bugün

bir milan kundera kitabı..
öğrenmeye teşebbüs edildiği sürece ayıp olmayan şey.

(bkz: bilmemek değil öğrenmemek ayıptır)
bilmemek insan psikolojisini etkileyen en önemli şeylerden biridir. insan bilmek ister, her şeyi bilmek ister. bilmek istediklerinin kendisine ne vereceğini umursamaz. sadece bilmek ister. öğrendikleri bazen kendisine mutluluk bazen acı verebilir. örnekleme yaparsak, insanlar sevgililerinin kendilerini ne kadar sevdiklerini bilmek isterler, çalışanlar yeni yılda maaş zammı yapılıp yapılmayacağını bilmek isterler, yola çıkan insanlar otobüsün geleceği saati bilmek isterler... kısacası insan sınırısız bir şekilde gelecek ve geçmiş ile ilgili bilgileri öğrenmek ister. işte bunun olmadığı/olamadığı durumlara bilmemek denir.
bilmemek çoğu zaman insanı huzursuz eder. hani yaşam şeklinde bir değişiklik olduğunda "düzenim bozuldu" diye düşünür ya insan, aslında bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi de bir çok "bilmediği" durumla karşılaşmasıdır.
bir örnekle açıklamaya çalışayım. örneğin bir çoğumuz bir saat sonra ne yapacağımızı biliriz. ya da bir gün sonra, ya da 15 gün sonra... mesela ben bir saat sonra eve gideceğim, yemek yiyeceğim, tv'de maç izleyeceğim, dvd'de lost ya da prison break izleyeceğim, sevgilimle görüntülü görüşme yapacağım, traş olup yatacağım, sabah saatin sesine kalkıp işe gideceğim ... v.s. bu bana huzur veriyor çünkü en azından önümüzdeki 5 günde olacakları az çok biliyorum. bu da bana huzur veriyor, kendimi güvende hissediyorum. fakat bilmemek huzursuzluk verir.
bilmemenin verdiği huzursuzluğa da bir örnek vermek gerekirse, erkekler için askere gittikleri ilk günler gösterilebilir. insan askere gittiğinde ilk günlerde 5 dakika sonra bile olacakları bilmez. sürekli sizi toplayıp sıraya sokarlar ve ne yapacağınızı gidene kadar öğrenemezsiniz. her toplandığınızda nereye gittiğinizi ve ne yapacağınızı düşünürsünüz. işte bu müthiş rahatsızlık verir. psikoloji bozar. özellikle gelecek kaygısı ve gelecekte olacakları tahmin bile edememek huzursuzluk verir.

