biliyorum,
çok değil, onbeş dakika sonra yine geleceksin yanıma...
yüzünde yine o çaresiz ifade olacak
arkadaşından silgisini isteyen mahçup çocuklar gibi bakacaksın,
sen de sevgimi isteyeceksin benden sonrasını hiç düşünmeden.
ve ben hep senin gibi olmayı isteyeceğim;
aramızdaki o soğuk camı unutup şuursuzca sevebilmeyi...
nefes aldiğini neler yaptiğini bilmek
ama ne düşündüğünü hiç bir zaman bilememek.
Herşeye rağmen sevmek,
özlemek bazen de bu sevgiden utanmak.
adresini bilmek
lakin gidememek.
numarasini hiç unutmamak
sorulduğunda hatırlamamak.
tüm bedenle tüm nefesle sevmek
ama bir türlü soyleyememek.
kısacası akvaryumdan bakan balik olmak. bir kavonaza kapanıp debelenip durmak. unutmak için hergün hatırlmak.
platonik aşkın ta kendisidir. uzaktan uzağa bakılır sevilenin hayatına. bazen o hayata küçük müdehalalerde bulunulur. fakat çevresindeki camı geçmek mümkünsüz, imkansızdır.
dokunamadan, uzaktan sevme durumudur bir nevi.. sahip olup da eline alamamanın, aslında onu hapsettiğini görememenin hüznünü taşır içinde.. zor olmalı.
sadece uzaktan bakarak sevmektir. ben de beslememe rağmen, bir türlü anlam veremem aslında akvaryumda balık beslemeye. eline alsan alınmaz, okşasan okşanmaz, öpsen öpülmez, tek derdi yemek. verdikçe yer. sonra saatlerce dolanır, etrafa öyle mal mal bakar.
edit: konuyla pek alakalı olmadı ama pek bir benzetme yapamadım, ondan olsa gerek.
uzaktan uzaktan sevmektir. sessizce, usulca... sevildiğinin farkında olmayan birini sevmek; ya da daha kötü farkında olup da umursamayan birini... korka korka sevmektir biraz da. ona dokunmaya, hatta adını anmaya bile korkarak sevmektir.
akvaryumdaki balığın tüm hayatın içi su dolu büyükçe bir kavanozdan ibarettir. asıl trajedi ise sizin koskoca dünyayı bırakıp tüm hayatınızı küçükük bir akvaryumun etrafına kurmanızdır; hem de hiç dokunamıyacağınız, sarılamıyacağınız, saçlarını okşayamıp "seni seviyorum !" diye haykıramayacağınız bir balığın sadece nazlı nazlı yüzüşünü izlemek için...
bilerek başlamadım, usul usul aktın yüreğime. yani ben aşklara tüm kapılarımı kapadığım bir anda. önce cümlelerin süzüldü sonra sessizliğin ve melodilerin. ben seni tanıyordum aslında. bir hayaldin eski günlerime dair. yurttaki yalnızlığım saçlarımda kar taneleriydin, ilk sigara dumanım, ilk kalp çarpmam sendin. sonraları zihnimin diplerine attığım asla dokunamadığım sevgilimdin.
bir balık gibi sevdim seni hiç dokunmadan. oysa ben acı severim şöyle sıkıştıra sıkıştıra. bir seni sevemedim bir biz ayrı düştük. uyandım rüyadan yaşım almış başını gidiyor. bir sevda yaşamayacak kadar yaşlandı bu yürek. ve bu yürek bir deniz kızı nice zaman. sen öyle tanırsın ancak. blonde mermaid derler anlarsın. sonra susar başka diyalara dümen çevirirsin. benim sesim güzel değildir diğer sirenler gibi. sesimi sattım ben, harflerim var. onu da okuyabilirsen yalnız sen anlarsın.
seni seviyorum dersem inanma, sensiz olamam dersem inan. çünkü zamanı bir bahar gününe kurduğumdan beri aklım fikrim sen. bir telefon kadar yakın bile olmasak bile iç sesinim, gözlerindeki ilk bakışım aynada dondurduğun, yazdığın ilk melodi, söylediğin tüm cümlelerin ilk harfiyim.
sen ne kadar kabul etmesende ben yanındayım, mesafelerin limitsiz sonuyum. delta x eşittir sıfırım. başladığında bittiğin yerdeyim. özleminim. sevdiğin, seveceğin ne varsa saklandığım. ararsan gözünün önünde olanım.
ama asla dokunamayacağın.
büyü bozulmasın!..
