benim adım kırmızı

entry106 galeri0 video1
    56.
  1. Anlatım tekniği ve düşünce açısından zekice -roman birinin yahut bir nesnenin ağzından olayların anlatılmasıyla ilerler- kurgulanmış, içinde güzel hikayecikler bulunan, ancak dil açısından hoşuma gitmeyen bir şeylerin olduğunu hissettiğim roman.
    Murat Bardakçı Hürriyet Gazetesi'nde çalıştığı dönemde bu kitabın Norman Mailer'in Ancient Evenings adlı romanın bir kopyası olduğunu iddia etmiştir.
    2 ...
  2. 55.
  3. orhan pamuk'un en çok ses getiren kitabıdır. Karakterlerin okuyucu ile birebir konuştuğu kitaplar arasında en başarılısı olduğu savunulabilir.
    2 ...
  4. 54.
  5. --spoiler--
    unutma: evlenmeden önce alevlenen aşk yangını evlilikle söner ve geriye boş ve kederli bir yangın yeri kalır. evlendikten sonra duyulan aşk da biter elbette, ama onun yerini mutluluk alır. buna rağmen bazı aceleci budalalar evlenmeden önce aşık olup yana yana bütün aşkı tüketirler. niye? çünkü hayatta en büyük amacı aşk sanırlar."
    --spoiler--
    4 ...
  6. 53.
  7. --spoiler--
    "kırmızının hissini hiç görmemiş olana anlatın üstadım."
    "parmağımızın ucuyla dokunsaydık demirle bakır arasında olurdu. avcumuzun içine alsaydık, yakardı. tatsaydık tuzlu bir et gibi tok olurdu. ağzımıza alsaydık doldururdu. koklasaydık at gibi kokardı. çiçek gibi koksaydı papatyaya benzerdi, kırmızı güle değil."
    --spoiler--
    2 ...
  8. 52.
  9. fanatik bir arkadaşım tarafından , '' memnun oldum ben de sarı!'' şeklinde tepki aldığım kitap.
    2 ...
  10. 51.
  11. --spoiler--
    böylece, şirin in penceresinden hüsrev i gururla seyretmesi, hüsrev in de ay ışığında yıkanan şirin i ne güzel seyretmesi ve bütün aşıkların karşılıklı zarafet ve incelikle göz süzmeleri; rüstem in beyaz şeytanı kuyunun dibinde boğuşarak öldürmesi; aşktan aklını kaçırmış mecnun un çölde beyaz kaplan ve dağ keçisiyle arkadaşlık ederkenki kederli hali; her gece çiftleştiği dişi kurda bekçilik ettiği sürüden bir koyunu armağan eden hain çoban köpeğinin yakalanıp ağaca asılışı; çiçeklerle, meleklerle yapraklı dallarla, kuşlarla ve gözyaşlarıyla yapılmış bütün o kenar süsleri; hafız ın esrarlı şiirlerini süslemek için çizilmiş ud çalanların hepsi; binlerce, on binlerce nakkaş çırağının gözlerini bozan, üstatları kör eden bütün duvar süsleri, kapı üstelerine, duvarlara asılı küçük levhalara, resmin içindeki iç içe geçmiş çerçevelerin içine gizlenmiş bütün beyitler; duvar diplerine, köşelere, alınlıklara, ayaklaltlarına, çalı diplerine, kayaların arasına gizlenmiş alçakgönüllü imazalar, aşıkları örten yorganları örten bütün çiçekler; padişahımızın rahmetli dedesinin düşman kalesine zaferle saldırışı sırasında kenarda sabırla bekleyen kesik gavur kellelerinin hepsi; kefere elçisinin padişahımızın büüyk büyük babasının elini öperken arkada gözüken ve senin de gençliğinde çizimine katıldığın topların, tüfeklerin, çadırların hepsi; boynuzlu, boynuzsuz, kuyruklu, kuyruksuz, sivri dişli, sivri tırnaklı bütün şeytanlar; aralarında bilge hüthüt, sıçrayan serçe, acemi çaylak, şair bülbül de olmak üzere çeşit çeşit binlerce kuş; huzurlu kediler, huzursuz köpekler, aceleci bulutlar; binlerce resimde tekrarlanmış küçük sevimli otlar, acemice