kesinlikle filmi izlenmeyip kitabı okunması gereken jose saramago eseridir.
filmden kitabı okurken aldığım hazzı alamadım. izlediğim en kötü uyarlamalardan.
sinemanın edabiyata yaptığı en büyük ayıplardan.
--spoiler--
insan kitabı okurken kendini körlerin arasında dolaşan ve göz yaşlarını yalayan köpek gibi hissediyor.
derin alt metinleri olduğunu düşündüğüm bir roman uyarlaması filmidir.
--spoiler--
Çoğu arkadaşın eleştirisine katılmayarak filmdeki bazı sözde bug ların tamamen absürd ve önemsiz detaylar olduğu veya yazarın izleyiciyi realiteden koparmak amacıyla kurguladığı, deyim yerindeyse "hey sakin ol bebek, ben sana bir kurgu anlatıyorum, bu gerçek bir olay değil" demeye getirdiğini düşünüyorum.-ki beyaz körlük bunun en büyük kanıtıdır. "la beyaz körlük mü olurmuş, çok saçma" insanlarını hemen dışarı alalım devam etmesinler.
eğer benim hüsn-ü kuruntum değilse film hatta onunda öncesinde filmin esinlendiği kitap bir sosyal düzen irdelemesi sayılabilir. zira bir şekilde fonksiyon kayıpları ile hastahane/hapishane ortamına terk edilen insanlar, cennetten dünyaya gönderilen insanla benzerlik göstermektedir. bu noktadan devam edecek olursak, ilk iyi niyetli toplumsal organizasyona bile insanlar karşı çıkmış otoritenin karşısında yer almıştır. bundan sonra gelen yeni nesiller veya insanlar arasında monark lığını ilan eden ve bunu bir güce-silaha dayandıran gruplar olacak, ve başkalarının değerlerine de el koyarak bu artı değerleri daha sonra asıl sahiplerine tekrar pazarlayacaktır. monark yada otarite tüm bunları yaparken vicdan sahibi veya ahlak korkusu taşıyan insanlar gözleri görüyor dahi olsa ezilmeye mahkum kalacaklardır. tek kurtuluşun monarkı devirmek ve özgürlüğünü ilan etmek olduğu da alt metinle sunuluyor diye hissettim. bunların yanında bazı insanların kendi adlarına savaşan insanların teslim edilmesi ve bu sayede eski durumlarına dönebileceklerini söylemeside malesef bir toplumsal realitedir, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasıncılıktır,s korkaklıktır.
tüm bunlar benim uydurmam veya zorlama yorumlar olabilir. fakat şundan eminim ki film kesinlikle post apokaliptik hollywood zırvalarından birisi değildir. zira bu tarz ucuz filmlerde alışa geldiğimiz süper bir kahraman olaya vaziyet eder, insanları bu felaketten kurtarır, bu esnada da en güzel en seçkin kızımızla çok über bir aşk yaşar falan olaylarına girilmemişdir.
izlenesi, üzerinde biraz da kafa yorulası bir filmdir. candır vesselam.
Romanı okumadım ama film popüler kültürün gölgesinde kalmış olağanüstü bir film. Altında gerçekten önemli mesajlar yatıyor. Böyle bir eserin yaratıcısını kitabı okumadan bile tebrik etmek gerek.
kitaptan uyarlama olan, bu film birçok şeyi havada bırakıyor. kitap okuyanların üstüne rahatça seyredebileceği fakat; kitabı okumayanların ise akıllarına çokça şey takılacağı unutulmamalıdır. senaryosu iyi, uyarlaması kötü olan film.
film " eğer birden kör olursak başımıza neler gelir, neler yapar, nasıl yaşarız ?" sorgusu değil. bu bakımdan izlemeden önce bunu aklınızın bir kenarında bulundurun.
aslında senaristler şöyle düşünmüş "neredeyse tüm benzer filmlerde insanlar salgından ötürü ölüp zombi oluyor, vahşileşiyor ve birbirini yiyor; sağlam kalanlarsa onlardan tamamen kurtulmanın yollarını arıyor. peki herhangi bir salgın insanları öldürmeyip aciz bir duruma soksa neler olurdu?"