düşlerime alıyordum seni
orda bile dokunmuyordum sana, sende bana
yürüyorduk yollarda
amansızca tartışıyorduk cümleler bir bir aklımda
düşlerime alıyordum seni
orda bile birleşmiyordu dudaklarımız
sadece ellerinle saçlarımı okşuyordun
yüzünde yarım bir tebessüm
bana mı gülüyordun
sen düşlerimin adamı
seni kocaman gözlerinden tanırdım
bir de koyu renk uzun saçların vardı
adını bile bilmiyordum
ama seviyordum seni
arada bir geliyordun düşlerime
sana sarılmayı seviyordum
bir kokun vardı tanımlayamam şimdi
kokunu tanıyordum
bugün karşılaşsak seni tanırım
düşlerime giriyordun
sessizce dalıyordun
ellerimiz hiç birleşmiyordu
gözlerimiz hep birlikte
seni tanıyor muydum
--spoiler--
seninle simitin üstündeki
susamların birbirine olduğu kadar
uzağız;
çok yakın, ama ancak
ağızda parçalanınca
birbirine kavuşan...
--spoiler--
kendini akvaryumda ki balık gibi hissetmenize yol açar. her an yeniden yeniden seversiniz. sevdiğinizi unuttuğunuzda bir bakmışsınız yine seviyorsunuz. huzur gibi bir şeydir. sterildir.
sevgili akvaryumdaki balık, seven kişi de akvaryumun sahibi ise "sıçayım böyle sevginin tam orta yerine" dedirten ilişkidir...
birisini muhabbet kuşu gibi sevmekten gibi birşey bu. tek farkı birisinde kafes variken diğerinde akvaryum oluyor mekan...
baLık yemini hatun'un göbek deLiğine koyup yemek var ki.. bu sevmek değiL.. bir duygu ki, bir duygu bu aşk değiL nefret değiL.. biLdiğin iğrenç bir vak'a.. *
"beni akvaryumdaki bir balık gibi sevebilir misin?" diye sormuştu yıllar önce. bileklerini ilk kesişiydi daha. 16 yaşındaydı. aslında, bileklerini kesmezden önce anlamalıydım ruhundaki görünmez prangaları kırmak için çabaladığını. çünkü; bir hafta öncesinde saçlarını maviye boyamıştı.
ana caddede tesadüfen gördüğümde kendisini "can sıkıntısı" demişti. ne menem bir illet olduğunu bilmeden, can sıkıntısının.
kendisine boktan bir espri yapıp, "sıkıcan iyidir. kolay kolay çıkmaz" diyebilirdim. demedim. sadece izledim, o konuşurken yüzününe düşen saçlarını. ince kirpiklerini. ve, küçük-dik burnunu. hayata dair öğrendiğim her şeyi kusmak istedim kendisine, yanyana yürüyerek gittiğimiz bir dondurmacıda. olmadı. tuttum kendimi. dinledim. o anlattı. anlattıkça açıldı. güldü. esnedi. hapşurdu. "çok yaşa" dedim. bir temenni değildi. onun için duaMDI BU. "sen de gör" dedi, sağ elime dokunarak.
gördüm o anda. eli elime değdiğinde. evrenin varoluşunun nedenini. gökyüzündeki tanrı'nın siluetini. ve, yalnızlığını. küçük kız çocuklarının saçlarına takılan kurdelaları. gördüm ben de. her şeyi...
alman usulü hesabımızı ödeyip de dışarı çıktığımızda gözü ilişti karşı kaldırımdaki akvaryumcuya. ve, ön camdaki bebek yüzlülere. "alalım" dedi. "istediğimiz kadar. ikimiz için sen bakarsın." dinledim her zaman ki gibi. gözlerine bakarak. hafiftrn esen rüzgarın onun kokusunu ruhuma sokmasını içime sindirerek.
besledim bebek yüzlüleri günlerce. her sabah yemlerini verdim. sıkılmadan. bıkmadan...
bir sabah ekmek almak için pijamalarımla bakkala gittim. bir ekmek istedim. bir de kısa samsun. ekmeği dünün gazetesine sardı bakkal. hemen gördüm. kırmızı bilekleri. yüzü, bir önceki günün gazetesiyle örtülü bedeni. anladım. anlatamadım ama. sabahın aydınlığında, çöktüm yolun ortasına. yaktım sigaramdan bir dal. bilemeyişime üzüldüm.
o gün bana o soruyu sorduğunda, bilmeliydim. "beni, akvaryumdaki bir balık gibi sevebilecek misin?" diye sorduğunda anlamalıydım, her şeyin sonuna geldiğini. son bir çare olarak da benim sevgimle beslenmeye çalıştığını. doyuramamıştım. ama hiçbir şey yapamazdım ki.