bilmemek = huzursuzluk
Bilmemek

Duygularınız sizindir, saklıdır, kimsenin müdahale edemeyeceği bir biçimde size aittir, oradaki her değişiklik yalnızca sizinle ilgili bir keder ya da sevinç yaratacaktır ama hayatınız başkalarının da içinde dolaştığı, başkalarının da kendine bir yer bulduğu, açıkça görülen, izlenen, müdahale edilebilen, oradaki her değişiklikle başkalarının da yaralanabildiği bir duraktır.
Vitrinlerindeki mankenleri çırılçıplak soyulmuş, demir parmaklıkları indirilmiş ışıksız dükkanların iki yanına dizildiği, apartman kapılarının sıkısıkıya kapatılmış olduğu, köşebaşlarında çöplerin biriktiği Şişli'nin arka sokaklarından bir gece vakti, korkmayı bile unutarak, aşk acıları içinde ağlayarak geçtiğim o gece on yaşlarındaydım herhalde.
Erken gelen bir özgürlük merakıyla tek başıma gittiğim, gazoz ve toz kokulu Tan Sineması'nda seyrettiğim filmdeki siyah gözlü kıza aşık olmuştum.
Ama aşktan ağlamıyordum.
Kızın adını öğrenemediğim için ağlıyordum, onun kim olduğunu anlayamamıştım.
Adını bilmediğim için onu hayallerimin arasına alamıyordum.
Hayallerime alamadığım için hayatıma da alamamıştım.
Aşıktım ama aşık olduğum, kendisine ruhumda yer açtığım bir kadına hayatımda bir yer açmam, onu hayatımın bir yerine, hayallerimde de olsa, yerleştirmem mümkün olmuyordu.
Şimdi büyüklere çok manasız geleceğini bildiğim ama bir çocuğu gerçek bir acıyla acıtan o ani aşkı yaşarken; duygu dünyandaki yeri bu kadar açık ve kesin olan birinin hayatındaki yerini bilememenin, ona hayatında bir yer bulamamanın nasıl yakıcı bir sızıya dönüşebileceğini galiba ilk o gece sezdim.
O gece, o kıza hayatımda bir yer bulamamamın nedeni hayal eksikliğindendi, hayal kuramamıştım.
Daha sonraları, duygularla hayat arasındaki çatışmaların, yalnızca hayal eksikliğinden kaynaklanmadığını; insanın varlığını oluşturan duygularıyla düşünceleri ve bu ikisini birden kapsayan hayatı arasındaki belirsizliklerin, bunların arasındaki, açılması bazen imkansız olan kapıların tahminimden çok daha fazla olacağını görecektim.
Okuduğum kitaplardaki kahramanların çoğu da, duygularındaki belirsizliklerden değil, duygularıyla hayatları arasındaki belirsizlikten acı çekiyorlardı.
Sevdiklerine duygularında ve hayallerinde bir yer bulsalar bile hayatlarında bir yer bulamıyorlardı.
Sanki duygularımızda çok keskin ışıklarla aydınlanmış, parlak ve canlı duran biri, hayatımızda, sırf parlaklığından dolayı yer bulamıyordu, onu hayatımıza yerleştirmek için birçok ışığın yerini değiştirmemiz, bazı ışıkları söndürmemiz gerekeceğinden karar verirken duralıyorduk.
Ve soruyorduk kendimize:
- Onun duygularımdaki yerini biliyorum ama hayatımdaki yeri neresi?
Bu cevaplandırılması tahmin edilenden daha zor bir soru.
Çok sevdiğiniz, çok değer verdiğiniz bir insanı hayatınıza almak istediğinizde, onu hakettiği yere yerleştirebilmek için, onun kadar ya da ona yakın değerde bir başka şeyi hayatınızdan çıkarmak zorunda kalırsınız.
Bir vakitler ingiltere kralı, halktan bir kadına aşık olup da kendine bu soruyu sormak zorunda kaldığında, 'onun yeri hayatımın merkezi' cevabını vererek, sevdiğini hayatına yerleştirebilmek için krallık tacını hayatından çıkartıp atmıştı.
Ama o kralın yeğeni, aynı soruya amcası kadar güçlü ve açık bir cevap veremedi.
Hayatından hiçbir şey çıkaramadığından, gerçekten aşık olduğu kadını hayatına alamadı.
Amca kral, kadınını, yeğen prensin kadınını sevdiğinden daha çok seviyordu diye bir sonuç çıkarmak hemen mümkün mü tam bilemiyorum.
Ya da prens taca amcasından daha düşkündü demek gerçeği açıklamaya yeter mi, ondan da emin değilim.
Prens sevdiği kadın için tacı hayatından çıkarmaya karar verse, bu kararla birlikte sadece müstakbel tacını değil büyük bir ihtimalle annesinin mutluluğunu ve güvenini, babasının oğluyla ilgili beslediği hayalleri de hayatından çıkarmak zorunda kalacaktı.
Belki buna gücü yetmedi, belki annesini mutsuz görmeye dayanamayıp kendi mutluluğundan vazgeçti, ki insanın kendi mutluluğundan bir başkası için vazgeçmesi de tacından vazgeçmek kadar, hatta bazen ondan da zor olabilir.
Mutluluğundan mı yoksa tacından mı vazgeçen daha büyük bir fedakarlıkta bulundu, buna kim kolayca cevap verebilir.
Tek bilebileceğimiz, 'duygularımdaki yerini bildiğim bu insanın hayatımdaki yeri neresi' sorusuna cevap vermenin sanıldığından daha güç olduğudur.
En sıradan insanın bile öylesine karmaşık ve kalabalık bir hayatı vardır ki, o hayatın içinde yeni birisine yer açmak daima birilerini huzursuz edecek, birilerinin canını yakacaktır.
Bir mutluluk büyük bir ihtimalle bir başkasının mutluluğu karşılığında satın alınacaktır hayattan.
Bir başkasının mutluluğu pahasına elde edilecek bir mutluluk, bir sızı, bir pişmanlık, bir keder bırakmayacak mıdır sizde, mutluluğunuz, karar verdiğiniz anda başkasının kederiyle yaralanıp eksilmeyecek midir?
Bir başka insana duygularınızda yer bulmak, ona hayatınızda bir yer bulmaktan daha kolaydır.
Duygularınız sizindir, saklıdır, kimsenin müdahale edemeyeceği bir biçimde size aittir, oradaki her değişiklik yalnızca sizinle ilgili bir keder ya da sevinç yaratacaktır ama hayatınız başkalarının da içinde dolaştığı, başkalarının da kendine bir yer bulduğu, açıkça görülen, izlenen, müdahale edilebilen, oradaki her değişiklikle başkalarının da yaralanabildiği bir duraktır.
Hayatınızdaki her kıpırtı birçok insanı da kıpırdatır.
Kıpırdamadığınızda ise acı çeken siz olursunuz, bir de sizin duygularınızda yer alıp da, hayatınızda yer almayı bekleyen insan.
Hayatınızdakileri kıpırdatmayıp onları acıdan kurtarırsanız, kendinizi ve sevdiğinizi acıtırsınız, kendinizi ve sevdiğinizi sevindirip hayatınızı yeniden düzenlediğinizde başka birilerini.
'Duygularımdaki yerini bildiğim insanın hayatımdaki yeri neresi' sorusunu sorduğunuzda, bunu sormak zorunda kaldığınızda, bir acının bir yerde kımıldanmaya başladığını hissedersiniz kaçınılmaz olarak.
Ben on yaşındayken ismini bilmediğim bir kadına ansızın aşık olup da, onu, adını bilmediğim için hayallerime ve hayatıma alamadığımda ağlamıştım sokaklarda.
Sonra, adını bildiğim, hayallerime aldığım ama hayatımdaki yeri neresi sorusuna bir cevap bulamadıklarım için ağladım.
Duygularınızdaki yerini bilirsiniz bir insanın.
Ama onun hayatınızdaki yerini bilmek...
Bu zordur.
Vereceğiniz cevap, bu cevap ne olursa olsun, ıssız ve karanlık bir sokakta ağlayan bir oğlanın çektiği acının nasıl bir şey olduğunu size gösterir.
*
1 dk sonrası için geçerli olanı, insana zayıflığını hatırlatır.
(Sır: Birbirini dinlemeyen kadınlar nasıl oluyor da birbirlerinin söylediklerine gülebiliyorlar?)

