ten kokusudur. sokakta yanlız yürürken, birden aklına gelir, burnun ve beynin oyun oynamaya başlar sana, o kokuyu hissedersin tekrar tekrar, için cız eder, boğazın düğümlenir, yutkunamazsın, etrafına bakarsın ahmakça acaba baktığım yerde mi diye.
eninde sonunda gececek bir durumdur.bu acidan kurtulmanin en iyi yolu karsi taraftan haber alma ve sizden kendisine haber ulastirma kaynaklarinizi tamemen yoketmektir.arkadaslarindan birsey duymaya calisilmamali,msninizi,icq numaranizi ve hatta telefon numaranizi degistirip acabalardan kurtulunmalidir. ayrıca
bazen uzun sürer, bazen kısa.ama gün gelir, hayat bu, yeni birilerine yelken açılır.o gün 'nihaha, acı bitti denir, hatırlamak yok artık.' gecenin birinde bir şarkı gelir, yan taraftan, o acılı zamanlardan..
bir daha dinlemek istersin şarkıyı, bir daha.bir sigara, bir sigara daha gelir ardından..aslında acı hep içtetir, hatta belki özlenmiştir acı
bazen silinmek istenmeyen bazen de istense bile silinmeyen izlerdir. hareketler, cümleler, kelimelerdir. üzerinden geçen onca zamana rağmen hala bazen onun gibi konuştuğunu fark ediyorsan, aynaya baktığında onu görebiliyor ya da hayata onun gözleri ile bakmaya devam ediyorsan, zamanında o kullandığında yanlış olduğunu düşündüğün kelimeleri şimdi sen kullanıyorsan ne kadar silmek istersen iste silinmez. o iz değil alışkanlık olmuştur artık. alışkanlıktan da öte yaşam biçimin olmuştur.
biten ilişki değil, irtibattır aslında. bir daha onun yüzünü bile görmek istemesen de ilişki içinde bir yerlerde devam eder. öyle izler vardır ki silinmeye çalışıldıkça canlanır, sen yok etmeye çalıştıkça o bir yolunu bulup ortaya çıkar.
kitaplarda gördüğün birkaç harf bir araya geldiğinde onun ismini oluşturur mesela. pazardan aldığın balık, onun akvaryumunda hala yaşayıp yaşamadığını bile bilmediğin balıkları anımsatır. son izlediğin filmdeki aktör, onunla izlediğiniz bir filmde de oynamıştır.
bir de sildiğini sandığın izler vardır, ki onlara hatıra da diyebiliriz, içini en çok acıtandır. bütün fotoğrafları yırtıp atmışsındır ya da gözlerini kapatıp shift+dele basmışsındır hızlıca. ama fotoğrafların çekildiği an olanları, hangi fotoğrafta ne kadar güldüğünü aklından çıkaramazsın. daha da kötüsü her gün o fotoğrafların çekildiği yollardan geçersin, bir fotoğrafınızı çekmiş olan arkadaşını görürsün ya da. onun aldığı bütün hediyeleri acımadan çöpe atmışsındır ama bu bir mağazada aynısını görmene engel değildir.
bir de hayatın sana hatırlattıkları vardır. çalıştığın yerde gün boyu sizin şarkınız çalıyordur mesela. tam bitti diye sevinirsin, döner dolaşır yine aynı şarkı çalar. iş çıkışı bir şeyler almak için girdiğin markette promosyon ürünlerden biri onun en sevdiği çikolatadır. akşam eve geldiğinde onun izlediği ve yanında olsa senin de izleyeceğin dizi başlamıştır. ona aldığın, vermeye fırsat bulamadığın son bir hediye vardır; bir kılıftır mesela. içine koyacak bir şey bulamazsın ama atmaya da kıyamazsın...
onun düşüncelerinin senin için zerre kadar önemi yoktur artık ama gazetede bir haber okuduğunda onun bu konu hakkında ne düşüneceğini bilirsin. yaşadığın yerde onu hatırlatacak hiçbir şey bırakmamışsındır hatta onunla birlikte yaşadığın evden bile taşınmışsındır. ama yeni apartmanında onunla aynı isme sahip bir komşun vardır. bir süredir onu düşünmüyor olmanın verdiği huzurla derin bir nefes almak istersin, evin önünde kırmızı ışıkta durmuş olan bir arabadan o şarkı duyulur: goodbye my lover...
sen silmeye çalıştıkça hayat altını çizer. hem de fosforlu kalemle...
siyah kadifeden gecelere inanırım
umut sızdırmayan
her aşktan sonra yaşanan
şiddetli soğuk algınlığına
bir de hiçbir insanın
güvenilir bir yurt olmadığına..