bu yazı, karakterine ve içindeki aslan ruhuna yazdığım yazı.
terlet o formayı, ıslıklara, stadı terkeden taraftara aldırma.
şunu bil ki stadın boş olsa da bir avuç da olsa vefalı yürek seninle çarpıyor aslanım.
yenil, daha önce yenilmedin mi?
kupa kaybet, kim kaybetmedi ki?
inancını yitirme, dişini göster, geleceğin kupalarına uzat pençeni;
aslanım! galatasarayım!
hala orda öylece durabiliosun..hiç yüzün kızarmadan hep o bildik tavrınla. karşında ben körkütük sarhoşum. sen donuk bakışlarınla anlam veremiosun yine. hani şu ağzına yapışmış bi laf varya herşeyi niteleyebilen sıfat. kim bilir kaç kez o sıfatın önüne koydun ismimi ben seni ilah ilan ederken. yoktan var ederek kandırarak kendimi, tavizler vererek, senin için olmayacak nedenler bahaneler üreterek, aklımın sınırlarının seni temize çıkartma çabası. okununca kocaman bi hiç hissetmeme sebep satırlar. düşüncelerimin bana işkencesini izliorum uzaktan bi yabancı gibi. başkasının acısını izler gibi buz gibi izliorum. kızamıorum ne sana ne kendime...
ansızın girdin hayatıma... "ben bi taş mı görüyorum" cümlesiyle kalbimin okyanusuna taşı bırakmışsın... bu taşın yarattığı dalgalar gönül kıyıma vurduğunda ise sana kapılmışım...
ilk elini tutma gayretimi hatırlıyorum... yüreğim yerinden çıkacakmış gibiydi, aklımdaki sorular olumsuz cevaplanacakmış gibiydi... ya elimi tutacaktın ya da "ne yapıyorsun sen?" sorusunu yüzüme tokat gibi vuracaktın... elimi tuttun... hep sorular sordun... "ne yapalım?", "nereye gidelim?", "bak şuraya mı gidelim, yoksa buraya mı?" benimse cevabım hazırdı hep... "sen bilirsin..." sinirlendin... "bana sen bilirsin deme!" dedin... ben seçtim ama "biz" gittik... çok güldük... kedilerin, köpeklerin miskinliğiyle dalga geçtik... bana sırnaşan kediyi kıskandın... aç kaldık, sonra karnımızı doyuracak yer bulduk... sen bana karşı durdun, ben rüzgara... "2 bira içince" seni toplayacağıma söz verdim... güldük, anlatık, hüzünlendik... "üşüdüm" dedik... "rakı içicem" dedin, rakı içtik... çalan müziği beğenmeyip kendi müziğimizi çaldık... "light rakı" kavramını hayatımıza soktuk... gözlerine baktım, kendimi gördüm... eve gitmek istemedik... sahilde oturduk... saatlerce oturduk... elimi hiç bırakmamacasına tutuyordun... mutluydum... mutluluğumu ne esen rüzgar, ne soğuk hava etkileyebilirdi... yorgunduk, uykusuzduk ama mutluyduk... ellerini tutarken eldivenlerimi takmadım aramıza bir şey girmesin diye... birlikte uyuduk... sen uyandın beni uykumda seyrettin, ben uyandım seni uykunda seyrettim...
gitme günü geldiğinde hüzün çöktü üzerime... bulmuşken birbirimizi tam da, ayrılık zor gelmişti... "gitme" deyişin hep kulaklarımda... hayatımda yapmam gerekenleri ertelememem için artık bir sebebim oldu... sen... gün batarken şehrinden uzaklaştım... gün doğarken şehrime geldim... ve ilk kez seninleyken, sensiz doğan ve sensiz batan güneş'e lanet ettim... ilk kez seninleyken, sensiz uykuma lanet ettim... uyandım evimi tanıyamadım... "nerdeyim ben" dedim... ruhum sende, bedenim evimdeydi ama sen yanımda değildin... ama biliyorum ki benimlesin, benimsin... "canım"sın... bunca fırtınalı bir hayatı geride bıraktıktan sonra attığın taşın yarattığı dalgayla dingin sularına yanaştığım için çok şanslıyım... sen benim şansımsın ama hep benim kaderim olarak kalacaksın...
sen benim çıkış noktamdın...belki varışınca görüşürüz...
simsiyah bir cumartesi akşamı...uykusuz geçirilmiş bir gecenin yorgunluğunu üzerimden atabilmek için bir akşamüstü rüyasına dalmak istedim...
ölümden çalarak, bir uykuya dalmaktı niyetim...takatimin alarmını kurdum
uyanabilmek için. yastığa başımı koydum... ama...
ansızın ölümüm indi aklıma...sonra ne oldu biliyor musun? sen beliriverdin aklımda...
Bir dakika geçti geçmedi, gözlerim yavşaklaşmaya başladı, delikanlılığa inat
hain damlalar boşaldı gözlerimden, oysa uzun zamandır ağlamıyordum ben...
ölümüm geldi aklıma , sana "seni hep sevdim" diyemeden gerçekleşen ölümüm...
ve beni kahreden ölümüm...
yazmam lazım dedim...kazımam lazım dedim tüm sen'leri hayata...
kalktım yataktan, bir sigara yaktım ve sana yazdım...sadece sana...
yıl bin dokuz yüz n'oksan altıydı... seni görene dek...