filmde verilen cevabı ise değişen bir şey olmayacağıydı. kalınabilecek belki de en aciz durumda bile kalsak insan yine vahşi ve bencildir. olayın özü bu; tüm insanlar birden kör olmuş doğuştan kör olan körler aleminin kralı olmuş. fazlası spoiler olacak... herşeyiyle kült bir yapım yine insanları ve insanlığı sorgulayan nitelikte bir film mutlaka izlenmeli.
kitap zaten çok sevdiğim bir kitaptı. kasten izlememiştim filmini. ama artık dayanamadım, saramago yu ve körlüğü nasıl çevirmişler filme diye merak ettim, o merak içimi kemirdi ve artık izlemek zorundaydım. kiraladım filmi, izlemeye başlayacağım birazdan.
bitince düzenleyeceğim bu mesajı.
düz: beğenmedim. kitabın (samimiyim) yirmide biri bile değildi. kötü uyarlanmış değil, ancak bu kadar uyarlanabilirdi bu kitap. bazı kitaplar böyle işte, uyarlanmaya uygun değil. filmi kitaptan bağımsız düşünürsek ortalamanın üstünde bir filmdi.
filmin kendisinde rahatsız olduğum nokta şu, beğenmedim deme sebebim: yönetmen filmde çıplaklığı sonuna kadar kullanırken şiddet ve kan içeren sahneleri kesmişti. elbette körlerin sağda solda çıplak gezmesi ya da nasıl olsa kimse görmüyor diye uluorta sevişmeleri kesildiği takdirde romanın anlatmak istediği şey büyük ölçüde kaybolacaktı. ama romanın kırılma noktaları olduğunu düşündüğüm bazı noktalar bu şiddeti daha az gösterme durumu yüzünden arada kaybolup gitmişti. koyu renk gözlükleri olan kız' ın hırsızın bacağını delmesi ya da doktorun karısının üçüncü koğuşun kralının boğazını deşmesi gibi. bunun sebebini anlayamadım. çıplaklık ve kan izleyiciyi rahatsız edebilecek iki unsur, birini alabildiğince kullanırken diğerinden olabildiğince kaçmak (besbelli o sahneleri filmden atamazlardı) biraz filmden soğuttu beni. doğallıkla çıplaklıkla sorunum yok benim mi demeye çalışıyordu yönetmen bilmiyorum. ama birkaç sahnenin kesinlikle hakkı verilmemişti diye düşünüyorum.
çok fazla eleştiri yapmayacağım, çünkü körlük' ün kendisi hakkında bir şeyler karalamak istiyorum. kitaba bir şey yazmadığımı yeni fark ettim.
Uzun zamandan sonra beni etkileyen hatta bazı sahnelerinde hayatın birçok gerçeğini sorgulamamı sağlayan filmdir. insanın içinde yatan vahşiliği ufak bir mekan ve birkaç insan üzerinde anlatmayı iyi başarmıştır. Yönetmenin tarzını çok beğendim ama filmin sonunda keşke daha iyi bitseydi demeden de geçemedim. Her şeye rağmen izlemenizi tavsiye ederim. Buna benzer bir film olarak (bkz: black)
çok korkutan film. hem de bunu öyle canavarlarla, vampirlerle, kanlı sahnelerle falan yapmıyor. insanlığın geldiği/geleceği hali gözümüzün içine içine sokarak "yahu siz sahiden körsünüz" diyerek yapıyor. ciddi anlamda ürpertici sahneler var. sonu, ortalara doğru tahmin edilse de sıkmamayı başarıyor. her ne kadar gael garcia bernal az görünse de oyunculuk açısından da çıtayı yükseltiyor. benzeri yapımların arasından sıyrılır mı bilemem ancak bir kere izlenmesi gereken filmlerden olduğu kesin.
jose saramago'nun kitabından sinemaya uyarlanan, başrollerini julianne moore ve mark ruffalo'nun paylaştığı muhteşem film. duyularından birini kaybetmesiyle kitlelerin nasıl özüne dönüp ilkelleşebileceğini anlatan etkileyici film.
ancak başlangıç ve gelişme evrelerinin çok güzel işlenmesine rağmen, sonuca geçişin çok ani olması ve filmin bir anda bitmesi insanı biraz afallatıyor.
