you are the arcturus. bigger and brighter. beautiful and unique. there may be many stars in the sky but you are the only one that i like watching during the darkest nights.
o'nu ilk gördüğüm an; maria puder'in, roman sayfasından yeryüzüne indiğine inanmıştım. o'nu tanıyabilmem için attığı her adımda, beni kendinden başka hiç kimseye benzemeyeceğine tereddütsüzce inandırmıştı. o'nu bir roman kahramanına benzetmenin bir gaflet olacağını bildiğim halde, geçmişten süregelen düşüncelerimle, maria'yı o'na benzetmeye devam ediyordum. düşüncelerden sıyrılıp anın gerçekliğine döndüğümde ise kendimi bir picasso hikayesinde buluyordum.
bilen bilir; picasso'yu hatırlı bir dostu ziyaret eder ve evin duvarlarındaki tablolara göz gezdirdiği sırada, balığa benzemediğini düşündüğü, tabloya bakarak, biraz eski dostunu kızdırmak için, biraz da şaşkınlıkla "bu ne biçim balık?" der. picasso'nun tavrı nettir; "balık değil o resim"
işte ben de bu muazzam kadını Maria ile benzetirken kendimi yakaladığım her an, kendime bu hikayeyi anlatır ve aklımın köşesine kurduğum masadan; O'na o'ndan başka hiç kimsenin hiç kimsenin benzeyemeyeceği konusunda kendi kendimi ikna etmiş bir şekilde kalkarım. karşımda sevilen fakat alaycı bir dost, elimde fırça varmışcasına, sanki ben değil de, hayal ettiğim eski dost; Maria'yı O'na, O'nu Maria'ya benzetme gafletinde bulunmuşcasına, kafamda oynanan bu piyeste eski dost rolünü verdiğim karaktere, büyük bir ressam -mışcasına hayıflanırım. "o maria değil, o"
eminim ki, sana kavuşamama, ulaşamama duygusunu bu dünyada benden daha iyi bilen ve daha çok yaşayan kimse yoktur. ve yine eminim ki benim sana bir ulaşılmazlık hissetmem için senin tek iletişim yolumuzu tıkayıp gitmene hiç gerek yoktu. bugüne kadar bizi, bir arada tutabilen tek yol varken, tıpkı şimdi ki gibi ulaşılmazımdın benim…
oysa tüm bu imkansızlıklara rağmen yine de zulada saklı, beklenti ve umut denilemeyecek kadar az kırıntılar vardı içimizde. belki en afillisinden hayallerimiz , belki biz de bir gün bir mesaj kutucuğuna ihtiyaç kalmaksızın iki laf edebilir, belki biz de bir güne birbirimizin sesiyle başlayabilir, belki biz de bir gün oturup iki kadeh bir şeyler içebilir, belki biz de bir gün birbirine biz diyebilen her iki insan kadar sen ve benden bir biz olabilirdik, belki biz de bir gün bir beşiktaş - galatasaray maçına kaybedenin kazanana özel bir makarna yapacağı iddiaya girebilirdik.
sana en yakın olduğum an , aslında derinlemesine düşündüğümde sana en uzak olduğum andır. bana içimi ısıtan cümleler kurduğun zaman dilimlerinde bile, birlikte geçirdiğimiz vakti sonlandırabilme ihtimalin, ekranın sağ üst köşesindeki bir çarpı kadar yakındı. bu yüzdendi başka bir yol arayışlarım, bu yüzdendi sana ulaşmak için çırpınışlarım. ve işte yine olan oldu; sen benim erişebileceğim yerden gittin ve yine hatırlattı kendini bana, benim seni bu sensiz yaşayışım.
oysa bu kadar ulaşılmaz olmasaydın da dokunabilseydim sana elimi uzattığımda, kendime senden ibaret bir gezegen kurardım. ve o gezegenin yıldızlarını, o her teline aşık olduğum saçların sayardım. saçların avuç içlerime sığacak iken, senin herhangi bir saç telin birbirinden ayrılıp başka bir telinin yanına doğru meyil etse, ben bir yıldız kaydı sanıp dilek tutardım.
oysa sen bana geldiğinde, senden başka kimsem yok dediğim de, biz olabiliriz demiştin, aslında zerre umut vermek istemesen de , ben senden bir dünya kurabilseydim eğer, biraz umut biraz sen katardım. ve sana umut olabilseydim eğer, seni asla umutsuz bırakmazdım.
Ev arkadaşım çiçeklerime bakamamış, kurumuş çiçekler diyorum kalkmış bana dostluk kolay kazanılmıyor sesini çıkartma diyorsun. Beni deli ediyorsun. Benim dostlarım çiçeklerimdi. Ne olacak şimdi? sanki bendeki anlamını bilmiyormuş gibi vırvır konuşuyorsun!!!!!!!
Evet bu yazıyı sana yazacağım, hiçbir zaman okumayacağını biliyorum ama yazmak istedim.