14 yıllık bir dünyalık'tım...o en sevdiğim mabet'te, ala'da ,adana'nın sıcak bir ekim gününde...
kan ter içinde ,sivilcedaşlarımla beraber top peşinde koştururken , top birden kantin
tarafına kaçtı... bilemezdim , o topun beni, ömrüm boyu içimde hapsolacak bir güzele sürükleyeceğini...
gittim topun peşinden, "abi gazoz ver abi", "abi bi halley abi" diyen yeniyetmelerin
bulunduğu yere doğru, topu gördüm, duvara vurdurup artistik bir hareketle elime aldım...
onun, bunun, şunun; topu'nun bir önemi yoktu o an... çünkü seni gördüm...spor salonu ve kantin arasındaki orta bahçenin kaldırımında oturmuş, "sarı tokalı bir küçük melek"...
ilk ve tek görüşte aşktı, ama görünüşte değil, harbici mi harbici, sahici mi sahici...
kumral saçların damarlarıma dolandı...
ve sonra yüzün...
(burası için affet beni, tasvir edecek kadar yetenekli değilim...
dandik bir yazarım ben, yüzünü anlatabilmek kim , ben kim?...)
sahi ben kimdim o dakikadan sonra? heralde, ruhunu sana esir etmiş bir karm'aşık..
hayatım altüst oldu...
bir çok hep, hiç oldu...
pek çok hiç de hep oldu...o dakika...
gözlerin yüzümü aydınlattığında...
işte o dakika; yıl, bin dokuz yüz doksan altılığa terfi edebildi ...
adana'nın bir sakin öğle sıcağında...
sen bana ilk şiirimi yazdırandın...sen bana ilk şarkımı söyletendin...
sen beni bir okula, bir şehire, bir hayata bağlayandın...
ve yaş'ama sebebimdin...
sana uzaktak bakarken ,kafesteki aslan gibiydim,,,
sana kavuşmak için bilsen , neler neler vermezdim...
pek çok kez seninle konuşmaya niyetlenişim oldu...
bunun kaç farklı versiyonu vardır ,tahmin bile edemezsin...
hayalgücüm biraz genişse, sayendedir...
seninle buluşmaya dair yüzlerce hikaye yazdım, yüzlerce kez oynadım, yüzlerce kez...
allah beni kahretsin ki, söyleyemedim sana...
allah beni kahretsin ki, tutamadım ellerinden..
allah beni kahretsin ki, haykıramadım adını yüzüne, seni seviyorum da diyerek...
allah beni kahretsin ki,,, kahroldum...kahroldum...kahroluyorum...yoruldum!!...
şu an, zamanı geriye götürüp, bir şeyi, tek bir şeyi değiştirme şansım olsaydı,
yemin ediyorum, başka hiç bir şey istemezdim...
seni ilk gördüğüm o anda, ala'da, o bahçede, kaçan topu , ayağıma alıp, gökyüzüne doğru bir şut çeker ve
o an gülümseyerek yanına gelirdim::
"sarı tokalı, küçük güzel kız, ben sana aşık oldum galiba " derdim...tüm derd'im biterdi...
"se se se sennn kalbimin en sayfiye yerine düştün,,,
be be be bennn sana aşık oldum....."
belki sen de gülümserdin yüzüme...ya da...ister bana tokat atardın, ister bana bağırırdın...
orada kabul etmesen, her gün seni 1 dakika daha fazla görebilmek
için 1 saat beklediğim okul çıkışlarından birinde, camdan sadece ufukta kaybolan mavili çantana bakmakla kalmaz ardından bağırırdım " dur gitme sana söyleyeceklerim" var...
orada beni terslesen, bahar şenliğindeki konser sırasında çıkardım piste alırdım mikrofonu elime, sana, senin şarkını oracıkta bağıra çağıra söyler sonra da saçlarına koşardım, ellerine koşardım, mavi çantana koşardım....gözlerine koşardım...
kalbini o dakika çalamasam bir gün aniden dersin ortasında sınıfına girip
"çok özür dilerim arkadaşlar ama , aranızdan biri zihnimi çaldı galiba,
hiç bir şey düşünemiyorum çünkü ondan başka" derdim ...
sınıftan kovsaydın beni, gizlice seni aradığım günlerden birinde "hattın diğer ucunda kalbini senin gözlerine bağlamış biri var, lütfen hattın diğer ucuna gel, ya da izin ver o gelsin" derdim...
yapardım senin için...her şeyi denerdim...zamanı geriye döndürebilseydim!...
...
ne vardı biraz cesur olabilseydim..."ulan oğlum 14lük veletsin hepitopu, gidip konussaydın ya, nolacaktı şu boktan dünyada birazcık deli olsaydın ya!..." ya, ya ,ya, ya, ya,ya ,ya, ya, ya, ya,ya????????
bu ses'ler onca senedir kaç kez kulaklarımda yankılandı biliyor musun?
tahmin bile edemezsin...bazen sırf bu yüzden erkenden öleceğimi düşünüyorum evet "sırf bu yüzden"...
sırf bu pişmanlığın yüreğimi erkenden tıkayacağını düşünüyorum....nefes alamıyorum çünkü, kendime lanet ederken...
işte o dünlerden bana yadigar ebedi ve ezeli hüzünlerim...
dolup taşıyorlar fırsat buldukça sağımdan solumdan dudağımdan ve kalemimden...
