Uzun zaman oldu sözlük, belki de gereğinden fazla. Ağardım, yaşlandım, olgunlaştım, belki de gereğinden fazla. Şimdilerde beni sorma, ben yine benim, belki de gereğinden fazla.
En kötü hissettiğim anlarda kendimi burada buluyorum, yaslanacak son.. aslında tek omzum sensin, o yüzden bu yazıyı sana yazıyorum.
Son zamanlarda zor kararlar vermek zorunda kaldım. Belki kendi iyiliğimden ziyade karşımdakilerin iyiliğini göz önünde bulundurdum. Sorun değil, alışkınım. Zor kararlar beni sever, hep veririm.
Kendimi düşünmem gerektiğini biliyorum. Düşünüyorum. Ama zayıfım.
Sevdiklerim beni çelik kapı bilir. Teneke adamım.
Güçlü olmak zorundayım, böyle gördüm. En küçük zaafımı göremezler. Görmediler.
Yoruldum sözlük. Ben o olmam gereken kişi değilim. Çabalıyorum, ama yoruldum.
Kendimi hep burada buluyorum. Ağzımda sigara, ciğerlerim ağlamakta.
Son paramla alkol alıyorum tesadüf mü? Hastanede olmalıyım, iyi değilim. Benim ilacım sensin sözlük.
Her geçen gün gözümün önünde. Ben yine benim, belki de gereğinden fazla.
"Son" entry'mi beş yıl önce yazdım. Merhaba sözlük, hoşça kalmışsın. En eski arkadaşım sensin.
Nerdeyim? Karanlıkla aydınlığın kesiştiği araftayım. Sarhoşum, mayhoşum.
Ben yine benim, ne kadar olmak istemesem de. Benliğimden ödüm vermedim, mutlu musun sözlük?
Selam, sanırım en son sana yazdığım tarih, sen gitmeden birkaç ay öncesiydi. Sana olan sevgimi, kırgınlıklarımı, ümitlerimi, hayal kırıklıklarımı, kıskançlığımı, ne çok benzeştiğimizi, seni gidiyor olmandan duyduğum üzüntüyü, ancak bu üzüntüyle beraber bütün bunları sana anlatabilme şansım olduğu için mutluluğumu filan yazmıştım. 3, 4 sayfalık bir yazıydı. Bazı karakterleri farklı yaptığım için okuyamazsın korkusuyla bilgisayarda yazıp, çıktı alıp vermiştim sana. Evet sen "mektup" diyebilirsin, benim için bir yazıydı ve hala öyle...
14 sene önceydi...
Zaman ne kadar hızlı akıyor.
Ben o mektubu sana vermiştim ama ben çıktıktan sonra yanındakiler mektubu almışlar, sana vermemişler bir müddet. Sonra sen inat etmişsin, alıp okumuşsun. Sözde, sen o illet hastalıktan değil de, benim san yazdıklarımı okuduktan sonra yemekten içmekten kesilip bir ay sonra da, yıllardır hep yaptığın gibi ama bu kez, son kez dönmemecesine bizleri terketmişsin.
O yazının bana bedeli, senin bizi terkedip gittiğini haber vermemeleri oldu. Bedeli ne olursa olsun bugün bile iyi ki yazmışım diyorum. Zira hiçbir zaman seninle karşılıklı oturup ucu kavgaya bağlanmadan edebildiğimiz bir sohbetimiz olamadı onca sene.
Şimdi ben bunca yıldan sonra yine niye mi yazıyorum? Dün sen gideli 13 sene oldu. 13 senedir gittiğin gün hiç gelmezsin aklıma. Hoş, aklımdan çıktığın, ettiğim küfürden düştüğün yok ama asla 16 ocak'larda anmadım seni. Ama dün sabahın 4ünden beri aklımdan bir saniye çıkmıyorsun.
Bilir misin bilmem ya da hatırlar mısın inadımdır. Aklımdan çıkmadığın için geleneksel anma adına herhangi bir şey yapmış değilim. Ancak uyku tutmuyor. Çocukluğumun, psikolojimin katili olduğun yetmediği gibi, şimdi de olmadığın yerde uykularımın katili oluyorsun.