arkadaşlarımın beğenmemesine karşın benim hayatımda izlediğim en iyi filmlerden birisidir blindness. gece gece izleyince daha beter yapıyor insanı. bir paket sigarayı bitirtiyor insana, o derece ağır bi film bana kalırsa.
lakin izlenilmesi gereken filmlerden.
hollywood öğeleri barındıran bir festival filmi, kitabını okumadan filmini izlediğim için pişmanım...
görmek ve boş bakmak arasındaki anlamın altını çizmesi, çaresizliğin insanlıktan çıkaran zorlayıcı ruh hali, medeniyetten kolayca vazgeçip hayvani dürtülerle zayıfın üzerinde üstünlük kuran insancıkların davranışları gibi pek çok sosyolojik ve psikolojik göndermelerle etkileyici bir film... söylenenleri ne ilk kez söylüyor, ne farklı söylüyor eminim kitabı çok daha lezizdir... keşke körlük krallığının tek göreni bir nevi kurtarıcı olanı kadının gözüyle izlediğimiz filmde kadın tecavüze uğramasaymış... insanlıktan çıkılan üst nokta olarak cinsel şiddetin kullanılmasına aşinayızda başkahramanı kadın olan bir filmde bunu izleyince can sıkıcı olabiliyor! yönetmen chinjeolhan geumjassi benzeri bir kadın intikamı filmi çeksinde gönülleri alsın bari...
kötüleyen yorumların bu tarz filmlere alışık olmayan seyirciler tarafından yapıldığını düşünüyorum aynı şekilde muhteşem diye yere göğe sığdıramayanlarında bu nevi pekçok filmi kaçırdıklarını düşünüyorum. *
julianne moore, mark ruffalo, danny glover, gael garcía bernal ve sandra oh gibi oyuncuların başrollerde olduğu, zaman zaman izlemekte zorlanılan ve orjinal bir hikayenin olduğu filmdir.
film kısaca neresi olduğu bilinmeyen bir şehirde körlük salgınının bir kadın (julianne moore) hariç herkesi etkisi altına almasını anlatmaktadır. yavaş yavaş bütün şehir kör olur. kargaşa başlar. insanları hapishane gibi yerlere tıkarlar. asıl can alıcı olaylar da bundan sonra başlar. içeride insan doğasının nasıl bir şey olduğunu görürüz. daha doğrusu bir topluluğun sineklerin tanrısı adlı filmle çok benzerlik taşıyacak şekilde, güçlünün zayıfı ezdiği, insanların vahşileştiği bir topluluk haline geldiğini görürüz. aslında sadece sineklerin tanrısı değil birazcık da the mist adlı filmle de benzerlik göstermektedir. insanlar olağanüstü şartlarda kolayca eski, karanlık çağlara kolaylıkla dönebilmektedir bu filmlerde. bu açıdan (ve de bir nevi toplu tecavüz sahnelerinde) film çok vurucu olmakta.
çok marjinal bir film olduğunu söylemeliyim. yani daha önce böyle bir film izlememiştim. filmin senaryosuyla ilişkili olarak çok karanlık, yani iç karartıcı bir havası var. ama bu filmi kötü değil daha etkileyici yapıyor. güzel oyunculuklar (özellikle de julianne moore gerçekten de çok iyi iş çıkartmakta filmde. kendisinin filmin sonunda herkes düzelirken kör olmaya başlaması gerçekten şaşırtıcıydı.) da bu etkenlere eklenince ortaya gayet güzel ve sert bir film çıkıyor. tavsiye ederim.
öncelikle, kitabını okumayıp doğrudan filmi izleyen bir bünye olarak, filmi izlerken "burada bir kopukluk var sanki anlayamadım, kitabı okusaydım anlardım herhalde" dedirten tek bir sahneye bile denk gelmedim. ha kitap çok daha derindir muhtemelen, o ayrı. ama blindness izleyiciye, anlatılmak isteneni aktarma konusunda ciddi ölçüde bir tatminlik veriyor. işte burada da yönetmenin güzelliği devreye giriyor. sevgili fernando merielles, "görmek nedir?" diye sorsalar ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. iki efekt yaptı diye işin piri sayılan meslektaşlarının çok ötesinde birisin sen benim gözümde. bundan sonra takibimdesin, haberin olsun.