şiir oluyorlar bazen, şarkı oluyorlar , bazen de dandik bir yazı, sana hiç bir zaman tam manasıyla yakışamayan...
allah beni kahretsin ki, söyleyemedim sana...
allah beni kahretsin ki, tutamadım ellerinden..
allah beni kahretsin ki, haykıramadım adını yüzüne, seni seviyorum'u da ekleyerek
allah beni kahretsin ki,,, kahroldum!!...kahroldum...kahroluyorum...yoruldum...
doğduğum topraklardan uzaklarda yaşıyorum artık...çokça senedir...
ama ne zaman oraya gitsem, o şehire insem sen çıkıp geliyorsun o sarı tokalı halinle...
sırtında yine mavi çantan...
ne zaman ala'dan geçse yolum, durup bakıyorum...
duvarları başka renklere boyanmış okulumun..
ama hiç değişmemiş..sen hala o pencerelerden kafanı uzatıyorsun, ağaçların arasındaki banklarda otururken
gülüm'süyorsun, okul binasından dışarı çıkıyorsun, bahçeden geçiyorsun...doğada bir bayram ve her yerde bahar...
ve ben sana bakıyorum...uzaktan... gözlerimde güz var...
ne zaman "adanala" tayfasında birini görsem, yemin billah ederim,
elim kolum sözüm bağlansın ki sen geliyorsun aklıma...
hiç başlayamamış dupduru bir aşk....evet sen...
ne zaman ala tayfasından, seni de tanıyanlardan birini görsem seni mutlaka soruyorum ...neler yapıyorsun, iyi misin hoş musun duymak, bilmek istiyorum...seni en'önemsiyorum...
bu arada, geçen sene, bizim şaşar'la bir gece vakti gittik ala'ya...
önce demlendik biraz şadırvan'da sonra ver elini eskimeyen hayallerin başkentiala...
aldık biraları,girdik okula...
gecenin bir vaktiydi, bir şubat soğuğu ve yalnızlığındaydı okul...
ama yemin billah ben bahar kokusu aldım....anılar koktu her yerde...
sonra bekçiyi kafaya aldık, binaya girdik...gözümün gördüğü her yerde bir cansız eski zaman anısı birden can buluyordu.. ben en çok seni görüyordum...
yavaş yavaş yukarıya çıktık...adını, adımı, adımızı duvarına, iç içe kazıdığım sınıfı buldum...numarası filan değişmiş,
sıralar değişmiş ve yazımız silinmişti...ama ne önemi vardı benim kalbimde silinmedikten sonra...
hayatımda içtiğim en efkarlı sigaralardan bir kaçını içtim o gece, orada...
özeleştiri...
kabul ediyorum biraz dengesizim...
hayatı uçlarda yaşıyorum...
ya çok coşuyorum, mutluluk sarhoşu oluyorum ya da efkar delisi...
abartıyorum yaşarken...sevinci de abartıyorum bazen , acıyı da...
dünyanın en mutlusu zannediyorum kendimi kimi zaman, bazen en mutsuzu...
ama!!!
bugün inan ki bu sebepten sana yazmıyorum...
efkarlıyım şu an, hem de en babasından...ama yazmam ondan değil...
...çünkü,
ölümüm geldi aklıma ,,, sana "seni hep sevdim" diyemeden gerçekleşen ölümüm...
ve beni kahreden ölümüm...
işte bu yüzden yazdım...
gün gelecek benden duyacaksın belki bazı şeyleri...ama dayanamadım...
dünya hali...
ben'de ne kadar çok sen olduğunu anlatmadan duramadım...
ve seni ne kadar çok sevdiğimi...
senden sonra başka iz bırakanlar da oldu kalbimde yalan yok...
başlayamadan bitiverenler de oldu,,, girişip gelişip sonuçlanamayanlar da...
ama bak, sen hala aklımdasın...ve öyle kalacaksın...
ileride, kendine yetememiş bir yetmiş yedinci yaş günümü yaşıyor olsam bile çıkagelip o günlerden içimi titreteceksin...
gözüm boş boş uzaklara bakacak...ve kimseler hiç bir şey anlamayacak...
ama inan o kadar korkuyorum ki..hala...hatta daha fazla...sen o kadar derinlerindesin ki kalbimin;
kendi ellerinle kendini boğmandan korkuyorum....
bir yanım diyor "bırak hep hayallerindeki gibi kalsın"...
bilmiyorum...bilemiyorum...
belki de hayat kesiştirir yine yollarımızı... ve belki bu sefer,,, kollarımızı...
bilmiyorum...bilemiyorum...
evrenin tüm güzellikleri güzel gözlerinin hapsinde olsun her an...
çok mutlu ol...öyle kuru kuru mutluluk değil...ne hayal ettiysen onu elde etmenin mutluluğunu yaşa...
zamanı gelir benden bir şeyler de duyarsan, lütfen üzerine alın....
çünkü; sen benim çıkış noktamdın...
....belki varış'ta bir yerlerde görüşürüz..
ben...
yüreğimin bu kanayan kazı'sızısını sadece sana yazdım...