gölgelenmiş kayalar ve peygamber sabrıyla yaprakları tek tek çizilmiş on binlerce servi, çınar ve nar ağacı; timur zamanından ya da şah tahmasp zamanından kalma saraylar örnek alınarak yapılmış, ama çok daha eski çağların hikayelerini süsleyen saraylar ve yüz binlerce tuğlaları; kırda çiçekler üzerine ve açmış bahar ağaçları altına serilmiş harika bir halının üzerine oturup güzel kadınlarla oğlanların çaldığı musikiyi dinleyen on binlerce hüzünlü şehzade; mükemmelliklerini son yüz elli yılda semerkant tan istanbul a binlerce nakkaş çırağın gözyaşlarıyla yediği dayağa borçlu olan bütün o harika çini ve halı resimleri; senin hala aynı coşkuyla çizdiğin o harika bahçelerin ve çaylakların, inanılmaz ölüm ve savaş meclislerin, zarafetle avlanan padişahlar ve aynı zarafetle kaçan ürkek ceylanların senin ve ölen şahların, esir düşmüş düşmanların, gavur kalyonlarının ve düşman şehirlerin ve kaleminden karanlık damlar gibi ışıldayan bütün o parıl parıl karanlık gecelerin, yıldızlar, hayalet gibi serviler ve kırmızıya boyadığın aşk ve ölüm resimlerin senin, hepsi, hepsi yol olacak *
    hokkayı bütün gücüyle kafama indirdi.
    --spoiler--
    1 ...
  12. 50.
  13. roman karakterlerinin kendi cümleleriyle konuştuğu, güzel kurgulanmış, tatlı bir orhan pamuk kitabıdır.
    1 ...
  14. 49.
  15. kitabın girişi çok güzeldir.konuyu biraz açarsak.ölen bir adam okuyucuya direk seslenir ve katilinden ve ölümünden bahseder. okuyucuya şu soruyu sorar: şu anda bulunduğum yeri merak ediyorsunuz anlatayım der.zaten bu noktadan sonra romana kapılır gidersiniz
    4 ...
  16. 48.
  17. şevket'i fazla kötülediği ve cinselliği de abarttığı kitap.
    ayrıca resim yapmayı sevdiğinden olsa gerek resim ile nakışlığı sürekli karşılaştırmış, baya bir bilgi vermiştir.
    1 ...
  18. 47.
  19. orhan pamuk un en renkli, ve en iyimser romanım dediği roman, herkesin herşeyin dile geldiği, bir grup nakkaşın etrafında gelişen okunası kitap.
    1 ...
  20. 46.
  21. 45.
  22. her nesnenin,her karakterin dile geldiği roman.
    2 ...
  23. 44.
  24. orhan pamuk'un kendini aştığını düşündüğünü zannettiğini düşündüren , cinselliğin keşfinin sinyallerini veren, bir adamın * ancak yaşayamadıklarını bu kadar biriktirebileceğini anlamayı kolaylaştıran (çünkü çok imgeleme var), yine de popülist yine de post-modernizme entegre zannımca da kıyıda köşede kalmış 3.dünya yazarlarından esinlenme roman. yine de the times'a kapak oldu. *
    2 ...
  25. 43.
  26. katilin kim olduğunu bulmaya çalıştığın heycanlı bir kitap.
    3 ...
  27. 42.
  28. vakit kaybıdır.alıp da okuyamayanların sayısı okuyanlardan çok daha fazladır.
    merklısına not:ben okuyanlardanım.
    1 ...
  29. 41.
  30. 40.
  31. kim koyduysa bu adı sana "kocaman bir afferimmm.." diyorum başka da bir şey demiyorum.
    1 ...
  32. 39.
  33. -benim adım kırmızı.
    +benimkide mor ama arkadaşlar bana patlıcan moru der genelde iri iri kütür kütür.
    -ay sapıkmı ne .
    +yaşasın renklerin sex hayatı.
    -ay ne diyon be.
    10 ...
  34. 38.
  35. Orhan Pamuk'un bir bölümü yazmadan önce azdırıcı aldığı kitap.Süper bir kitap.
    1 ...
  36. 37.
  37. 36.
  38. --spoiler--
    duyuyorum sorduğunuzu, nedir bu renk olmak?