filmin her karesinden, her repliğinden bir şeyler çıkarıyor insan. en dikkat çekmeyen sahnelerden bile. örneğin; kadın görmeyen kocasının bakımını üstleniyor, ona şefkatle bakıyor. fakat adam, karısının artık kendisini iktidar sahibi, saygı duyulacak ve şefkatle değil şehvetle bakılacak biri olarak görmediğini düşünüyor ve bu duruma tahammül edemiyor. filmde işlenilen diğer konulara bakıldığında önemsiz gibi gözüken bu durum bile, dünya üzerindeki kadın-erkek ilişkilerinin düzenini temsil etmiyor mu aslında? yani körlerle dolu bu karantina binası, aslında yaşadığımız dünyanın küçük bir maketi gibi. iktidar hırsı; kör olmasına karşın elindeki silahla tüm güce sahip olan adam; doğuştan kör olan adamın silah ve iktidar karşısında tüm ahlakını kaybedip yeni körlere eziyette bulunması; özgürlük peşinde koşan insanlar; tüm insanların yarı ölü pozisyonunda olup eşitken bile kadınların ezilmesi... bütün bu anlattıklarıyla küçük bir dünya göstermekte bize blindness. insanlar, görme yetilerini kaybetseler de yaratılışlarındaki hırsı ve kimi şeytani özelliklerini hiçbir zaman kaybetmeyeceklerini anlatıyor bu film. bu yüzden insan her bir sahnede şahsını ve düzeni sorgulamaktan kendini alamıyor.
filmin en etkileyici yerlerinden biri de gören kadının, filmin ortalarındaki bezmiş ruh haliyle, görmeyenlerin aslında ne kadar şanslı olduğunu farketmesiydi kanımca. başta ayrıcalıklı gibi görünen ablamız, dünyanın bu halini görebilen tek kişi olduğu için gittikçe yeryüzünün en acınası, en zavallı insanına dönüşüyor.
filmin kötü yanlarına gelirsek, seks sahnelerinin ve pisliklerin gösterildiği sahnelerin fazlaca uzun tutulması blindness'ın kanaatimce en belirgin eksilerinden. bahsi geçen sahneleri az göstererek de aynı güçlü etkiyi bırakabilirdi yönetmen izleyicinin üzerinde. film güzel olmasa kapatacaktım filmi orta yerinde, kalkıp gidecektim valla. bendeki de mide yani, bi yere kadar dayanıyor. bildiğin bokun içinden çıkmadık hacım film boyunca.
ayrıca bu filmi izleyip de ayna karşısına geçip "bu gözleri öperim ben" demeyen bir allah kulu da yoktur herhalde. şahsen ben dedim. bütün bu medeniyet, binalar, teknoloji, internet, televizyon, görselliğin artık herşey demek olduğu düzen... hepsi ama hepsi anlamsız kalıyor göremeyen bir dünya karşısında. yönetmen, yerlerde sürünerek yemek arayan insanları göstererek, hayvanların insanlardan daha üstün hale geldiğini gözümüze gözümüze soktu filmde.
filmin son sahnesi.. bu filme de bu yakışırdı diyorum.
blindness izlediğim en iyi filmlerden midir bilemem ama emin olduğum bir şey var ki, bu film izlediğim filmler arasında en çarpıcılarından. evet hatta en çarpıcısı. emin olun çarpıcının anlamı, film izlendikten sonra çok daha iyi anlaşılıyor.
ve bu kadar laftan sonra son olarak, şiddetle tavsiye edilir.
hakkında yapılan başarısız bir uyarlama olmuş eleştirileriyle yakından uzaktan alakası olmayan, jose saramago'nun romanından gayet iyi ve derinlikli bir şekilde sinemaya aktarılan harika bir yapım.
söylenilenlerin aksine izleyiciyi sıkmıyor, olayların nasıl ilerleyeceğini az çok tahmin edebilseniz de gözünüzü ekrandan alamıyorsunuz. bir şekilde bünyesinde barındırdığı gerginliğin içine sizi de çekiyor. aslında birbirini hiç tanımayan, değişik yelpazelerden gelen, tamamen farklı hayatlara sahip insanların çaresizlikten birbirine kenetlenmeleri gerçekten etkileyici bir şekilde anlatılmış. filmin sonunda insanların tekrar sağlıklarına kavuşmaya başladıklarını fark eden julianne moore'un yüzündeki tedirgin, mutsuz ve umutsuz ifade gerçekten görülmeye değer. ki kendisi genelde olduğu gibi yine iyi bir oyunculukla karşımıza çıkıyor ve filmin böylesine izlenilir olmasında önemli bir paya sahip olduğu anlaşılıyor.