ü$üyorum hep. nedenini tahmin eder gibi de oluyorum hani. evet, sen burada yoksun diye... yıldız parlaklığı teninle odamı ısıtamadığından, ü$üyorum. omuzlarımdan ba$layan bir titremeyle... içimde hava çok soğuk.
sanki yanımda olsaydın sarılabilecektim. sanki elini tutabilecektim. hayır, yüzüne bile bakamayacaktım. gözlerimi kaçıracaktım. "nasılsın" derken bile kekeleyecektim, kelimeler boğazımda düğümlenip kalacaktı. içimde sonsuz bir heyecan olacaktı. hatta içimdeki rüzgar artacak, fırtınaya dönü$ebilme ihtimali olan bir karayel haline bürünecekti. yüzüne bakamamanın, seninle konu$amamanın verdiği sıkıntı ile sarsılacaktım.
rüzgarlar hep olacaktı içimde, içimizde... bana her kızdığında, içinden her küfür edi$inde $iddetlenecekti, hava bulutlanacaktı. bana yasak koymak istediğin her an ba$ döndürecekti. tüylerimizi diken diken edecekti. ve ben hep o havalarla ya$ıyor olacaktım. senin benimle konu$tuğuna sevinecektim. ba$kalarına inat estirecektim rüzgarımı. birlikte gülüp $akala$tığımız zaman, içimdeki ye$il tepelerde rüzgar güllerim dönecekti. hafif hafif esecekti. bana her bakı$ında memnun olacaktım. o zaman rüzgarım, gün batımında birkaç yel değirmeniyle oyna$acaktı. ben yine hep mutlu, hep iyimser. güne$ bronzla$tıracaktı beyaz tenlerimizi(:
havanın bozduğu zamanlar da olacaktı elbet, hep günlük güne$lik, bayram düğün olmaz ya. zaman olur hava da bozar bazen. sonsuza kadar varolacak sevgimizle birlikte kavgamızı da edecektik. edebilecektik. dik duracaktık birbirimizin kar$ısında. ozaman denizlerimizdeki dalgalar artacak, beyaz beyaz köpüklenecekti. sonra bir yağmur ba$layacaktı. gözya$larımızın simgesi olan bir yağmur... $im$ekler bile çakacaktı belki. ne olursa olsun yine, ben senin yerine de ağlayacaktım. sana ağlayacak gözya$ı bırakmayacaktım. o halimizle bile seni mutlu edecektim. güne$ açtıracaktım içimizde. eski halimize döndürecektim hemen.
olmadı galiba. çok istedim ama içime rüzgarları, iklimleri yerle$tiremedim. bazen uzatma dakikalarında artık kaybettiğini dü$ünürsün ya hani, o $ekildeyim. dedim ya, içim soğuk. iklimsiz, sadece soğuk.
umut olmasa insan hiç ya$ayabilir mi? elbette umutlarım, saplantılarım var. "belki" lafını bu yüzden severim. gün gelsin de, martıların bağrı$tığı bir sahilde yürüyelim derim hep içimden. kimse olmadan, sen ve ben...
bir kı$ gecesi, 2007, istanbul.
3 ay sonra editi : bu duygu yüklü yazının içine sıçacak ama içimden geldi; hassiktir ordan..!
gece gülümserken bize
gece gizli gizli gülümserken, tutkulu ve tutsak bakışlı insanıma dönüyor yüreğim.
kaç kırık ezgi yapıştı dudaklarıma bilemiyorum...
ellerimi yaslayıp yüzüme,
maskelenip maskelenmediğimi kontrol edermişcesine;
dokunuyorum tenime.
tende, beden de ve sen de olabilmek için
maskesiz alabildiğine yalın bir dilde
dokunuş ve tat alabilmek için.
ezgilerimiz bizden önce kalkıyor,
uyandırıyor;
ruhu, bedeni, beyni ve kalbi.
tutkulu başlayan geceler
tutlulu olsun birbirine diye,
kokumu yolluyorum.
yarınlarımız için bakışlarımı, dokunuşlarımı...
tabi ki tatlı olsun diye gecelerimiz,
tadını tadıma kataraktan bekliyor yüreğimin yatağı.
sevgi yolundan hoşçakal sokağına dönmek ne de zordur,
okuduğumuz insan kitapları bunu öğretir bize.
hiçliğin koynun da savrulurken yıldızlarımız,
ben diyorum ki gel...
beş duyu organı yaşanır sevda.
eksik olmasın insan kokun,
gel ki... dudaklar yorulduğun da yürekler sarılsın,
yürekler yorulduğun da,
ten kokusu öğretsin bize tadın da sarılmayı.
hayata ve insana sevgiyi anlatmayı değil,
yaşamayı bekliyorum.
Buhranlardayım yine kendi kendime
Bazı zamanlarda olduğu gibi
Sen bilirsin aslında bu hallerimi
Ama ağır gelir bu hallerim
Katlanamazsın gerçekte ne olduğumu bilsen bile...
Hep güler yüz içinde olmayı isterdim ben de
Keşke kendim hep gülseydim de güldürebilseydim seni
Ne yazık ki bu sıkıntılar tüm o gülmelerimin diyetiydi
Hakkım da yoktu aslında o diyeti sana ödetmeye
Ama işte hiç engel olamazdım ki ben kendime...
Ben her yakınlaştığımda sana uzaklaşırdın sen benden
Zaten sen de bilirdin bana yakın olmanın yakıcılığını
Belki uzaktan ısıtırdım seni ama yaklaşıp dokunduğunda elin yanardı
Sen de hep uzaktan ısındın kaldın ama hiç yaklaşmadın bu yüzden
Ve sen ısınıp gittiğinde o ateşten geriye küller kalırdı benden...
Tüm bu satırları yine sen yokken karaladım ben
Satırları da kirleterek çıkardım kendi kirliliğimin acısını
Ne de olsa satır karalamak yalnızlığımın tek ilacı
ilaç alma ihtiyacım da bu hastalık derecesindeki gevezeliğimden
Bu lanet gevezeliğime tahammül edebilen de bir bu satırlar bir de sen...