    renk gözün dokunuşu, sağırların müziği, karanlıkta bir kelimedir. onbinlerce yıldır kitaptan kitaba, eşyadan eşyaya rüzgarın uğultusu gibi ruhların konuştuklarını dinlediğim için benim dokunuşumun meleklerin dokunuşuna benzediğini söyleyeyim. bir yanım burda gözlerinize sesleniyor, o benim ağır yanım. bir yanım havada bakışlarınızla kanatlanıyor, o benim hafif yanım.

    kırmızı olmaktan ne de mutluyum! içim yanıyor, kuvvetliyim, farkedildiğimi biliyorum, bana karşı koyamadığınızı da.

    saklanmam: benim için incelik, zayıflık ya da güçsüzlükle değil, kararlılık ve iradeyle gerçekleşir ancak. kendimi ortaya koyarım. başka renklerden, gölgelerden, kalabalıktan ya da yalnızlıktan korkmam. ne de güzeldir beni bekleyen bir yüzeyi kendi muzaffer ateşimle doldurmak. benim yayıldığım yerde gözler parıldar, tutkular kuvvetlenir, kaşlar kalkar, yürekler hızlanır. bakın bana; ne kadar güze şey yaşamak! seyredin beni, ne güzeldir görmek. yaşamak görmektir. her yerde görünürüm. hayat benimle başlar, herşey bana döner, inanın bana.

    susun da dinleyin nasıl da böyle harika bir kırmızı olduğumu. boyadan anlar üstat nakkaş. hindistanın en sıcak yerinden gelen en iyi kırmızı böceğinin kurusunu kendi havanında elceğiziyle döve döve iyice toz edip, bunun beş dirhemini ve bir dirhem çöven ve yarım dirhem de lotor hazır etti. üç okka suyu tencereye koyup, çöveni içine atıp kaynattı. sonra lotoru suya koydu, güzelce karıştırdı. bir güzel kahve içecek zaman kadar kaynattı. o kahveyi içerken, ben de az sonra doğacak çocuk gibi sabırsızlanıyordum. kahve aklını açıp, gözlerini cin gibi yapınca kırmızı tozunu tencereye attı, bu iş için kullandığı ince ve temiz çubuklardan biriyle karıştırdı. şimdi gerçek bir kırmızı olacaktım, ama kıvamım o kadar önemlidir ki; suyun hem boş yere kaynamaması lazım, hem de tabi biraz kaynaması lazım. çubuğun ucuyla bir parça sudan alıp başparmağının tırnağına sürdü. ohh ne güzelmiş kırmızı olmak! tırnağını kırmızıya boyadım, tırnağın kenarına su gibi akmadım; kıvamım iyidi ama tortularım vardı. tencereyi ocaktan indirdi, beni tertemiz bir kumaştan geçirip süzdü, daha da saf oldum. sonra ateşe koydu, iki kere daha kaynatıp köpürttü beni, azıcık dövülmüş şap koydu, soğumaya bıraktı.

    birkaç gün geçti, orada, tencerenin içinde hiçbir şeye karışmadan durdum. içimden bütün sayfalara, heryere, her şeye sürülmek geçerken, öylece durmak kalbimi kırıyordu. bu sessizlikte düşündüm kırmızı olmak nedir diye.

    bir keresinde, bir acem şehrinde, kör bir nakkaşın ezberden çizdiği at resmindeki eğerin örtüsünün işlemelerine bir çırağın fırçasıyla sürülürken iki üstat kör nakkaş aralarında tartıştıklarını işitmiştin.