portekizce konuşan jose saramagonun hikayesinden gene bir başka portekizce konuşan fernando meirellesin çektiği film. metaforik bir anlatıma sahip filmde, körlük hastalığına tutalan insanların kapitalist sömürüyü ilk fark eden insanlar olduğunu varsayıyorum. sistemin onları izole ettiği ortamda tarih öncesi döneme dönüyorlar ve gücü olan yemeğe el koyuyor. buna karşı çıkan ve adaleti gözeten bir mücadele veren kurbanlar, tek görebilen kişi olan doktorun eşinin yardımıyla mücadelelerinin karşılığını alıyorlar..
saramago'nun 'aç gözünü' şeklinde özetlenebilecek hikayesi, günümüz toplumundaki bir çok insanın sisteme karşı olan duyarsızlığına da yoğun bir sitem.. kör olan insanlar her şeyi beyaz görüyorlar, beyazın sergilediği umut normalde kör olan bir insanın her şeyi siyah görmesine ters; esasen kör olan insanlar, gören insanların farkına varamadığı gerçeğin farkına varıyorlar.
nobel ödüllü bir romanı hakkını vererek beyaz perdeye aktarmak daima zordur. ancak karşımızda ciddi manada hakkı verilmiş bir film var.
bir kasabada adamın birinin kör olmasıyla başlayan film, onu kontrol eden doktorun ve kasabanın tamamının kör olmasını ve bu körlük durumunda yüksek mevkidekilerin hastalarla kumar oynarcasına karantinaya kapatıp ihtiyaçlarını karşılamamalarını anlatıyor. kör olmayan tek insan doktorun karısıdır ve doğal olarak bu durumu diğer hastalardan gizler.
koğuşlar doldukça sorunlar çıkmaya başlar. üç koğuştan üçüncüsü kendisini kral ilan eden bir adamın grubudur ve bunlar tüm hastaları haraca bağlar. yiyeceğe karşılık değerli eşya isteyen koğuş, tüm değerli eşyalar bitince gözünü kadınlara diker...
film gerçek manada toplumsal körlüğe ışık tutuyor. insanların en zor zamanlarında bile ne kadar çıkarcı ve ne kadar bayağı olabileceklerini gerçek manada yüze vuruyor.
özellikle, doğuştan kör olan bir adamın da tecrit edildiği ve üçüncü koğuşun saymanı olması, normalde kör olan birinin körlerin halinden anlamasını bekleyenleri kesinlikle sarsacaktır.
hatta bir esnada koğuşların elektriği kesiliyor ve biz de bir süre bu körlüğe eşlik etmek zorunda kalıyoruz ister istemez, filmin uzunluğu nedeniyle seyircinin azalması muhtemel konsantrasyonunu böyle bir empati olayıyla çözmeyi düşünmüş olmalılar.
son periyotta ise uygarlığın körlükle savaşını izliyoruz. boşalan kente, görmediği halde organize bir şekilde toplanabilen grupçuklara şahitlik ediyoruz.
tarz ve konu olarak sineklerin tanrısı'na benzese de, modern çağın ütopyası olarak nitelendirebileceğimiz bu yapım insanlığın geçmişten bugüne çok da büyük bir yol almamış olduğunu ciddi manada sarsıcı bir şekilde dile getiriyor
insanı her açıdan gözlemlememizi sağlıyor; insanın içinde bulunduğu her durumu, içine düştüğü vaziyetleri, zayıflıklarını, hayata tutunabilmek için mücadele verişini gözler önüne seriyor.