Bütün bu gevezeliğim içimi dışarı dökme ihtiyacından
içimde öyle bir karanlık var ki akıp gitmeli dışarı
Yerini senden aldığım ışık kaplamalı
Ama sen gidiyorum deyip de arkanı dönüp çekip giderken
Tüm hayatın karanlığı kapladı ruhumu yeniden...
Tüm bunları sen yokken yazıyorum ben gene işte
Keşke imkan olsaydı da bunları bir de yüzüne söyleyebilseydim
iyi de tüm hayatım ve özellikle sen keşkelerden ibaret değil miydin zaten güzelim?
Bazen diyorum keşke buharlaşıp uçup gitsem karışsam atmosfere
Belki o zaman yağmur olur düşerdim avuçlarının içine
Ne de olsa bu halimle ellerini tutmak bile bana haram
O zaman hiç olmazsa elinle kavuşmuş olurdu tek bir damlam...
içimden geçenler içimden geçip gidiyor uzun zamandır,ama bir sebebi var
zor günler yaşıyorum.
belki aynı anlama gelen farklı bir cümle de kurabilirdim,ama sonuç değişmiyor,her seferinde aynı cümleyi kurarak özetliyorum işte:
zor günler yaşıyorum.nasıl zor günler açıklamak gerekirse anlatmaya halimin kalmadığı kadar..
aslında önemli olan yaşadığımın "zor günler" olması değil,sonu umutsuzca biten her deneyimde hepimizin yaşadığı o kendi görmek istemediğimiz kötü yanlarımızı görüşümüz,kendi çatışmalarımızla nasıl başa çıkamadığımızı farkedişimiz,kullandığımız savunma mekanizmalarının nasıl çöktüğünü,nasıl da ilkel,nasıl yardıma muhtaç,belki de içten bir dost omzuna ne kadar da ihtiyaç duyduğumuzu anlayışımız.
bir dahaki sefere böyle olmaz diye geçiştirip bir daha ki onlarca sefer de değişmediğimi üzülürek farkeden belliki ben değilimdir sadece.sanki zorla biraraya getirilmiş puzzledan bir çerçeveymişcesine,olmayacak sorunlara gereğinden fazla önem verip,taşlarımı yerinden oynatacak en küçük sarsıntıda çöküyor hayata olan bağlılığım.geri dönülmez,sert,olağanüstü kararlar alıyorum;en fazla ertesi gün devam ettirebildiğim.
mutluluk pamuk ipliğine bağlıymış gibi geliyor bazen.mutlu olabildiğim zamanlarda durmadan gülen yüzüm,sanki bu kısa sürebilecek zaman dilimini sonuna kadar kullanabilme isteğimden.
üzülerek farkediyorum ki sen; hakettiğinden çok daha fazlasını oluşturuyorsun hayatımın,haberin bile olmadan üstelik.demekki diyorum hayatım boyunca okuduğum tüm kitaplarlarla,dinlediğim her şarkıyla,izlediğim eleştirdiğim her filmle sana hazırlanmışım ben,tüm deneyimlerimle bir gün karşına çıktığımda tüm biriktirdiklerimi beraber paylaşalım diye
senin öyle bir düşüncenin olmaması ne acı
hiç beceremedim. Öyle ki halim, acıklı görünür ben anlatırsam. Halbuki en fazla bir "de" halidir. "dahi" olabilecek kadar uzak yazamadım ki hiç. Olsa olsa bir "de" halidir. Tamam tamam bakma öyle, kabul, "bende bir hal var: bende bir hal".
umarsız dalıyor gözlerim karşı tepeden
yerine bir başka şehir ışıldıyor
nasılda arıyor ellerim kör ve dilsiz
yerine bir başka koku sinmiş sanki
kalbim seni soruyor, eski günleri arıyor
bu ağlayan deniz benim değil
hani nerede, hani gülüşün?
hani nerede, neredesin göz bebeğim?
bu muydu aşk dedikleri şey, acı çekmek mi, sabahlara kadar ağladığın duyulması diye başını yastığına gömüp nefes alamamak mı, ölümü tek çare görmek mi...
ama öyle değildi filmlerde, öyle değildi... kandırdılar beni, yalan söylediler. küçücük bir çocukken pamuk prensesle yakışıklı prensin aşkına inanmamış mıydım ben? nerdesin adamım, neden gittin bir veda bile etmeden, neden gittin arkanda beni gözü yaşlı bırakıp...
daha 16 yaşındaydım ben, gözünü açtım seni gördüm, sana inandım. o kadar inandım ki altı yılımı verdim sana, altı koca yıl... neler gördük, neler geçirdik biz seninle, ne vadireler atlattık, sonuna kadar dedik, çocuklarımıza isimler seçtik, evimizin duvarları ne renk olsun diye tatlı kavgalar ettik... ne çok sevdik birbirimizi, ya da ben öyle sandım.
her şey iyi güzel de, bir şey soramadım ya sana çok içimde kaldı, ben bir vedayı hak etmedim mi? hadi benden geçtim, beraber geçirdiğimiz altı yıl hak etmedi mi o vedayı. her şeyim derdin bana, gözleri yeşillim derdin, peki o çok sevdiğin gözlerim de mi hak etmedi vedayı...
yanlış tanımışım ben seni, benim adamım olamaz bu diyorum kendime aylardır, hayal görmüşüm ben diyorum, altı senemi onunla geçirmedim ben diyorum, uğruna 3 gün komada kaldığımı bile bile arayıp sormayan adamı sevmedim ben diyorum. sen yoksun artık, gittin, bittin, arkanda gözü yaşlı bir angelina bıraktın, ahını aldın onun...
