Hayatı iliklerimize kadar yaşıyor muyuz gerçekten? Gökyüzüne ne kadar bakıyoruz mesela? Bir ağacın dallarının sesine kulak vermeyeli ne kadar oldu? En son ne zaman hiç tanımadığın bir yaşlının yanına oturup sohbet ettin? Sevdiklerine doya doya sarılmayalı kaç zaman geçti? Bir kitap üzerine hiç yoktan muhabbetlere ne oldu mesela? Yeni çıkan dergilerin içindeki yazılardan bahsetmeyeli ne kadar oldu? En son ne zaman bir akarsu sesi duydun? En son ne zaman fırından yeni çıkmış sıcak bir ekmeğin köşesini yedin eve gelene kadar? En son ne zaman bir çocuğun başını okşadın içinden gelerek. En son ne zaman yeni çıkan bir film, bir tiyatro oyunu hakkında heyecanlı bir muhabbet ettin?
Bütün bunları programlar ve gereklilikler olmadan öylece kendiliğinden yaşamayalı ne kadar çok zaman oldu değil mi. Hızlı ve programlı hayatlar mıydı bizi bu hale getiren? Oysa hayatı içine çeke çeke yaşamalıydı ve modern zaman mağdurlarıydık hepimiz. Edebiyat yapamayacak kadar kötü bir dil bilgisine sahibim ama modern zamanın mağduru olmamak elimizde. Tek bildiğim bu. Sadece bunu farkettiğin anda, bazen ihtiyacın olan tek şey küçük bir şey yaparak yeniden başlamalısın hayata..
sevgi ve ilgi. bunun ucu o kadar açık ki, insanın kedisinden sevgi görmesi dahi mutluluktan delirtiyor bazen, bazen ağlatıyor. insanın ağlamaya da ihtiyacı var belki de.
Karşında sevgilin, önünüzde iki bira, (bkz: carlsberg) sigaralar ha birde o mutfak masası muhabbetleri! Şuan toplumca ihtiyacımız olan tek şey o mutfak masasında oturup sabaha kadar dertleşip içmektir