Bu gün yıllar sonra ilk kez fotoğrafına baktım. Gitmeden hemen önce çektirdiğin bir vesikalık. nereden geçtiyse elime onu bile hatırlamıyorum...Muhtemelen, gittikten sonra da hayatımızı skmek için derlediğin o evrak için gerekliydi de çektirmiştin.
"Yine yazarsam rahatlarım" dedim. Geldim yazıyorum. Ama yok en ufak bir rahatlama yok. Uyuyamıyorum...
Sen gideli 14 sene oldu. Ve ben ara ara hala seni çok seviyorum.
Bir kış gecesinin ürpertisinde açılan sıcak bir kapıdan birlikte geçip, ansızın arkandan kavrayarak, kokunu içime çektikçe daha çok istiyorum seni...
Uslanmaz, yaramaz ellerim bedenini okşarken sanki ilk günki gibi, kalp çarpıntını dinlemek istiyorum...
Tek tek koparırken güzelliğini benden gizleyen renkli ama hissiz kabukları üzerinden, teninin sıcaklığını tenimde hissetmek istiyorum...
Çıplak, ürkek, yumuşak ve bana amade vücudun altımda sere serpe uzanırken, daha önce kimselere diyemediğin en arsız sözlerini, kulaklarımda duymak istiyorum...
Karanlığın, olsa olsa iki mum ışığı aydınlığında, utangaç tavırlarla bana bakarken ne olacağından habersiz, seninle bütünleştiğim an, hazzın ve iniltilerin arasında o güzel yüzünü, kasılan vücudunu izlemek istiyorum.
içine, kontrolsüz ama zevkin doruklarından damla damla akarken, teninde buz gibi erirken, takatsiz kalıp üzerine nefes nefese yığılırken, sana sımsıkı sarılıp, hiç bırakmamak istiyorum.
Hafif çiseleyen tatli tatlı üşüten yağmur vardi o aksam. Eve gitmek için koşuşturuyordum. Karşidan karsiya gecmek icin tam soluma baktiğimda ellerinle ceketini başına siper etmistin. Sarı ve dümdüz saçların o yüzündeki keskin hatlarla o kadar güzel duruyordu ki. Bakıslarindaki masumluk ve hafif ürkeklik seni öyle guzel yapiyordu ki. Seni izlerken öyle daldım ki karsidan karsiya gecmeye calisan birisi çaprinca kendime geldim.
Bir hayatın, hayatları oluşturan toplumun ne kadar boş, anlamsız ve değersiz olduğunu bildiğim kadar ne kadar değerli olabileceğini de biliyorum.
Bu hayatı sorgularken seni de sorguluyordum. Hayatın değersizliğini bilip sana fazla değer vermemi omuzlarında taşıyamayacağını önceden hissetmiştim ama böyle olacağını bilemezdim.
Hayata, insanlara hevesi olmayan bir insanın yüzüne tokat gibi çarpması,, sın.
akşam yemeği vakti..
güzel bir masa örtüm vardı. yıllanmış, ana babadan miras, ama iş görürdü merak etme. güzelce masaya serdim, dört yanı aynı eşitlikte sarkıyordu. tabakları aynı hizada karşı karşıya koydum. küçük bir mumum da vardı, tam ortaya koydum. çatal ve bıçakları simetrik olarak tabakların yanına dizdim, biraz takıntılıyım.. hoş gör sözlük.
yemek hazırdı. çok değil, soslu bir tavuk ve pilav.. ama özenerek yaptım, bilirsin sözlük. güzelce tabakladım. markette en alt raftan aldığım şaraptan iki kadeh doldurdum. ışıkları kapattım, mum ışığında kapının çalmasını bekledim.. çaldı, geldi. hoş geldin, nasılsın dedim. sofrayı gördü, hiçbir şey söylemedi. bana montunu verdi. sofraya doğru yürüdü. masa örtüsünü baş ve işaret parmakları arasına aldı. hissetti, kokladı; yanağına sürdü. ardından bana baktı ve ansızın masa örtüsünü iki eliyle hızlıca çekti. hiçbir şey bozulmadı.. düzen.. yine aynıydı. ben kimim?