seninle geçirdiğim her ana şimdi yüz bin defa lanet ediyorum, sana verdiklerim, uğruna göze aldıklarım için kendimden nefret ediyorum, senin adaşlarından, beraber her yerini gezdiğimiz bu şehirden, adının ilk harfi olan omzumdaki dövmeden, seninle tanıştığım o deniz kıyısından, senin izini taşıyan her şeyden tiksiniyorum ve artık allah'ıma tek dua'm seni bir daha karşıma çıkarmasın...
uzanip sessizce geceye fisildasam
nerdeyim ben soyle
baksa gozlerimin icine
yildizlarini gorse
ay utanip gozbebeklerimden cekilse
kirpiklerimde kalsa yakamozlar
sesimde hircin dalgalar patlasa
omuzlarimdan yuvarlanip suya dusse taslarim
kimbilir
belki bu gece seni anarim
kimbilir
belki bir kadehte kendimi de seni de bogarim
kimbilir
belki kanima umdugundan da cabuk karisir anilarim
bir yudum almadan yoklugun yakar bogazimi
sabah olsa ben gozumu kirpmadan
gunese sorsam
nereye gideyim
isiklari yolumu cizse
gozlerim kamassa goremesem
sicakligin gozyaslarimi geri puskurtse
genzime dolsa serinligin
kimbilir
belki seni de kendimi de daha cok severim
gokkusagina rastlasam bilinmeze yolculugumda
altindan izin almadan gecsem bulsam duslerimi
hayallerim utanmayip kosup boynuma atlasalar
anilarim yaralarini sarsa
biri bir yudum seni verse
al susuzlugunu gider diye
kimbilir
belki uzanamam sen dolu kadehe
ellerim titrer agzima gotururken
dokulursun aniden yere
dudaklarim yine col ikliminde
yuregimle birlikte kum firtinasinin tam orta yerinde
ruzgarlara fisildasam adimi
getirseler sana
animsasan
yuzunde belli belirsiz bir gulumseme
fonda ortacgil "basit" dese..
ben bu yazıyı sana yazdım... (belkide yazmak zorundaydım)
siyah beyaz film afişleri kadar nostaljik, akla geldiğinde burnumun direğini sızlatacak kadar güzel günlerdi. hayatın devrik cümlelerin de gizli öznemdin sen, umut ikliminde ki harflerim, ter kokan yastığmıda ki gül bahçesiydin. hayat; tost yapılmak için kaderini bekleyen bayat ekmek kıvamında geçerken, günler dönerken seyr-ü seferden,ki seyr-ü sefer sözcüğünün burda geçmesi sadece kelimeyi sevdiğimden...
fırtına öncesi sessizlik değil de, fırtına sonrası sessizlik bıraktın üzerime. yaşadığımız o en güzel, en fırtınalı, en şehvetli günlerin sessizliğini. öyle güzeldin ki eftelya, bakmak içimi burkardı, bu güzelliği hak etmiyorum derdim hep kendi kendime, seni her öptüğümde, her sarıldığım da, her dokunduğum da, şükrederdim yaradana, bahşettiği bu mutluluk için...
her cuma vakti senle bir ömür için kaldırdım ellerimi semaya, onu bana çok görme, onu benden alma diye yalvardım allaha. kabul edeceğini düşünsemde, olmadı ayrıldık, acımadan çekip gidebildin başka kollara eftelya...
hayatım orta yerinden ket yemişti, bakar ama görmez, konuşur ama anlatamaz olmuştum. göğsümde sürekli bilinmedik bir kasılmayla dolaşıyordum, her çalan telefona sen diye koşmam, her gelen mesajı ''acaba o mu?'' diye okumam ayrı bir çentik atıyordu ruhuma. gamsız kedersiz görünen ben, yıkılmanın arefesinde, intiharın şerefesinde sürünmekteydim. prozac yaşam destek ünitem, insolin gece vardiyam, passiflora yoldaşım olmuştu, göçmüştüm, ayakta duramıyor, yemiyor içmiyor, sürekli kusuyordum...o kadar derinlere işlemişti ki aşkın, ta hücrelerimin bile en ücra köşelerine kadar, gidişin metabolizmamı dahi bozmuştu... iliklerine kadar sevmek böyle bir şeydi eftelya.
son bir konuşma istemiştim sadece senden. kuşluk vakti, en güzel sonbaharların başkenti ankaradan, tüm ailemi karşıma almak pahasına, senin için yollara düşmüştüm. bursanın ufak tefek taşlarına takıla takıla gelmiştim ayağına kadar. şerefimi, gururumu, herşeyimi o otobüsün tekerinin altına atıp gelmiştim...belki bir umutla, geri dönersin diye değil son bir kez yüzünü görürürüm hevesiyle çalmıştım kapını. ama açılmasıyla beraber aynı anda suratıma çarpan o kapı, adeta altın kemerini kaybedip knockout olan bir boksörün yediği son kroşe kadar ağırdı ve sen beni kapından kovduğun da, ölmek benim için dünyanın en kolay işi oluvermişti... göğsümde ki kasılma artık kriz boyutuna çıkmış oracıkta yığılıp kalmıştım. sonrasın da gözümü bir sandelyenin üzerinde açtım...gerisi tuzlu ayran, kolonya muhabbetleri falandı işte. zaten duyduğun da çokta önemsememişsin, ''öyle mi'' verdiğin en büyük tepki olmuş yazık...