Milan Kundera- Bilmemek- Can Yayınları- sayfa:34.
öğrenme yeteneğinin eksikliği, isteksizliği ve eksikliğiyle çağımızın canavarı cahilliği doğurur.
ama hiçbirşey bilmediğini bilmek aydınlığın yoludur.
bazı şeylerin bilinmemesi garipsenebilir; ama bu garipsenmeleri gerektiği anlamına gelmez.
türkiye'de sağ kalmak için en etkili silahtır.
Aslında farkına varılması gereken bir olgudur.
Dün babamla tartıştım biraz. Bundan önce de belli tartışmalarımız olmuştu. Adamın genel kanısı "her şeyi ben bilirim, siz hiçbir şey bilemezsiniz" . Ve bunu islami olarak yapıyor. Benim öğrendiklerimi küçümsüyor ve her şeyi bilemeyeceğinin farkına varmıyor.
Neyse bunun üzerine hz. Ebu bekir'in sözü çınladı kulaklarımda: "ilmin sonu cehalettir" bununla ne demek istediğini sokrates daha iyi açıklıyor aslında "tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir"

Bilmediğini kabullenmek insan nefsinin en azılı özelliklerinden biri. Kişi yapısı itibariyle bilmemeyi kendine yakıştıramaz. Burada nefsin ilahlık iddiası ve kendine noksanlığı yakıştıramaması var tabi ki. Bu durum bir çoğumuzda mevcut. Yok diyemem. insan insanın aynasıdır demişti derviş. iyi de ben bu durumu başkasında izlediğimde midem bulanıyor. Sanırım artık bünye kaldırmıyor.

