bizlere bırakılan içi anlam yüklü, insanın kendisini daha iyi tanımasını sağlayacak ve iç dünyasında değişiklikler meydana getirecek muhteşem bir eser.
Mesela bir gün , Eminönü meydanında bir otomobil bir adamı çiğner.(eliyle işaret yaparak canlandırır) Hadisenin on dakika evveline gidelim. Adam, mesela gülhane parkının önündedir. Otomobilde faraza Taksim'den geliyor. Manzarayı görüyor musunuz? Geliyor? Bin otomobil içinde bir otomobil yüz bin adam içinde bir adam. Ne adam çiğneneceğini bilir, ne de otomobil çiğneyeceğini. ikisi de bir sürü tesadüflerle bilmeden birbirine doğru yaklaşırlar. Mesela adam bir dükkanın önünde durur. Bir kutu kibrit alır. Bir iki adım atar. Bir arkadaşıyla konuşur. Bir vitrini seyreder. Bu masum hareketlerin bile bir kaç dakika sonra kopacak faciada hisseleri vardır. Bütün bu hisseler birbirlerine esrarlı bir şekilde geçe geçe nihayet meş'um anı doğururlar. O an gayet basit bir son sebebe dayanır. Bir dalgınlık, b,r bilgisilik şu bu. tesadüflerin kim bilir nasıl ve nereden idare edilen son derece grift ve içinden çıkılmaz bir riyaziyesi vardır.
bana bu diyaloğuyla benjamin button filminin kader sahnesini hatırlatan kesinlikle okunması gereken, muhteşem bir eser...
ben ne yaptım?
bir hududu zorladım. kendimin dışına çakmak isterken yine kendime rast geldim.
meğer kul olduğumu anlamak için Allahlık taslamalıymışım!
meğer nasıl yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmalıymışım!
ben ne yaptım?
en sağlam basamağı ayağımdan kaydırdım.
körlüğü zedeledim.
şimdi görünen şeye nasıl bakayım?
insan kaderini bir rüya gibi uykuda bulur.
bu rüyayı uyanık nasıl seyredeyim?
Allahla kalabalık arasında kaldım.
boşlukta nasıl durayım?
anlayın bu azabı!
bir azap ki; kul olduğum için çekiyorum,
çekmemek için Allah olmak lazım.
insana göre değil bu;
yok bunu çekecek aza insanda!
anlayın bu azabı...!
yanlız bu replikle dahi yeni bir kitap yazılacak kadar güzel bir piyes vesselam...
kuşkusuz en etkileyici sahne 3. perdededir.
--spoiler--
Bir sigara kağıdını şu masaya koy, üstüne bir taş bırak, kapıları kapa ve git! Üç yüz sene sonra gel, yerinde bulursun. Belki sararmış, belki buruşmuş, fakat yine o. Bir sigara kağıdı kadar yaşayamıyoruz...
--spoiler--
Böyle oyunları sahnelemek isteyen tiyatronun, yeterliliğini denetleyecek bir mekanizma olması lazımdır. yoksa böyle bir şaheser dahi eserlikten çıkartılabiliyor.
hele o zeynep'i oynayan bayanın üzerinde yeşil bir elbise vardı. neydi o öyle allah'ım. seyirciye hiç mi saygınız yok, bir ütü basamadınız mı elbiseye? ayıp yahu ayıp. seyirciye saygınız yoksa sanata saygınız olsun, sanata da yoksa necip fazıl'a biraz saygı gösterin.
dekor desen, çok güzel hareketler bunlar adlı programdaki dekordan bile zayıf. ışık alakasız yerlere ayarlanmış; seyirci zaten allahlık, oyuna müdahale edeni mi arasın, sohbet edeni mi, cips vb. şeyler yiyeni mi?
oyunun tüm ihtişamını gölgede bıraktı bütün bunlar, ilgimi canlı tutamadım. mehmet tahir ikiler'in performansı harikaydı fakat o davet ettiği biletsiz misafirleri yok mu, hani boş bulduğu yere çadır kuran göçebe misali her gördüğü boş koltuğa oturan misafirleri, inanın canımı okudular.
bugün başkent tiyatroları tarafından mükemmel bir şekilde sergilenen bir necip fazıl kısakürek oyunudur. oyuncular, kostümler, dekor, efektler her şey muhteşemdi. sadece seste biraz problem vardı mikrofonlardan az ses geliyordu onun hericinde her şey mükemmeldi.
biri girer hayatına. Onu daha tam tanımaya bile fırsat bulamadan çok seversin. Sonra o ne yapsa kötü gelmez. Sen aslında onu değil kendi kafanda yarattığın adamı sevmişsindir.
22.05.2011 pazar ve 25.05.2011 çarşamba günü başkent tiyatrosunda son kez gösterime girecek olan oyundur. gidilmesi şiddetle tavsiye edilir, şaheserdir bence bu yapıt. bendeniz de orada bulunacağım efendim, şimdiden iyi seyirler, kaçırmamanızı tavsiye ederim.
necip fazıl kısakürek'in başyapıtı.
okuduğum ve izlediğim tüm tiyatrolar içerisinde en çok beğendiğim, başlı başına bir başyapıt özelliği taşıyan tiyatrodur.
bugün tiyatro eserini elime aldım ve bir solukta okudum, okuduğum onca romanın, hikayenin içinde hiçbirisi bana bu tiyatro eserinden aldığım tadı verememiştir. beni en çok etkileyen tiyatro eseridir.
eserde:
hüsrev adlı muharrir'in bir piyesteki adam yaratma hayali ve bu hayaliyle birlikte gelişen acılar ve durumlar mükemmel bir biçimde anlatılmaktadır...
''ben allah'ın yalnız acı çeksin, yalnız kıvransın diye yarattığı bir aletim galiba''
''aptal muharrir, ölüme ilaç ölümdür!''
cümleleri insanı baya bir düşündürür.
eseri sadece okumama rağmen son cümlesi ''ne yapayım anne, kestiniz incir ağacını!'' cümlesi gözlerimi yaşartmıştır.
--spoiler--
aramıza bir parça mesafe koymamız lazım. Bu bir sanat meselesidir. Birbirimize bu kadar abanmamalıyız. Abandığımız zaman da ne bileyim, birimizin ağırlığı öbürüne bir tüy kadar gelmeli. Ah, bunlar anlatılmaz. Beni niçin konuşturuyorsunuz?''
--spoiler--*