sokak fenerine asmış kendini
ay ışığının biri
şehrin
ortasında ölmemiş
hala dipdiri. bir tek yıldız yokken
gökyüzünün hurcunda turuncu bir ay
yalnızca çıplak soyunmuş
bütün örtülerini niye yaptın ay
ay ışığı sızmıştı bir saat önce
gözlerimle gördüm
yanında
şarap testisi
ve bütün şarkıları bir türlü
söyleyemediği asmış kendini.
''ay düşünce denize
seni hatırlarım
ince ince yağan yağmur,
iskeleye yanaşan vapur
haydarpaşa garı
seni hatırlarım
ay düşünce denize
kalbim çarpar, telaşlı
bir kuş olur, siyahlar içinde bir kadın
ve yakasında ipiri kırmızı bir gül
seni hatırlarım
ay düşünce denize
söylenmemiş sessiz
bir şarkıydım, tozup
giden bir ilk kar
solgun begonya
kalkmak üzere bir tren
seni hatırlarım.''
kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim
sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım
git dersen
kuşlar da dönmez,
güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım belki
sararmış
eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.
bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.
katliamlardan doğan şair ama insan... Bu akşam düştü içimin köşelerine dizeleri...
onu vurdular, gözümle gördüm onu
ak bir zambağa binmiş
gidiyordu
zambak dur, sana da bulaştı kan.
bir damla gözyaşından
doğurmuştu anası onu,
bir avuç sevinçle
büyüttü.
bir avuç hüzünle
nice zorluklar
nice ayrılıklar
ve saçlarına beyazlar
düşürerek.
BiR EFLATUN ÖLÜM
kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim
sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım
git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım
belki
sararmış
eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.
bütün derinlikler sığ.
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.
gece bir hüzünlü elbisedir, karanlığından öte bir yanını soyunamazsın, diye bir cümleyle gece gece aklıma düşen şair. bir yalnız nar ağacı şiirindeki o devriklik, dahası o devrik, kuralsız umudu yakalamıştı beni. Katledildiği zaman küçüktüm, hiçbir şiirini okumamıştım. Ne metin altıok'u ne asım bezirci'yi hiçbirini okumamıştım. Sadece televizyonu izlerken veya radyoları başında ağlayan insanları anımsıyorum. ilk mürekkep de orada damladı. Tam yirmi yıldır yok aramızda behçet aysan ve yirmi yıldız yazmıyor. Umut etmek zorlaştı mı? Hayır, o çocuksu masumiyetle yine umut etmek lazım.
tam da şiirlerini okuyup-itiraf etmekten utanıyorum ama ilk kez okuyorum- uzundur etkilenmediğim kadar beni etkileyen şair... biraz bilgi edineyim diye wikipedi de hayatını okurken önce doktor olduğunu, sonra 44 yaşında öldüğünü üzülerek öğrendiğim, ne kadar da genç ölmüş diye düşünürken, madımakta yanarak can veren 35 kişiden biri olduğunu öğrendiğim...ve kahrolduğum...ve gerçekten kahrolduğum şair...düşünce adamı... nefret dolu, sevgisiz, cahil insanların kurbanı olmuş güzel insan...nurlar içinde yat...
durmadan taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm
ne kadar çoktu yaşadığımızda.
bize hep beyaz mendil
sallayan
ölüm ki,
iki kapısında
haki bir yalnızlık
dikilirdi
ve hatırlatırdı
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.
bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır
sanırdım yaşamak ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
- avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı -
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
çatlamış bir narı, unutmadım
kozalak yaktım ben de
sessizlikte-
ömrümün kozalaklarını
küllere sıvanmış
baştan başa dolaşıp
ağrıyan ormanı.
yağmur dindi sevgilim bak dinle
her şey dindi, acıysa dinmemiş halde.
durmadan taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm
ne kadar çoktu yaşadığımızda.
bize hep beyaz mendil
sallayan
ölüm ki,
iki kapısında
haki bir yalnızlık
dikilirdi
ve hatırlatırdı
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.
bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır
sanırdım yaşamak ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
-avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı-
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
çatlamış bir narı, unutmadım.
yıkık manastırın orda
kalbim ki,
o da
yıkıktı.
bir keşiş bıçağıyla dağlanmış
çiçekbozuğu,
çopur -
bir hayat
acıtıyordu beni sevgilim.
her şeyin
hüzne vurduğu yerde
bütün saatlerin,
kuzguni bir denizi çoğaltarak
hayat
acıtıyordu beni.