27 yaşındaydım. çocukluğumun güzel yazı defterleri gibi özenli yaşamıştım hayatı. Kısmen de olsa devam etmekteydim her ana karşı; ta ki amaçsızlığa düşüp, zamanı beklemeye başladığım güne kadar.
Başlagıçta irdelememiştim hayatı; çünkü ben buydum. Devam edebilirdi ataçlı defterimdeki tek düzelik. Sıyrılabilirdim bu boşluktan. Sevmeye çalışmıştım bu hayatı; ama sevememiştim.
irkildim, sonunda gidişatımın uçurumun kenarına hevesle gidişini seyrederken. Bozulmuştum artık ben. Gözümün önündeki yanlışı doğruyu ayırt edemiyordum.
Hata bendeydi belki de. Yaşamı öğrenmeye çalışmamıştım. Hep yön vermesi için kendimi ona bırakmıştım. Geç miydi? Bilemiyorum artık.
Aşık olmak istemiştim yine. Onu bile becerememiştim. Üzmüştüm, üzülmüştüm. Tanımını değiştirmiştim. Ve en sonunda yorulmuştum ve vazgeçmeye yüz tutmuştum. Uzaklaşmıştım.
Özlemeye çalışıyorum yaşamayı beceremediğim hayatımı. Sevmeye çalışıyorum yanlışlıklarımı ve pişmanlıklarımı. Yeni bir hayata başlamak için tek fırsat daha istiyorum kendimden. Düşünmeden, kırmadan ve aldanmadan yaşamak için.
kendi elinle serdin tüm değerlerini pis pasaklı ayaklar altına, sonrada oturup ağlarsın ezilen duygularına. kendi düşen ağlamaz be adamım kendi düşen ağlamaz.
küçücük bir mum ışığından güneşin bile yapamayacaklarını beklersen, a yı b yi bilmeyenden bir roman yazmasını istersen sonun hüsrandır be adamım hüsran.
yıktın tüm değerlerini, yaktın herşeyini artık hüzünlü ve mutsuz gözlerle süz çevreni, bir daha kim vuracak nerden vuracak diye bekle dur artık, sütten yanmış ağzınla artık yoğurdu değil hiç bir tadı tadamıyacaksın çünkü sen kaynar kireçten bekledin sütün lezzetini. **
bu soruyu kendine kaçıncı kez sorduğunu sen bile bilmiyorsun. cevabını; aramaktan yorulduğun bir anda, yüzünü bile görmediğin, netten tanıştığın ve en kötü zamanında bile her şekilde yanında olabilmeyi başaran arkadaşının mesajında bulacağına inanırmıydın? ama cevap tam da karşında işte. tüm gerçekliğiyle. tüm keskinliğiyle!
- yine sözlüktesin di mi?
+ evet.
- tamam da canım, finallerin var. abartmıyor musun biraz?
+ yok hayır. yarın ki sınav kolay. sonra da üç gün ara var zaten, o zaman çalışmayı düşünüyorum.
- iyi bakalım. bir yazı okudum gerçek hayattan tatmin olamayan insanların en büyük rahatlatıcısıymış internet. sen de öyle rahatlıyorsun değil mi bir nebze?
+ evet kesinlikle. kimse anlayamaz bunu ama. anlamalarını da beklemiyorum zaten.
- bir yazı falan okumadım aslında. sadece tahminimdi ama birden sormak istemediğim için öyle söyledim * sorunun ne canım? beklediğinden fazla kaybetmiş gibisin. çok üzülüyorum sana...
+ çevremde hissettiklerimi, düşündüklerimi paylaşıp üzerinde tartışabileceğim insanlar yok. yok işte. ne geldiyse de en yakınımdan geldi başıma. reelde bulamadığım samimiyeti nette buldum ben.
- çünkü insan hiç tanımadığına, görmediğine daha samimi davranıyor, daha yalansız oluyor, gerçek hayattaki basmakalıplığı olmuyor. içinden ne geliyorsa onu söylüyor, kurallara takılıp kalmıyor. gerçek hayatta böyle değilsin, yapmacıklaştırıyor hayat insanı. ben de doluyum bu konuda canım. anlıyorum seni. yüzünü güldürüyorsa siktir et. takıl.
+ insanların yüzlerine baktığımda içlerindeki kibiri, ikiyüzlülüğü görüyorum...
- değil mi? o kadar iğrenç ki kimileri... bir insan ancak yüzü görülmeden sevilebilir diyorsun. çünkü o zaman geriye sadece duyguları kalıyor. vücudundaki kasları kullanarak, yüzünü aslında hissetmediği bir duyguyu tadıyormuş gibi bir şekle sokup kandırma ihtimali olmuyor çünkü...
beyninden hızla akıp geçiyorken kelimeler; parmakların, gözlerin ve hatta beynin bile yetişemiyorken düşünce hızına, buraya yazdıklarının aslında sadece yan yana dizilmiş anlamlı kelimeler olduğunu düşünürken, aslında tam olarak yazmak, betimlemek istediğin duyguları hangi kelimelerle tam olarak ifade edebileceğini bilmiyorsun. zaten duyguların hiç bir zaman tam olarak kaleme dökülemeyeceğini biliyorsun. entry ni bir yandan yazarken, bir yandan da msn de yine netten tanıştığın o güzel insanın, o güzel sohbetine tanık oluyorsun. ondan her gün yeni şeyler öğreniyorsun. samimiyeti, saflığı görebiliyorsun. senin düşüncelerine önem veren birinin, birilerinin nefes aldığını biliyorsun göremesen de.
sonunu nasıl bitiremeyeceğin, aslında tam olarak ne yazacağını bile bilmediğin bir entry girmeye başladığını bildiğin için bu başlığı seçtiğini fark ettiğinde, akıllıca bir hareket yaptığını düşünüyorsun ve kendince bunu bir başarı olarak nitelendiriyorsun. belki de bu küçük ayrıntıyı başarı olarak gördüğün için kendini beğenmişin tekisin. belki de zeki olduğunu ispatlamak için daha başka nedenlerin var? bunun kimsenin umurunda olmadığını biliyorsun ve zekanın sadece sana faydası olduğunu düşünüyorsun.
melankolik bir atmosfer içinde, içinde bulunduğun melankolinin düşüncelerinin dizginlerini eline almasını ve öylece kelimelerin akmasını istedin. bir kaç gün sonra, mutlu bir anında kahveni yudumlayıp, sigarandan bir duman çekerken bu satırları okuyacak ve diğer insanların duygularını, düşüncelerini hissedeceksin. sende olmayan hisleri taşıyan insanların yerine koyacaksın kendini. bir insanın dünyada bir mevkii için, para için nasıl olup da hırsına yenik düşebileceğini anlamaya çalışacaksın. bunu adım gibi biliyorum...
burada yazacaklarının sonunun olmadığını biliyor ve entry ni bir yerde kesmek zorunda olduğunu düşünüyorsun.
baslik malum oldugu uzere ben bu yaziyi kendime yazdim, simdi benim entryme gelelim yani kendime yazmisim basliga gore:
bu ortamda o kadar cok salak var ki. simdi bu entry silinir mi? bu entrynin silinmesi icin iki yol vardir, birincisi bu baslik silinir ki anlamsiz oldugu ortada, ikincisi buradaki herkes ben dahil bana salak oldugu itiraf eder boylece herkesin bildigi bir seyi benim de tekrar hatirlatmam uygun olmaz. aksi takdirde bu ortamda o kadar cok salak var ki.
kendini önemsememen güzel bir fikirdi. kendini önemsemedin iyi de ettin peki neden kendini çok önemseyenlerin ardından baka kaldın hep yoksa yanlış mı yaptın? boşvermelisin.
sonbahar geldi yine. içime yaprakları, yüreğime kızıllığı saldım çoktan.. iliklerime kadar işlesin artık soğuk. ufak kız çocukları gibi çapraz atıp ayakları koşasım var
tökezlerim elbet ama bütün ağaçlarla uyuşmuşum çoktan..
siz de iyi taraflarımı alın işte..
"Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız... "
facebook'da özge mesaj atmıştı iki gün önce, ona cevap ver. "ben facebook'a çok bakmıyorum, işte öyle birkaç günde bir bakarım belki" tribi için yeterli bir süre 2 gün. ara sıra da dışarı çık. ne biçim bi adam oldun mnkym.
cumartesi akşamı hatunla buluşucaksın unutma. green'e gitme, canlı müzik var, giriş parası alıyorlar. en iyi tercih english pub, sakin olur, yiyiş olur.
cesaret
gerekli olan tek şey...
sırt çantanı alıp çıkabilmek,anılarını yada seni anlatan bişeyleri alıp gitmek değil...çünkü bugüne kadar ne yaptın ki kendin için neyi alacaksın giderken
üç beş parça eşya, belkide o bile değil... neyin var ki senin? bu zamana kadar neye benim diye bildin? kendin için ne yaptın?
sahip olabildiğin tek şey cesaretin gayeret, az kaldı, gideceksin
ama...
nereye?
yada yapabilecekmisin bukadar cesurmusun sen yada ben ....
lanet olsun ki iradesizliğime yenilip forumsal yazıpkoygaçlardan birine daha bir giri giriyorum. gir giri giriyorum. güzel kendim, lanet olsun yine yeni yeniden, çok narsistim. öyle değil mi? neyse boşver şimdi bunları burada konu sensin canım benim. ee nasılsın? platonik nasıl? o bilinç altındaki dünyayı ele geçirme planlarımız ne alemde? herhangi bir pırogrıs var mı? yada sıtrong bir pırezıns? olmadığını görmekteyim. hoş, zati senden ne beklenirdi ki, gözünün önünde platoniği yedikleri günden beri senden bir bok olmayacağını anladıydım. dım. dımarlı sürahi... yanınız sonradan eline alıp yiyenleri doğradığın o 20 inçlik maşet'i hala unutamıyorum ha! uuvv, nası kanlar süzülüyordu öle şarıl şarıl bıçak kısmından! sahi la, nereye attıydık cesetlerini? halkalıya mı? hep merak etmişimdir lan kendim, acaba bulan oldu mu o cesetleri diye. gerçi etini kemiğini feci doğradıydık, nereden bulacaklar ki. bulsalardı ikimiz de kodesteydik zaten. bir de bize ters ters, dik idk baktı diye baltayla yardığımız 10000in üzerinde kişiyi bilem bulamadılar ki. ar ki. arkidiş. sevgili arkidiş. bir de kafasında dividi kutusu kırdığımız ev sahibimiz vardı hatırlarsan. hastaneye kaldırılmıştı velakin kurtarılamamıştı. hatırlarsın. aa lars dedin de, hani bizim kanka vardı ya lars ulrich, sahi la o napıyo? nasıl görmeyeli? yoksam gördük mü yakın bir zamanda? manda. manda ve himaye. ya sen onu bunu bırak da, bakırköy nasıl şu sıralar. duyduğuma göre yağmurluymuş. tıpkı o güzel, hüznün şehri istanbul gibi. mashar osman'ın her yeri çamur olmuş diyolar. heykel vardı bir zamanlar orda, hala daha var. hani düşünen felsefe yapan bir adam. heykel. filozof bir heykel. lan bakıp bakıp bizden daha felsefe sevgisine sahip olduğunu düşünürdük. mürdüm eriği. mürdük eriği mi yoksam. mağma eriği mağma! mağma eriyiği! lav lav! ay lav yu! van tu tiri foro. nıhahahaa! aa o da ne, pek şahane pıröfösör ismail hocam sevgili mehmetten içeri giriyo. biliyorsun mehmetle birbirimizi çok seviyoruz. ah! sevgili koğuşum mehmet! aa! elindeki mustafa değil mi? ama mustafayı bana vurmayacak, biliyorum. biliyorum çünkü mustafayla aramız limoni... biliyorum çünküm bunu yaparsa geceleyin kanını emerim. hemi de kafasına çivi çakıp yaparım bunu. ehehe! o da biliyor zati. o yüzden bana .. iiyğne... ıımgh.. yap... mı.. caaakghh... ınghh!
gecenin bir yarısında rüzgarın dövdüğü kaldırımlarda buldum kendimi. farkedişler ve pırıl pırıl bir derinlik sarhoşluğunun ardından anlam veremediğim bir şey beni sessizce kavradı. kızıl havalar ne de çabuk gelmişti, yapacak bir şey yoktu, özgürlüğün üzerine yürümekten başka. her saniye eriyordu kaldırımlar, arkamda bıraktığım geçmiş bile değildi. tatlı bir şimdi hissettim iliklerimde.
özgürdüm, jean paul' un dediği gibi, her şeyde özgürdüm ve yürüdükçe karanlığın üzerine, kalp çarpıntılarımda şimdiyi yaşıyordum derin ve sessiz. buruk yalnızlıkların ve yapmacık gülüşlerin ardında elbet fethedilmeyi bekleyen bir kale vardı, sessiz ordum yürüyordu üzerine.