hava griydi ve son derece kasvetli, bitmiş bir adamın adımları ile ritim tutyordu rüzgar, en baba aşk filminden bile daha hüzünlüydü hikayem...hani yazsam roman olur derler ya, işte aynen öyle...
artık anlamıştım, sen beni sevmemiştin asla, emeğime, fedakarlığıma saygın olmamıştı hiç. oysa ki ben; denize düşmüş bir gül gibi, düşmüştüm senin için ateşe, ben yangınını sevmiştim eftelya...artık ne önemi vardı ki, içimdeki tüm sevmeye dair olan herşeyi, iyi niyeti, şefkati, sıcaklığı kısaca tüm manevi servetimi de kendinle beraber alıp gitmiştin. annesini kaybeden bir kedi yavrusu kadar savunmasız, korkak ve güvensizdim insanlara karşı artık...yani dünyada ki herkes için herhangi biriydin ama herhangi birinin dünyasını değiştirdin be eftelya...
cuma namazların da ettiğim tüm dualar kadar beddua ediyorum şimdi arkandan, ama allah belanı versin diyerek değil, allah aynı acıyı sana da yaşatsın diye. çünkü sebepsiz akan hiçbir damla gözyaşı yerde kalmazmış eftelya...
sebepsiz akan tüm gözyaşlarım adına, son bir kez yüzüne söyleyemediğim düğümlü sözcüklerim adına, sana bu satırlardan elvada eftelya, elveda...
--spoiler--
bitmemesi için edilen duaların çok olduğu günlerdi. hayatın su içmek kadar sıradanlaştığı, aşkın ise ortalıkta dolaşan üç beş anıya teslim olduğu zamanlar. yine sebepsiz kuruntular çıkarıp, yine onlara inandığım ve sevmelerin az olduğu zamanlar...
bütün cümleler istila edilmişti ve kelimelerin kısa yazılışları aklıma geliyordu, uzun cümleler kurmamak için... geri gelmeyecek günlerimin gelecek günlerim için karar verme tasarrufundaydım. sanki bu aşk yaşamın eş anlamlısı ve ikinci bir kelime yok bunu açıklamaya. sözlüklerde sadece iki kelime var. aşk eşittir yaşam. acaba yaşam mı bu sonsuz karanlıklarda hayatımı felç eden, yoksa aşk mı yaşamdaki bütün felçlikleri meydana getiren? beynimin kıvrımlarında cevap merkezi ararken bütün bu sorulara, ben yine aşkın "ya sen ya ölüm" anlarındaydım...
ve birgün çıkıp gittin hiç girmediğin yaşantımın tam ortasından... gitmenle kayboldu gözlerimdeki ışık ve hücrelerimdeki yaşama sevinci. bütün hastalık sendromları üstümde benimle alay edercesine yer kapma savaşı verirken, bense sırf sana inat, hatta sırf bana inat aşkı bırakmadım. belki de ben sana değil, sana duyduğum aşka aşıktım. ya da çöl rüzgarlarına. saçlarını; hiç dokunamadığım saçlarını tarayıp bıraktığı için... güneşe belki de, tenine dokunduğu için...
o kadar aşık olmama rağmen beni istemediğin için sen hariç her şeye aşık olacağım neredeyse. paranoyak belirtiler gösterdiğim söylenebilir. ya da tipik bir şizofreni... seni seviyorum! hayır! seni değil galiba. rüzgarları, güneşi, arkadaşlarımı, sen hariç her şeyi seviyorum. sana olan korkumdan değil, aşktan da korkmuyorum aslında. (korku da nereden çıktı) hiçbir şeyden korkmuyormuşum. o zaman sorun ne? hiçbir şey. iyi o halde sana aşığım...
sersem bahar yağmura tutarken yaz'larımı,
aşklarsa ütopik gelmektedir zaten
giyinmiştim en kalın yalnızlığımı...
gözlerimi kapadığımda gözlerin karşımda,
hasretin kancası boğazımda,
çeksen öleceğim,
çekmesen ölüyorum...
her gece yattığımda rüyamda sana sarıldığımı görmek, her sabah kalktığımda yanımda olacağını, olmasan bile aramış olabileceğini ummak... telefon çaldığında heyecanlanmak, msnde bi konuşma açıldığında sen misin diye merak etmek... bunlara mahkum olmak ne kadar zormuş meğerse.
yaşadığımız yalan zamana rağmen, bunca olan şeye rağmen bugün şu dakika elini uzatsan tutacağım için salağım. her bıraktığın açıkta yüzüne çarptığım gerçekleri ses çıkaramadan kabullendiğin için, bana o fırsatı verdiğin için sen benden daha salaksın. ama galiba ben bi adım öndeyim senden, hala seni düşündüğüm için...
bugüne kadar hislerimi dile getirememiş olsam içim acırdı belki. şimdi merak ediyorum neden hala içimde o acı var diye? sebebi bunlarsa bile bu hissettiklerimi de sana söyleyecek kadar eğilmeyeceğim senin önünde.
peki neden? neden gelemeyeceğimi bildiğin halde kolların açık bana doğru? eğer aşk anlayışın bana acı çektirmekse ben ne yapabilirim ki? zaten her dakika çektiğim acıyla biraz daha şiddetlendiriyorum demek her şeyi...
ben her dakika senin yüzünü hayal ederken arkada şu anda çalan parça benle dalga geçiyor resmen:
oh you look so beautiful tonight
in the city of blinding lights...
