdi. Düşleyebildiklerini ise, kendi güçleriyle başaramayacaklarını düşünmüş olmalılar ki tanrısal güçlerin gösterisi veya cezası olarak tanımlamışlar. işte bu yüzden gök gürültüsü, sel, doğal afetlerin pek çoğunu tanrıların gazabı olarak kabul etmişler. Bu afetleri insan ilişkilerindeki haksızlıkların cezası olarak tanrıların gönderdiğini inanış haline getirmişler. Bu olgular üzerine binlerce öykü, şiir, masal, ağıt, destan bırakarak edebiyatın ilk tasarımlarını oluşturmuşlar.

    Mitolojik söylemler önce sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarılmış olaylardır. Bu sözlü edebiyat ürünleri bazen kahramanlık öyküsü, bazen bir tanrı cezası, bazen tanrıça gazabı, bazen savaş anlatısı olarak insanlığı derinden etkilemiş olaylardır. Bizim toplumumuzda daha çok destan tarzında kendini gösteren mitolojik olaylar çağımız yazılı edebiyatında pek çok yazarımızı derinden etkilemiştir. Birçok yazarımıza da esin kaynağı oluşturmuştur.

    Bugünkü yaşantımızda halkın gelenek-görenek ve geçmişle olan bağlarının kökeninde mitolojik söylencelerin izlerini algılarız. O toplumda yaşayan insanların davranışlarında, yaşama biçimlerinde, inanışlarında mitolojik ögelerin yönlendirici etkilerini görürüz hep. Hatta bunlar folklorik ögeler halinde kanımızda dolaşan nüveler gibidir. işte bu yüzden Anadolu topraklarında Şahmaran söylenceleriyle büyüyen çocukların, "Binboğalar Efsanesi" yazmasından daha doğal ne olabilir ki! Öte yandan Nasreddin Hoca fıkralarını dinleyip de, günümüzde yaşanan çelişkileri edebi öykülere dönüştüren Aziz Nesin, Anadolu insanının zengin mizah damarını günümüz yaşamında yeni bir biçim kazandırarak sunar bizlere.

    Yine, geçmişten gelen atasözleri hayatın süzülüp, damıtılmış özleri değil midir? Her bir atasözünün açılımı bir kitap konusu olacak kadar geniş hayat felsefesi barındırır. Halk oyunlarındaki figürlere baktığımızda ise, her biri bir öykü anlatır. Bereket ve doğurganlık tanrısı Kibele'yi söylencelerde dinleyen halk, ördüğü çorabına ve dokuduğu kilimlerine "eli belinde" motifi olarak işler.

    Toroslarda dağ keçisini yakalamak için, o kayadan öte kayaya zıplayıp duran birinin devinimleri Teke yarımadası oyunlarında apaçık yansıtılmaktadır. Silifke halk oyunlarında ise, avlanma ritüeli hem bedensel hem de müzikal bir gösteri şeklindedir. Öte yandan Ege Zeybek oyunlarındaki efenin kendi etrafında sağ kolunu açarak dönüşü buğday biçme ritüelinin betimlenmesidir adeta. Bütün bunlar edebiyatın kaynağını oluşturan folklorik ögelerdir elbette.

    Bilindiği gibi yazıyı ilk bulan uygarlık Sumerlerdir. Bu söylenceleri geçmiş insanlık tarihine doğru incelediğimizde, kökenlerinin yazılı belge olarak Sumerlere kadar uzandığını görüyoruz. Zaten Halikarnas balıkçısı/ Cevat Şakir Kabaağaçlı
    'Anadolu Tanrılar' adlı kitabında "Anadolu tanrılarının pek çoğunun kökeni Sumerlere dayanır"der. Günümüzden yaklaşık 6000 yıl önce Mezopotamya yöresinde yerleşik yaşama geçen bu uygarlık, sanat, bilim, astroloji alanında epey yol kat etmiş görünüyor. Bugünkü pek çok mitolojik söylemin çıkış noktasını oluşturdukları gibi, matematik ve minari alanda da birçok buluşa imza atmışlardır. Daha o çağda aklının önderliğinde analizler yapıp, insan yaşamını daha rahat, daha kontrollü yaşamanın formüllerini oluşturmaya çalışmışlar. Örneğin, kent yaşamına yönelik hukuksal ve sosyal kurallar koymuş ilk insan topluluğu olduğu bilinir. Bu anlamda dünyadaki ilk hukuk devletidir.

    Bir kültür beşiği olan Anadolu topraklarındaki tarihi-sanatsal kalıntılar incelendiğinde, günümüzden 9500 yıl önce yaşamış Alacahöyük, Çatalhöyük kalıntılarına rastlıyoruz. Bu uygarlığın bıraktığı ana tanrıça kültü, mağara duvar kalıntılarındaki geometrik formlardan oluşan desenler, canlı renklerle resmedilmiş av ve dans freskleri bir yanıyla, bir olayı-olguyu anlatan edebi kalıntı değil midir?

    MÖ 8. yy.da yazının kullanımı gelişerek hatta bireyselleşerek hukuk, kişisel duygular, bilimsel gelişmeler kayda geçirilmiştir. Yazının daha çok insan tarafından kullanılması pek çok belge ve bilginin kayda geçmesi, hatta diğer topluluklar arasında da yaygınlaşmasını sağlamıştır.

    O günden bugüne geldiğimizde hiçte küçümsenmeyecek bir yol kat etmiş insanlık. insan bilinci uyandığından bu yana dünyasını anlamlandırmak istemiş. Böylece zihinsel kapasitesi ölçeğinde anlamlar dünyasını oluşturmuş. insanlığa ait değerleri oluşturmuş. Bu da gelişim tarihimizin başlangıcından bu yana süregelen bir evrimleşmedir.

    insanlık tarihinde son gelen uygarlık, önceki duvar üzerine bir tuğla daha koyar. Kültür birikimi böyle oluşur. Önceki uygarlıklar insani gelişimin zeminidir aslında. O insan topluluğunun bu günkü yaşamı geçmişin de toplamıdır doğal olarak. Geçmişteki folklorik ögeler, o insan topluluklarının hayatı yorumlama biçimini de ele veren unsurlardır.

    Hayat dokunduğumuz noktalarından ses verir bize. Bu dokunuşlar her insan için farklıdır. Ama kimi dokunuşlar vardır ki her insanda, hep aynı yankıyı verir. insanlık tarihinde ortak payda oluşturmuştur. Aşk, sevgi, bilgelik, kahramanlık, adalet duygusu bunlardan bazılarıdır.

    işte insan yaşamındaki o ortak dokunuşların en büyük paydalarından biridir "aşk". Tüm insanların en etkili dokunuşu olmuş tarih boyunca. Yarımlığını tamamlamayı içgüdüsel bir zorunluluk gibi yaşamış insan. Kendini hep tamamlamak istemiş. O yüzden olsa gerek, kendini daha bütüncül hissettiren kişiyi bulduğunda "tamlık" yanılsaması yaşamış. Kendini hem mutlu hem de doyumlu hissettiren bu anları yaşamın her alanında görmek istese de kısa süren bu anın sarhoşluğunu arayıp durmuş ömrü boyunca.

    Bu düşün peşinden koşup divane olan da var, bu düşü tekrar tekrar yaşamak isteyen, aradığını yanlış yollarda arayan ten severlerde. Bu durum edebiyatın başlıca konusu olmuş. O gün bu gündür nice öyküler, romanlar, şiirler yazılır durur dünyanın dört bir yanında.

    Sumerler, aşk konusunu yazılı bir belgeye dönüştüren ilk insan topluluğudur. Sumerlerde Dumuzzi olan tanrının adı Samilerde "Tamuz" zamanla "Temmuz" şeklinde adlandırılmıştır. Temmuz bitkilerin ölen ve baharda yeniden canlanan tanrısıdır. Tanrı Temmuz da doğa gibi sonbaharda ölüp, ilkbaharda yeniden dirilerek, aşk ve bereket getirir. insanlık tarihi boyunca bu efsanevi söylence üzerine yazılmış olan, sadece şiirin sayısını bile tespit etmek olanaksızdır.

    Taa Sumerlerden başlayan tanrıça inanna ile çoban Dumuzi'nin aşkını anlatan bu kurgu Anadolu topraklarında Ferhat ile Şirin olmuş, Asya'nın büyük bir kısmında Leyla ile Mecnun olmuş, iran'da Kerem ile Aslı olurken, Shakespeare'de Romeo-Juliet aşkı olarak çıkar karşımıza. Öteki topraklarda bir başka ad altında. Aynı öyküler süsler insanların duygu dünyasını.

    Tanrıça inanna Venüs yıldızını temsil eder. insanların kadında görmek istediği nitelikleri üzerinde taşır. Güzelliğin, doğurganlığın, bereketin, çekiciliğin, hırsın, şefkatin, kurnazlığın, çoğalmanın sembolüdür. Bunun üzerine binlerce öykü, şiir, roman yazılmıştır. Her insan topluluğunda farklı isimlendirilen ana-kadın kültü Anadolu topraklarında Kibele başka bir kültürde başka isimlerle varlığını sürdürür. Örneğin: Yunan mitolojisinde Hera olur, Demeter olur, Artemis olur. Mısır'da isis adını alır, Roma'da Venüs olur.

    Venüs geceleri görünür, geceyi temsil eder. Sumer tanrısı iştar'ın varlığı zamanla Venüs ile özdeşleşir. Leyla ise Arapçada geceye ait anlamına gelir. En zevkli ilişki geceleri yaşanandır. Kısacası kadını ve aşkı temsil eden durumların simgesidir.

    Geçmiş mitolojik öyküleri kaynak alan Firdevsi'nin Şehnamesi 10. yy'da iran efsaneleri ve yaşam biçimi hakkında bilgi aktaran manzum destandır. Osmanlı döneminde divan şairlerinin çok etkilendiği bir eserdir. Şehnameden etkilenen divan edebiyatımız şairleri bu yönde pek çok eser üretmiştir. Örneğin, Naili'nin gazellerinde Şehname kahramanları yer alır. 15. yy şairlerinden Ali Şir Nevai, Leyla vü Mecnun, Ferhad ü Şirin'i kaleme almıştır. 16. yy. şairlerinin en parlak eserler ürettiğini biliyoruz. Baki'de bu yönde çok sayıda aşk şiirleri yazmıştır. Fuzuli ise, hepimizin bildiği Leyla ile Mecnun'da bu klasik aşk temasını kaleme almıştır. Yine 18. yy şairlerinden Şeyh Galib'in Hüsnü-Aşk'ı da bu alandaki önemli eserlerdendir. Halk edebiyatımızda ise destan masal, efsane olarak pek çok örneğe rastlarız.

    Öte yandan Türklerin Oğuz Kağan ve türeyiş destanı da tüm zamanları kapsayan anlatıdır. Yine, kökeni Sumerlerler'e dayanan Gılgamış destanı gibi.

    Günümüzde yaklaşık 5000 yıl önce Mezopotamya kralı Gılgamış'ın hayatını anlatan destandır. Kralın ölümünden yaklaşık 1000 yıl sonra yazıya geçirilmiştir. Ölümsüzlüğün ve bilginin peşindeki insanı betimleyen Gılgamış destanı, Nuh tufanı söylencesinin de kaynağını oluşturur. Üç büyük dinin kutsal kitaplarında da yer alan Nuh tufanı, kaynağını buradan almış olduğu sanılmaktadır. Gılgamış destanındaki ölümsüzlük otu, söylencesi ise Türk-islam dünyasının Lokman Hekim söylemine kaynaklık eder.

    Hayatın her alanındaki insanı derinden etkileyen olay ve olguları konulu bir söylem haline getirmiş olan mitoloji, kadının güzellik tutkusunu da söylenceye dönüştürmüştür. işte Olimpos'ta yapılan şöleni, kötülük tanrısı Eris'in kaosa çevirmesiyle başlayan, ida dağında sonuçlanan bu yarışma, insanlık tarihinde bilinen ilk güzellik yarışması olarak kabul edilir. Burada insanlar arası rekabetin acımasızlığını, fiziki güzelliğin kadının yaşamındaki önemini, kadın özgüveninin fiziki güzellikle olan bağını, hatta rüşvetin ilk tohumlarını görürüz. Öte yandan erkeğin güzel kadına karşı olan zayıflığını da tipikleştirerek anlatır.

    O zamanlardan beri erkeğin güzel kadına karşı zayıflığı, kadınların güzelliğe olan tutkusu milyonlarca kitapta yer almış. Edebiyatın her türünün konusu olmuş. Anlatıla gelen her söylence insanlar tarafından içselleştirilerek yaşamın bir parçası olarak kabul görmüş. Zaman içinde bilinçsizce yönelimler de olmuştur. Kim bilir belki de, günümüzde izmir'li kızların güzellik yarışmalarına olan düşkünlüğü, ilk güzellik yarışmasının bu topraklarda yaşanmış olmasındandır.

    Pek çok olayı, birçok fenomeni tipikleştirerek günümüze kadar ulaştıran mitolojik öyküler, sayısız edebiyatçının ilham kaynağı olmuştur. Hayata dair tüm durumları tipikleştirerek günümüze ulaştıran mitolojik öyküleri günümüz koşullarına uyarlayan edebiyatçılarımız, yepyeni edebi tatlar üretmiştir. Bu anlamda edebiyatın, aslında hayatın da temelini oluşturan birçok kavram ve değerler dönüşerek varlığını sürdürmektedir. Bu yüzden geçmişin toplamı "şimdi"ki hayatımızdır.
    *

    hıdır&bıdır: bilgi içerikli ve uzun olduğu için eksi almıştır. veren salak kendini bilir. uzun yazılardan nefret eder kendisi...
    6 ...
  12. 1.
  13. çok olduklarının farkında olan doğa onları da evrime kurban ederek her seferinde bir eksilterek en sonunda yüzyılların el-ilahını 99 isimli allaha evriltmiş, geriye bir tane bırakmıştır. 5000 yıl öncesinin kibelesi önce hübel sonra yok oluyor ise; hindistanın brahmanlarından biri orta doğuya gelip inancını anlattıkça adı abraham-ibrahim oluyor ise elbet bu sonuncu da başka başka şeylere evrilerek geriye hiç bir şey kalmayıncaya dek doğal yoluna devam edecektir.
    1 ...
  14. 2.
© 2025 uludağ sözlük