Gittiğim derslerde ilk öğretilen peygamber efendimiz sav'in şu sözü olmuştu: " ya rabbi! Biz seni hakkıyla bilemedik"
Bak bunu peygamber söylüyor. Yani bilme iddiası ortada yok. En iyi bilen olmasına rağmen bilmediğinin farkına varmak mesele. Şuanda Müslümanlara bakıyorum her şeyi biliyorlar. Herkes her şey hakkında hüküm veriyor. Kimse de demiyor ki: " benim şu konuda fikrim yok". Asla!
Bilmediğini de çaktırmayacaksın.
Başarının sırrı oradan geçiyormuş cici.

Derslere ilk başladığımız zaman derviş dedi ki: "bildiklerinizi unutun, hiçbir şey bildiğiniz gibi değil. Çünkü hiçbir şeyi bilemezsiniz." Şimdi o aç oturduğum derslere. Ne bilirsem kardır dediklerime..
Bilmiyorum. Bilseydim yapmazdım. Öğrenseydim bu amelime yansırdı diyorum. Bilmişlik iddia edip cahilce davranmak bizdeki.
Her alanda uzman olayım hırsı var bir de. Evlerden ırak..
Olma kardeşim ömrün yetmez. insan ol, kul ol ve bu alanda uzman ol.
Kul ol deyince de namaz, oruç falan zannediyorsunuz. Nalakası var! Kul olmak önce insan olmakla başlıyor. Önce bu nefsi terbiye ile başlıyor.
Hastalıkların tedavisi ile başlıyor. Tedavi biraz zorlu olabiliyor elbette. Ama sonu vuslatsa değer diyebiliyorsunuz.

Anladım ki bilmemek erdemmiş, işi "bilene" bırakmak ise gerekli olan hatta zorunlu hatta kural olan.
Allah' a bırakmak yani.
Bir kitabı bile okurken, o kitaptan alacağını allah' a bırakabilme meselesi bu.
Yani "hasbinallahu ve nimel vekil"i anlayıp, uygulamaya koyma meselesi.
Yaptığın işi başından sonu rabb'e teslim edebilme kabiliyeti bilmemektir.
Bilmemek yetenek istiyor gerçekten. Teslimiyet ve sadakat istiyor. Yoksa ortaya bildiğini iddia eden bir yapı çıkıyor. Bilmemek erdem, bilmediğini bilmek akıllı adamların işi.
Bu yüzdendir avam her şeyi bildiğini iddia ederken, arifler, erenler, filozoflar bilmediklerini iddia ederler.
Çünkü aklı kullanan adam bilinmeyenin peşindedir.

Sonuçta diyebiliriz ki; her şeyi bilmeyin, zaten hiçbir şey bilmiyorsunuz.
Milan Kundera'nın yazdığı bir nevi romanda kendisinide anlattığı göçmenlik, kişinin kendisiyle savaşını ve belleğini anlattığı roman.

Kendisinin neden Çağımızın en başarılı düşünsel roman yazarı ve varoluşçuların sonuncusu olarak nitelendirildiğinin kanıtıdır bu kitap.

kundera'nın konusu 68 rus işgali baş rolde burda da. bu işgalden ve çeklerin "insancıl komünizm" hareketinden kaçıp, avrupanın farklı ülkelerine iltica eden çeklerden ikisi romanımızın baş kişileri oluverirler: irena ve josef.

duygusal yönler barındırmasına ek olarak döneminin siyasi ve politik yönlerini ve bu olaylarin insanlar ve toplumlar üzerindeki yansımalarınıda anlattıgı için başarılı bir roman.Kısacası insanın kendi varoluşunu anlamamıza yardımcı oluyor.Ayrıca çek tarihide çok güzel özetlenmiş.Adamlar bir huzuru bulamamışlar.

Karakterlerimizin iç dünyasını çok güzel bir şekilde yazmış ayrıca bir göçmenin belli bir süre dışarıda kalıp kimliğini kaybettikten sonra geri geldiğinde ne hissettiğinide çok iyi betimlemiş .

Sonlara doğru kitabın saçmaladığını söyleyenler olmuş bende biraz öyle düşünsemde sonuçta varoluştan gelen şeyler yapılanlar.