özellikle mark ruffalo,julianne moore ve gael garcia bernal oyunculuklarıyla tavan yapmışlar.
filmle ilgili okuduğum bütün yorumlara nazaran film ilerledikçe sıkıcı bir hal almıyor; hatta eğer filmle bütünleşmeyi başarabilmişseniz karakter tahlilleri yapmanıza, kendinizi ve etrafınızdakileri sorgulamanıza bile olanak sağlıyor.
filmi beraber izlediğiniz arkadaşınızla 'din ve kilise baskısının devlet yapısına etkisi' ile ilgili zevkli yorumlar yapmanıza sebep olabilecek film. Öyle ki karantinaya alınanlar arasında küçük bir devlet oluşmuştur. Bu adaletsiz devletin oluşmasına sebep olan şey ise o dönemde avrupa'da etkili kilise ve din baskısıdır. din herkesi kör etmiştir. dinin etkisi kalkıp insanlar birşeylerin farkına varınca kör olanlar yeniden görmeye başlayacaktır. bu anlamda filmde körlük denen şey tamamen imge olarak kullanılmıştır. böyle düşünmeyen birisi için film basit senaryolu olabilir.
sinematografik ve fotografik şölenin, kurgunun ve oyunculuğun dibine vurdurmuş hali. rahatsız edici, başlarda klostrofobik ve sonunda agorafobik olabilen, uyarıcı ve sorgulayıcı bir senaryo, bir uyarlama. içerisinde farklı düşüncelere yönlendiren, körlüğün dramatizasyonundan ziyade, görenin manipüle edildiği bir yapıda geçen hikaye.
yarı klostrofobik bir yapı çünkü, yaşanan şiddetin içinden kaçış yolu aratan, ancak kaçtıktan sonra sığınacak yeri aratarak agorafobik yarısını ortaya koyan bir yapım. fotografik dil açısından bir çok imgeye atılmış ithaflar içeren görsel bir şölen olmasının yanında, oyunculuklarıyla sizi gerçekten kör eden yada gördükleriyle sizi ürküten, romantizmi elden bırakmadan, kıyametin içerisine, mistik bir gerilim havası katan, yetenekli bir ekibin ortaya koyduğu, başarılı bir eser.
nobel edebiyat ödülü sabihi yazar jose saramago'nun aynı adlı romanından uyarlanan film.
başrollerini julianne moore, mark ruffalo, danny glover, gael garcia bernal paylaşıyorlar.
--spoiler--
körlüğe sebep olan bulaşıcı bir hastalık ortalığı kasıp kavurmaktadır. hastalıktan etkilenenler hiç bir tıbbi yardımın yapılmadığı, son derece pis eski bir akıl hastanesinde karantina altına alınırlar. ruh halleri çok da iyi olmayan hastalar arasında problemler çıkmaya başlar.
koğuşların birinde kalan bir grup insan, yiyecek stoğu üzerindeki kontrolü ele geçirirler. daha sonra silah zoruyla diğer hastaların değerli eşyalarını alırlar. kadınlardan ise sürekli olarak cinsel hizmet beklemektedirler.
bu arada bir kadın, hastalıktan hiç etkilenmediği halde doktor olan kocasının peşinden kendini karantinaya aldırır. buradaki kaos ortamına engel olmak için ailesinden biriymiş gibi yakınlaştığı yedi yabancıya kılavuzluk eder ve onları hastanenin dışına, kente götürmeye çalışır. amaçları kendilerine yeni bir yaşam kurabilmektir.
--spoiler--
post apokaliptik filmlere meraklı olanlara şiddetle tavsiye edeceğim filmdir. zira medeniyetin sonu beyazperdede defalarca kez gelmiştir. ama blindness'ta insanların başına gelen musibet daha önce hiç düşünülmemiş bir şey olduğu için film maça 1-0 önce başlıyor.**
filmin ilk bölümünde bir lord of the flies havası mevcut. insanın içine düştüğü en boktan durumda bile bir başka insana ne ibnelikler yapacağını çok iyi anlatıyor. özellikle doğuştan kör olan muhasebeci karakteri çok iyi düşünülmüş.
filmin ikinci yarısı ise sadece körlerin yaşadığı bir dünyanın resmini çiziyor. insanların en önemli yetileri olmadan nasıl birer hayvandan farksız yaşadıklarını görmek oldukça enteresan.
filmin finali belki de en kötü yeri. yahu ne vardı şöyle time enough at last* ayarında bitirseydiniz de biz de filmi izledikten sonra "nice olacak lan bunların hali?" diye düşünseydik.