insan bağlanma ait olma ihtiyacı, iç güdüsü ile doğar fakat zamanla yaşadığı olaylardan terkedilmelerden itibaren bu korkuya kapılır. aslında gereksinimi olan bir durumdan kendini korumaya çalışır.
haklı korkudur. içten içe insanı kemirir. insana kendini köpek gibi hissettirir. ölümün işkenceli versiyonudur. eğer ayrılık varsa sonunda kurbanın hayatı s.kip atılmış beş paralık olmuştur.
iplerin elinden gitmesi mi? düşünmesi bile korkunç.bende ondan bahsediyordum bu işte bağlanma korkusu.
iyidir aslında hep hayatının ipleri elinde olur,kötüdür aslında hiç bir zaman dibine kadar hissedemezsin.
esasında sorumluluktan korkan insanların daha entel dursun diye taktıkları maske. ne yazık ki benim de baş belası rahatsızlığım. rahatsızlık diyorum; çünkü aklı başında, şu yaşa gelmiş * insanların aslında taş altına ellerini sokmak istememeleri hastalıktan başka bir şey değil.
"evim olsun, bir de kocam; akşamları yemek yiyeyim, çocuklarımla ilgileneyim; aynı şehirde ömrümü geçireyim" diye düşünmez bu insanlar, düşünemezler. herşey çok güzel giderken, aşk denilen duygu iyiden iyiye hücrelerine işlerken; ansızın o görünmez el yakalarından tutup "kendine gel" diye silkeler bu insanları. insan olmakla olmamak arasında gidip gelmektir bu duygu. insanlığın gereğini yerine getirememektir. yazıklar olsun bana..
basitçe duygusal bağ kurma korkusudur. bu korkuyu taşıyan kimselerde, bağ kurulanla olan ilişkinin herhangi bir nedenle sekteye uğrayabileceği endişesi hakimdir. genellikle bu olgu, sadece ikili kadın-erkek ilişkilerine indirgense de aslında çok daha geniş bir çerçevede zuhur edebilir. insan, yaşadığı ülkeyle, kentle hatta mahalleyle, evinde beslediği hayvanla ve elbette dostlarıyla da derin duygusal bağlar kurabilen bir yaratıktır. bu korkunun temelinde, kişinin sevdiği şeylerden kopma, sevdiklerini kaybetme ihtimali üzerine kurduğu senaryolar yatar. fakat kişinin geçmişinde ekseriyetle bu korkuyu tetikleyen bazen de özgüven yitimine neden olan(sevdiklerini kaybetmek, terkedilmek vb.) travmatik bir olay yatmaktadır.
sözkonusu korku, kişinin hayatının gidişatına spesifik olarak da kurduğu ilişkilere, ilişki biçimlerine yön vermekteyse bunun hastalıklı bir durum olduğunu düşünmek yersiz değildir. yine de bu korku son kertede insanidir. zira yarın başına neyin geleceğini bilmemek, geleceğin netameli belirsizliğine mahkum olmak fanilerin yazgısının bir parçasıdır ve insan istese de istemese de bu gerçekle yaşamak zorundadır.
herkes bu dokunaklı gerçekle kendi hayatında farklı biçimlerde yüzleşmektedir. kimleri sırf duygusal bağların, özgür ruhlarına pranga vuracağını düşündüğü için korkar. her ne kadar bağlanma korkusunu negatif biçimde dışa vuranların, aslında duygusallıktan uzak kimseler olduğu sanılsa da bu kimseler genellikle duygularını uçlarda yaşayan, hassasiyetleri tavanda olanlardır.
bağlanma korkusunu bir fobi gibi taşıyan insanların aslında bir anlamda muhafazakar oldukları söylenebilir. kendi dünyalarında ne başkasına, ne de kendi inisiyatifleri dışında gerçekleşebilecek bir değişikliğe tahammülleri yoktur. ruhları her daim huzursuz ve göçebedir ama aynı zamanda aidiyet duygusuna, evcilliğe teslim olmuş kimselerin asla erişemeyeceği bir bilgelikle taçlanan da onlardır. hayatın bu yaman çelişkisini kimse onlardan daha iyi sezemez.