buradaki sana kısmını gelecekteki kendim olarak gördüğüm için bir nevi kendime yazdığım bi hatırlatma notu olsun bu.
hayatımın boyunca bir sürü flörtüm oldu ama çok ilginç bi şekilde hiçbir 14 şubatta sevgilim yoktu. sonbahar ayrılık mevsimiydi benim için ya da ilkbahar yeniden doğuşun mevsimi oldu bilemiyorum.
editus: hayatımın kadınını martın ortasında buldum ve mayıs başında ömürlük bi ilişkiye başladık. sanırım ikinci paragrafta dediklerim doğruymuş.
balkonundaki rüzgarı, mutfakta tüm gün kesilmeyen family guy diyaloglarını, salondan gelen klavyenin sesini, kısmetin tüylerini, birlikte oynadığımız köpeği, izlediğimiz dizinin yeni bölümünü, ev halimi kıskanıyorsun diye çingene çadırı gibi sardığın o pencereyi, sakallarının dokusunu, şu şehrin kıyısında köşesinde çocuk gibi oynadığımız oyunları, sofra duamızı, güneşinin sıcağını, romantik ve şebek, dost ve aşık her şeyimizi, hepsini özlüyorum.
sahiden kaburgalarımın arası acıyor. sen hastalanınca böyle olurdum. iyileşene kadar geçmezdi, parmağını kesmiştin.. böyle sıkışıyordu içim. bi yerden çıkıp belime sarılacaksın, yanağımdan öpüp omuz omuza gideceğimiz yere birlikte gidecekmişiz gibi geliyor.
kaçtım hepsinden, hiç olmamışsın gibi yaşıyorum. ne zaman gelsem ayağıma dolanıyor hepsi. kabullenmek için daha sık geliyorum artık. yoksun.
birileri bombok aşk hikayelerini anlatınca, aklıma geliyor. o kadar çok seviyorduk ki, anlatacak fırsatımız olmamıştı başkalarına. sonra öyle derin acıttı ki, yine anlatacak fırsatımız olmadı. hala yok.
bi adam oldun. tanımadığım, iğrendiğim, dışladığım, korktuğum, kaçtığım.. galiba öldün sen.. eğer galiba ölseydin, hayatımın sonuna kadar seni sevmeye devam ederdim. seni ne kadar sınırsızca, tutkuyla sevdiğimi yazmak, ve artık hatırlamak istemiyorum. çünkü hala nefes alıyor ve bi zamanlar tapındığım şeyi, utanç içinde yaşatıyorsun.
ilişki çarpı üç sene... hala 10 yılım var bunların işkencesinden kurtulmak için. 2 yılı gitti. 2 yıl daha öldüm. kendime bakıp gurur duyuyorum umut, senin ne kadar dibe düştüğünü görünceyse kendimden utanıyorum..
bu uçmak gibi, deniz altında yaşayabilmek gibi, ölümsüz olabilmek gibi bir özlem. sana hala dua ediyorum, sana da dedim ya. kendine iyi bak çünkü bana yaptığın her şeyden sonra, bana bir de bunu yapma. bana bir de bu acıyı yaşatma. lütfen, ölme. yaşa, iyi ya da kötü.. istediğin yolda, bat ya da çık. benden uzakta, ama ben ölmeden önce ölme. bi dilek, bi dua.. tanridan isteyeceğim başka pek bişeyim kalmadı artık. yalnızca bana senin kötü haberin gelmesin.. hepsi bu.
Varlığınla yokluğun arasındaki uçurumu biliyor musun? Uzaktan da gözlesen anlarsın... Yokluğun her anıma işlemiş, fotoğraflar da dahi hissediliyor. Baktığında ne kilo kalmış, ne özgüven, ne de benizde renk... Her şey senle uçup gitmiş. Sadece acının en ağırı, mutluluğun en hafifi kalmış.