    "bütün nakış hayatımız boyunca şevk ve inançla çalıştığımız için sonunda tabii ki kör olan bizler, kırmızının nasıl bir renk , nasıl bir his olduğunu biliyor, hatırlıyoruz." dedi atı ezberden çizmiş olanı. "ama ya anadan doğma kör olsaydık, güzel çırağımızın sürmekte olduğu bu kırmızıyı nasıl anlayacaktık?"

    "güzel bir mesele," dedi öbürü. "ama renkler anlaşılmaz, hissedilir."

    "kırmızının hissini hiç görmemiş olana anlatın üstadım."

    "parmağımızın ucuyla dokunsaydık demirle bakır arasında olurdu. avucumuzun içine alsaydık yakardı.tatsaydık tuzlu bir et gibi tok olurdu. ağzımıza alsaydık doldururdu. koklasaydık at gibi kokardı. çiçek gibi koksaydı papatyaya benzerdi, kırmızı güle değil."

    o zamanlar yüz on yıl önce frenk nakşı, şahların özendiği gerçek bir tehdit olmadığı ve efsane büyük üstatlar kendi usüllerine allah a inanır gibi inandıklar için, fren üstatlarının en sıradan kılıç yarasında bile kırmızının çeşit çeşit ara rengini kullanmalarını bir çeşit şerefsizlik ve acemilik olarak görüp gülüp geçtiler. ancak acemi, kararsız ve iradesiz nakkaş bir kafanın kırmızısı için farklı kırmızılar kullanır, dediler. gölge bahane olamaz. zaten tek bir kırmızı vardır ve yalnızca ona inanılır.

    "bu kırmızının anlamı nedir?" diye yine sordu atı ezberden çizmiş kör nakkaş.

    "renklerin anlamı orada karşımızda olmaları ve onları görmemizdir," dedi öteki. "görmeyene kırmızı anlatılamaz."

    "münkirler, zındıklar, inançsızlar da allah ı inkar etmek için onun gözükmediğini söylerler" dedi atı çizen kör nakkaş.

    "oysa o görene gözükür" dedi öbür utsa. "kuran-ı kerim bu yüzden görenle görmeyenin hiç bir olmayacağını söyler."

    güzel çırak, atın eğerinin örtüsüne beni yavaş yavaş sürmüştü.güzel bir nakşın siyah beyazına kendi doluluğum ,gücüm ve canlılığımı yerleştirmek öyle hoş bir duygudur ki, kedi kılından fırça beni kağıda yayarken sevinçten gıdıklanırım. böylece ben renklendikçe sanki aleme "ol" derim ve alem benim kan rengimden olur. görmeyen inkar eder, ama her yerde ben varım."

    sayfa: 214 - 217

    --spoiler--
    3 ...
  39. 35.
  40. orhan pamuk'un hayati bouyunca yazdigi, yazacagi, dili, kurgusu ve konusu ile hayranlik uyandiran en guzel kitabidir.
    1 ...
  41. 34.
  42. 33.
  43. anlatım dili çok güzel ve farklı olan fakat konu itibariyle umberto econun gülün adı * romanından araklanmış hissiyatı veren orhan pamuk kitabı.
    1 ...
  44. 32.
  45. " allah'ın alemi yedi yaşındaki akıllı bir çocuğun görmek isteyeceği gibi yarattığını biliyorum. Çünkü Allah alemi önce görülsün diye yarattı. Sonra da gördüğümüzü birbirimizle paylaşalım, konuşalım diye kelimeleri verdi bize, ama biz kelimelerden hikayeler yaptık da nakşı bu hikayeler için yapılır sandık.

    Oysa nakış doğrudan Allah'ın hatıralarını aramak, alemi onun gördüğü gibi görmektir."
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük