"bedenin yaptığı şeylerden biri de (Deleuze’ün Spinoza okumasındaki ifadeyi kullanmak gerekirse) bir başkasının ya da başkalarının bedenine açılmaktır, bu nedenle de bedenler kendi içine kapalı varlıklar değildir. Bedenler daima bir anlamda kendilerinin dışındadırlar, çevrelerini keşfeder veya gezinirler, duyuları vesilesiyle genişler, bazen de yoksunlaşırlar. Eğer bir başkasında kaybolabiliyorsak, ya da dokunsal, hareketli, temassal, görsel, kokusal veya işitsel kapasitelerimiz bizi kendimizin ötesine taşıyabiliyorsa, bunun sebebi bedenin kendi yerinde kalmaması ve bu tarz bir yoksunlaşmanın daha genel olarak bedensel duyular açısından tanımlayıcı nitelikte olmasıdır."
Duyguların arkasına saklandığı korunma aracıdır. Kiminin çok anlam yüklediği görünen taraftır. Bilmezler ki zaman içinde duygular kendini geliştirip dimdik ayakta kalırken beden eskir.
çalışma hayatının kölesi. on dokuzuncu yüzyıl başı ve öncesinde beden işkence görecek bir şey olarak adlandırılıyordu. sonrasında evrilecek, değistirilecek hatta yeniden biçimlendirilecek bir şey olarak bakılıyor. işverenlere, patronlara sattığımız zaman, saat bize dönüştürülmüş beden olarak döner. artık hayatlarımız kısıtlanmıştır.
" bir isime bile sahip olmadan önce bir beden de yaşarız! ve nadiren beden imizin tüm mutlulukların ve acıların, tüm bilginin ve araştırmaların, her şeyin temel kaynağı olduğunu düşünürüz. " *
kişinin sahip olduğu somut şey, görünüş. et parçası, et.
küçükken hiç sevmezdim, esmer olduğum için bir de nedense "kıro sanacaklar" korkusu vardı. şimdi bakıyorum da, "kıroluk" dediğimiz şey yüzle falan olmuyormuş zaten, ne bok olduğunu davranışınla belli ediyormuşsun. inançlı bir ailede büyüdüğüm halde tanrı'yı hiç sevmezdim beni çirkin yaratmış diye. şimdi yine bakıyorum da, "ulan ne şanslı adammışım ha" diyorum. rahatsızlığım yine var, kimde yok ki... sağlam bir bedene sahip olmak yine de harika bir şey ama.
ha ne diyecektim... gerçekten muhteşem çalışıyor bu beden, işleyişine hayran kaldım ben. geçenlerde çok pis kapaklandım yere. elim ve kolum yarıldı. "ay mikrobu gitsin" yardım safhasının ardından habire bir temizlik, habire bir "mikrop kapmasın, iltihaplanmasın, meisterler ölmez kollar bölünmez" tripleri... bir süre, dayanılmaz ağrıyla geçti.
sonra bu yaralar kabuk bağladılar. kendi kendilerine küçülüp yok oldular ve bana eskisi kadar sağlam bir deri bıraktılar. gerzek değilim, ilk defa görmüyorum tabi bu olayı. ama ilk defa bu kadar muhteşem göründü gözüme. her şeyi tanrı'ya bağlayan, "sübhanallah kardeş ibretlik bir tedavi" diyen biri değilim. evrimci de değilim. tanrı'ya ve her şeyi açıklanabilecek şekilde yarattığına inanırım. dolayısıyla, yarattığı vücuda, bu sahip olduğumuz bedene, bedenlere hayran kaldım ben. sadece basit bir düşüştü. beni düşürdüğü için teşekkür ederim kendisine, düştüğüm zamanki gibi "koşarak" yaşadığım hayatımda güzel şeylerin farkına vardım. onca hastalığa rağmen "abi şimdi iki kabuk atalım bunun üzerine, alttan biz deriyi halledelim sonra kabuğu kaldıralım tamam mı?" deyip, kepleriyle işe koyulan hücrelerimi sevdim, kendimle barıştım.
mitoz bölünmeyi ortaokulda gördüm en son, pek hatırlamıyorum. lise 1'de biyolojide işlemiştik sanırım, o derslerden de hep kaçtım. kaçmadığımı da dinlemedim. zaten biyolojiden de zorla geçmiştim. ama ben bu mitoz bölünmeyi, yaranın kapanmasını acayip sevdim.
öyle ki, gelişim aşamasını görmek için bir taraflarımı kesmek istiyorum. ne güzel şeymişsin lan sen beden. bir daha seni gereksiz yoran, gereksiz yerlere düşüp kendini yaralayan top olsun e mi?
yeni bir feysbuk zımbırtısı. ulan en yakın arkadasım en beğendiğim resmimi beğenmiyo böhühühüüüü, eski sevgilim beğeniyo silsem mi silmesem mi paradokslarına sokmuş insanları. bir de üstelik ileti haline getirtmişti zamanında çok sevdiğim bir dostumu. lan anlamam nereye ne gösterirsiniz hay .mk.