Sevgili sevdiğim,
Seni çok sevdim, seviyorum, seveceğim. Dün kollarında uyudum uzun zaman sonra inan bu sıradan bir şey değil. Seninle ben artık biz değiliz. Yitip gittik. Yıllarımı verdim sana. Çocukluğumsun, sevincim, üzüntüm, umutlarım, dengesizliğimsin. Çok yaktın canımı. Zaten akıl işi değildi küçücük yaşımda bir erkeği oğlum gibi sevmek. Evet oğlum gibi sevdim seni, öyle sakladım seni kötüden, sabahlara kadar telefon başında bekledim sana bir şey olmasın diye, işimi gücümü bırakıp yanında durdum basit bir nezle oldun diye. Ha değdi mi dersen inan bilmiyorum. Ki bir karşılığı olsun diye yapmadım hiçbir şeyi. Annen beklemedi seni benim seni beklediğim kadar, kimse kabullenmedi seni benim seni kabullendiğim kadar. Sen o kadar kötülük yaptın, bana geldiğinde ben yine sana iyi biri olman için her şeyden vazgeçeceğimi söyledim. Çok büyük sevdim ya. Ne paran, ne araban, ne ailen, ne giydiğin kıyafetler... Benim için hiçbirinin önemi olmadı. Öyle güzeldin ki her şeyinle. O burnunun kenarındaki ben bile bana o kadar güzel geliyordu ki. Mesela ben senin kirpiklerinin rastgele dizildiğine gerçekten inanmıyorum. Üzmüşler seni benden sonra, düşmüşsün. Cebinde para olup olmamasına bakmışlar mesela kim olduğuna bakmışlar, senden isteklerini aldıklarında seni bırakmışlar. Benim hayatımın tamamıyken başkalarının hayatında 2. plan olmuşsun. Bunları bana anlatıp ağladın kollarında ve ben sana sarılıp dik durmanı söyledim, hepsinin hesabını soracağım dedim. Çünkü dedim ya sen benim oğlumsun ve benim oğlumu üzmelerine müsade edemem. Çok kızdım sana, çok kırgınım ama ihtiyacım var gel desen neredeyim ne haldeyim diye bakmadan sana koşarım. Ve bu 40 yaşıma geldiğimde de değişmeyecek benim için. Olmadı, bir kızımız olmadı mesela adını Tutku koyamadık. Bir evimiz olmadı, bir kedimiz de olmadı. Unut gitsin, umarım bunları yaşayacağın insan da seni çocuğu gibi sever ve seni çok mutlu eder. Neyse galiba gidip ağlayacağım tek başıma, sen hep mutlu ol. Güzel şeyler hep seni bulsun, güçlü ol. Ne zaman istersen ben senin yuvanım ve geldiğinde kapım hep açık. Hoşçakal.
Saat 15.30 civarı sokağının başından geçtim. Şöyle kafamı kaldırdım baktım. Orda olmadığını biliyordum ama baktım işte. Bende mantıklı bir açıklamasını bulamadım. Senle olan hiçbir şeyde mantığım yok zaten. Ama çok uzun zaman oldu. Aştığımı düşünüyorum.
küçük bir kelebeğin, kanatlanışını seyretmek gibiydi seni sevmek.
ilerleyeceğimiz uzun bir hayat yolculuğumuz vardı seninle, izlenecek filmler, gidilecek şehirler, birlikte yiyeceğimiz güzel yemekler, tadılacak şaraplar vardı, en güzel filmi birlikte izlemeliydik, birlikte başlamalıydık en güzel şarkıya, en güzel kitaba başlamamıştık henüz, çünkü herşeyin yeri zamanı vardı. En güzel filmler birlikte izlediğimiz filmler, en doyumsuz kahve başbaşa içtiğimiz kahve olacaktı, hatta bundan sonra içilen kahvelerde kimsenin kimse de kırk yıl hatırı kalmayacaktı, uçup gittin hatırım kaldı.
küçük bir kelebeğin, kanatlanışını seyretmek gibiydi seni sevmek.
Zamanı dolu dolu geçirmeliydik. Çünkü şu üç günlük ömrümüzde ne katarsak birbirimize, o eşlik edecekti sonrasında bize. O yüzden sığdıramıyorduk zamanı kendimize. Sığamıyorduk birbirimize. saatlerce hayran hayran izler, aşk içinde dinlerdim huzur veren sesini. Yol uzun, zaman dar, ve aşk olabildiğince sade. az vakitte çok sevişmeli, bol bol öpüşmeliydik.
küçük bir kelebeğin, kanatlanışını seyretmek gibiydi seni sevmek.
her kelebek gibi sende kozanı terk ettin, hissettiğin aşk yerini bahanelere, dokunuşların sahteliğe, öpüşlerin yerini sahte bir hazza bıraktı kendini. bir zamanlar gözlerine bakıp, ellerini tutarken içinin titrediği adam, ilk tartışmada, kendini ifade etmesine izin bile vermeden, estiğin, gürlediğin, keyfince yokluğuna mahkum edip bahanelerle avutmaktan çekinmediğin biri haline geldi. Artık kozanı terk etmiştin, yeni yerler görmen, yeni baharlar yaşaman, yeni tenler hissetmen, yeni acılar yaşaman gerekti.
küçük bir kelebeğin, kanatlanışını seyretmek gibiydi seni sevmek.
çok sıksam ölecek, biraz bıraksam uçup gidecektin.