tek derdim sensiz yaşamamak. ama seninle bir derdim yok. sadece benim derdim bu. "hadi bu sefer" diyebilen bir saf'ım bence. cunku anlamanı istedigim de bir sey kalmıyor bu dert yüzünden. onceden de vardı boyle bir derdim. bir sefer daha oldu. ama bırak ders almak denen seyi bir kenara, daha o yaramı kapatamamısken sana geldim. sigaraya alıstıgımı, hep içtiğim bir sey oldugunu dusunemiyorum artık. her seferinde ne umut kalıyor, ne varolusum, ne ciğerim. sensiz icmemeyi beceremiyorum artık. "kendini kaptırma" dediginde "benim annem öldü" diyen birinin gozu oldu bütün yaşamım. duraksadım bak simdi, biraz once yani, ağlıyorum. gozyaşlarım bu sırada aklıma geliyor, onlara içiyorum her defasında. "tamam acıklama yapmama gerek yok". oyle sıkıyorum ki kendimi, "oldun" sen artık diyorum.
sadece sen de değil bakma sana yazdığıma, insancıklar var, senin göremediğin maalesef, heh tam onlar işte, sıyırmama sebep oldular biraz da. evet umursama dogru düzgün konuşabildildiğimi. her normal davrandığın zaman, iyi insan oluyorsun çünkü. anlaşılmaktı biraz da derdim. "bağlanma", "kendini kaptırma", "biraz zaman" denilen hiç bir yerde olmak istemedim, barınamadım. başka bir yer olsaydı oraya giderdim, seni de sıkmazdım inan bana. ama öyle kalabalıklar var ki, ben de ilk rastladığım sen oldugundan sana geldim. seni farkettiğmden. ve ağlıyorum hala o kalabalıktan gelmediğimi görebilmen için. sen de farket istiyorum. ama, kirlenmek güzeldir diye gözümüzün içine sokuldu bi kere. neyse ya ben boşveremiyorum. sen boşver ama. aklina bişey sokmamak isteyen benim bunu da biliyorsun. siktir et ama, kaptırmayayım kendimi. ona da sen karar ver.
şarkılarda anlatırım seni, içimi yalnız kelimelere dökerim. bir dertliyim artık kulaklarım da şimdiden bir candan erçetin yorumu aynen şunu söylüyor ; yalnızlıkla elbet alışır bedenim , yalnızlıkla belki başa çıkabilirim, çok zor gelse bile yaşar öğrenirim sensizlik benim canımı acıtan...ne güzel söylemiş, keşke herşey ögrenmek kadar kolay, alışmak kadar zor, kaybetmek kadar acı olmasa.. bir sonum ben herşeyini elinden yitirmiş, gözleri hüzün bulutu, karanlıklar içinde gölgesinden ürkenim.. sayende...ardından tekrar çalıyor ve devam ediyor playlistte yine bir candan dinletisi ve her aşk bitermiş bir gün...aynı bunun gibi sormadan gelip kanını emer ve yine hesapsızca terk eder. hakkın olmaz ona soru sormaya, çünkü sen hatalısındır. hep sen, hep sen, hep seven hatalı... hep böyle hıncım, buna isyanım her şeyim buna, dünyanın düzenine.. sana ve sana benzeyenlere..
yine bir hazan sabahı elimde telefonum uyandığımda senin adın ekranda.. sadece ismin hafızamda ve yaşanılan herşey. hiç bitmez dediğimiz aşk da bir anda bitivermiş, yangınım kül olmuş, yaşadıklarım hafızama kilitlenmiş, bedenin bedenime ilişmiş, kokun ruhumu sarmış..
sözlerin.. kulaklarıma o seni seviyorum demen yok mu, hala unutamadım. hala rüyalarımdasın, hep seni yaşıyorum, bu beden seni nasıl unutur diye merak ediyorum. kana kana su içmek gibidir sevgi, yeri geldiğinde doyamazsın, bazende fazla gelir ama asla bunalmazsın..
''seni hala seviyor muyum?'' evet hala seni seviyorum hem de daha fazlası.. yaptıkların içimde nefret kıvılcımlarını değil yeni sevgi tomurcuklarını doğurdu. bir roman var yarım kalmış, adı bile hafızamdan silinmiş, yaprakları sararmış. işte o romandı bizim hayatımız, o romandı içinde bizi yazan, yazdıklarımızı okuyamadan yarım bıraktıran.
hala güzelliğine inat seni seviyorum.. hala nefes alıyorum hayatın acımasız kollarında, ciğerlerime bir nebze sigara aşikar alışkanlıktan, dumanıyla adını yazıyorum..
sevdiğim her insan yok olup gitti, geride kalanlarda beni anlamıyor sende biliyorsun bunu, ellerimi tutarken hiç bırakmamak üzere gözlerinde kaytarmalar var, sanki birşeyleri saklarcasına kaçarlar benden.. bir sevgi bu kadar mı basite indirgenir, bir insan bu kadar mı alçalır o sevgi karşısında..
yavaş yavaş vücudumu zarar veren bir zehir gibi dağıldın bünyeme beni sardın sarmaladın, oysa sen aynı zamanda o beni bu zehirden kurtarabilecek olandın ama ölüm olsa gerke en iyisi bu son olsa..
beni ararsan ben hep aynı kücük odamda kuşlara ekmek ıslatırken, pencerede sigarasını yakmış, arkasında koskoca bir dünya gerçekleri bırakmış bedenimle seni bekliyor olacağım.
gözlerimden dökülen her damla sanadır, her ne kadar uzak olsan da benden bende bilirim ki sen hala benimsin, göz bebeğimsin..