Çok kısa sürede okuyabileceğiniz bir kitap Zaten 130 sayfa bir oturuşta bitiyor.

"insanları gerçekten bu kadar sefil duruma getiren hayatlarındaki acılar değil, geleceğin boşluğuydu".

görsel
en büyük problemlerden birisi de bilmediğini bilmemektir. bu bilinç seviyesiyle yapılan atılan her adım, yapılan her yorum sonucundan hüsran doğurur.
Ayıp değil öğrenmemek ayıp.
insanların korkularının başlıca sebeplerinden. Bilmemek insan doğasının baskın duygularını açığa çıkartan çözücülerden biri bence. bazılarında merak uyandırır ve bilmediğini kabullenip öğrenme çabasına girer veya susmayı tercih eder.
Ama bazıları Bilinmeyenden korkar ve hırçınlaşır.Korkunun temeli bilmemek. Korku filmlerinin karanlık ortamı da bu yüzden olabilir. Karanlık bilineni gizlediği için korkulacak unsurlar da çoğalır.
Geleceği bilmemek de gelecek korkusuna ve sonunda sefilliğe sebep. Bunun ucu cinayete ve hatta toplumsal kıyımlara bile gider. Her zaman bilmeyi istemek gerek.
Çoğu zaman mutluluktur.
Kurcaladıkça, öğrendikçe mutsuz oluyor insan.
Bilmediğini söylemek her zaman kazandırır. Bilmediğini saklayarak yapılan her eylemin sonu hüsran olacaktır.
Bilmediğin bir meselede konuşmak, saygınlık değil, nefret getirir.
Bilmemek ayıp değildir. Hele insan bilmediğinin farkındaysa ve bunu önlemeye çalışıyorsa hiç ayıp değildir, aksine takdir edilesidir.
Bir de bazı insanlarımız bilmediği konular hakkında o güzel dilini yormasa keşke...
Birçok zaman rahatlıktır. Mesela bugün bir abimiz dedi ki rusya'da radyoaktif bir sızıntı olmuş, aman yağmurun altında çok dolaşmayın, radyosyon etkisi 100 kat artmış. Bunu duyan ben "ee o zaman denizlerin üstü açık, balık yemeyelim; toprağın üstü açık, sebze yemeyelim" diye düşünmeye başladım. Şuanda da yağmur yağıyor, kafam sürekli buna meşgul. Rahat değilim.

Bu entryi okuyan şüpheci arkadaşlar özür dilerim. Böyle bir bilgi geldi.

Rusya'da radyoaktif bir sızıntı varmış.
Çoğu zaman cahilliğin diğer adı olduğundan mutluluktur ancak şu günlerde "ya çok şey kaçırıyorsam" diye endişelenmeden duramıyorum. ilim koca bir nehir. hepsini içmek mümkün değil. Hangi kısımın bizim en çok işimize yarayacağını nasıl bilebiliriz ki ona göre bir eleme yapalım.
Bir konu hakkında fikir sahibi olmamak.

Kötü gibi görünse de, değildir.
Fenadır.
Hele haddinizi bilmiyorsanız, edep, adap, zerafet bilmiyorsanız en fenasıdır.

Oksijen tüketmeseniz keşke!
Evreni kirletmeseniz.
belki söylemeyi unuttuğun kelimeler var ya, hani şu içten içe yiyip bitiren ruhunu ve seni araştırmaya iten ..

nasıl desem , gönülden istediğinde her daim erişebildiğin bir hazine, içinde kaba kuvvetten öte saf güç saklı..

hani kanıtları bir bir önüne döktüren bir bilmece misali, ardı arkası kesilmeden yenilenen..

tamam tamam bildin,
bilgi..

peki onun yokluğu neye neden olur ..
Cogu zaman bilmemek tahammul edilemezdir, endise yaratandir. Tabiri caizse bilinmeyen cozulmesi gerekendir benim icin.
Ama bazi anlar var ki keske bunu bilmesem, keske fark etmesem,gormesem diyorum.
Bilmemek mutluluktur, bakalim bunu ne zaman ogrenecegim.
şüpheye, kararsızlığa, duraksamaya, meraka sebep olabilecek şeydir. bilmemek, bilmek fiilinin olumsuz biçimidir.