Doğunun zirvesi, bütün teknolojilerini tamamlamış, nefesini tutmuş, 2011 Kış Olimpiyatları'nı beklemektedir. Ama siz Tebriz Kapı'dan, Gürcü Kapı'dan ya da zamana doğru geri açılan herhangi bir başka kapıdan girersiniz içeri.
Daha önce kullandığınız aynı cümle tipini, aynı yüklem çeşidini, aynı gizli özneyi kullanmanız kaçınılmazdır şimdi. Aynı şehirdesinizdir çünkü. Ama hükümler değişiktir bu kez, yenidir. Çünkü size doğunun kapısını açtığı için onca kıymet atfettiğiniz, fasılalarca ve defalarca içinden geçip gittiğiniz bu şehri ilk kez onun sahibiyle birlikte gezmektesiniz.
Otogara onunla aynı anda adım atsanız da siz misafirsiniz, o ev sahibi. Üzerinizde sırçadan bir kubbe açılır. Bu, onun teşrifatıdır. Şehrin, camekânlı el sandıklarında esanslar satılan, bir ihram peçesiyle yüzlere hicap vuran yanıyla, bir zamanlar size açılıp da yarım kalmış kapısıyla, saklı yüzüyle kaldığınız yerden karşılaşırsınız. Pirinç kazanlarda salep kaynatılmakta, tekerlekli sehpalarda "sıcak çay" satılmaktadır. Sizin bin bir çeşitten harmanladığınız çaylara benzemese de, içinizde derin kokusu, damağınızda tadı kalır. Kristalleşen bir avuç kar tanesi yüzünüze serpilirken keskin bir soğukla gelirsiniz kendinize. Camlar buzlanır.
incecik bir ışık çizgisi üzerinde şehrin bu günü değil dünü uzanır. ikindi sonrası, dağa yaslanmış bir çay evinde, nar gibi kızarmış sobanın etrafında ellerinizi ısıtırken gözkapaklarınız ağırlaşır. "Şişesi is bağlamış" gaz lambasının ziyası duvarlarda gölgeleri büyütür. Ne kadar zaman geçtiği belli değildir. Gar binasında bulursunuz kendinizi. Kış gecesi. Turuncu sis lâmbaları. Tren yolları her türlü ihtimale açık, raylar üzerinde aklınızın köprülerini sarpa sarmıştınız bunca yıl. Şimdi ilk kez, hiç gitmeyeceğiniz yerlerin bilet fiyatlarını sorarak yol hesabı yapmazsınız.
ilk kez bir yolculukta tek kare fotoğraf çekmeden. Şehrin aslı dururken onu suretine havale etmeden. Bir şehri onun sahibiyle birlikte, dirilerine değil ölülerine eğilerek ziyaret etmeyi öğrenirsiniz. Erzurum türkülerinin en hazini bir yerlerden sökün edince menziliniz sabitlenir. Sonsuzluk ve fanilik duygusu bir dağa yaslanmış köy mezarlığında yer değiştirir. Siz bu mezar taşlarını, bu merhabaları, bu muştuları, bu haritaları daha önceleri hiç mi görmemiştiniz? Dizi dizi mezarlar. Şehrin asıl sahipleridir bunlar.
O, sizi arkasına almış, karlar içinde bata çıka ama sağlam adımlarla, bir kez olsun sendelemeden, ayağı kaymadan önünüz sıra yürümektedir. Her zaman gördüğünüz bu cüsse, kırk yıllık aşinası olduğunuz bu beden farklılaşmıştır oysa. Dünyaya bakan yanlarını dünyada bırakmış, zaman atlamış, başkalaşmıştır. Alışılmadık bir heybetle cübbesinin yenlerini, eteklerini savura savura, heybesini, âsâsını kar suyuyla yıkaya yıkaya, nereye gideceğinden emin, sizi de götürmektedir.
Dönüp arkasına bakmaz bir kez olsun. Onu takip ettiğinizden emin; acemi adımlarınıza, şımarıkça sızlanmalarınıza, sendelemelerinize aldırmaz bile. Ancak çok düştüğünüz zaman kaldıracaktır. Güzergâhı bidayetten belli, bir tepeye doğru yol almaktadır.
Kulağınıza zümrüt bir küpe takarsınız. Gözünüzden bir damla yaş gelir. Denizin denize kavuşurken mırıldandığı merhabaları ilk kez üstünüze alırsınız. Hatip de sizsiniz bundan böyle muhatap da. Taşa çaldınız aklınızın bütün sınırlarını. Delisiniz.
Bunca yolun sonunda kendi şehrinize, kendi evinize geri dönüp de ilk kez "sıla"ya varamayınca. Bu kez kendi odanızı da bir otel odasını seyreder gibi seyredince. Denginizi tam orta yere yıkıp heybenizi boşaltıp da, halınızın rengi lacivertmiş, bu kez fark etmeyince.
Hiç ummadığın yerde
Nâgâh açılır perde
Bilirsiniz. Bundan böyle bu yer'li değilsiniz. Her yerde gelip geçicisiniz.
Hoş geldin eyâ berîd-i cânan. Al baştan değil, yenisiniz.