80'lerde geniş bir hayran kitlesi kazanan başarılı bir bilimkurgu dizisi.
saylonların ani saldırısı sonucu cobol gezegeninden yayılıp 12 gezegene dağılmış ve 12 koloni oluşturmuş insan ırkından geriye sadece galactica isimli gemi kalır. Onlar da bir efsaneye göre varolan kaybolmuş 13. koloniyi mavi gezegeni aramaya başlarlar.
Güncelleme: SciFi kanalında 2003 yılında yeniden çekimi oynamaya başlayan, 2009 Mart ayında 4. sezon 20. bölümle final yapan, bu yeni çevrimle bilim kurgu dizileri çıtasını zirveye taşıyan 'mükemmel bir izleme şeysi'dir.
yıkımın, insanoğlu tarafından asla kabul edilemez ölüm gerçeği ve ıslak doğum sıkıntısı arasında bir yerde evrenin gerçek konularından birisi olduğunu yüzümüze yüzümüze çarptı.
bütün dünyadan kaçtığım odamda oturmuş star trek'in gelmek bilmeyen filmine ait fragmanını birmilyonsekizinci defa ağzım açık izliyorken ve enterprise'ı inşa edilirken izlemek "bu dünyadan kaçıp gitmek" histerilerinde ormanda on afrodizyak etkisi yaratırken ve "space; final frontier!" sözleri kalbimi sıkıştırıyorken, caprica da odyssey destanındaki troya'ya nanik yapıp şeytanı bile kıskandıracak bir alev banyosunun derinliklerine gömülmüştü.
çığırtmalar uçurdum yazmıştım uçurtmayı vurmasınlar sözünü ilk duyduğumda, galactica zamanda ve mekanda new caprica'nın yer kabuğuna doğru milyarlarca hızla düşüyordu, yere çakılacak diye kalbim duracaktı neredeyse, kalbim artık yaşamanın heyecan verici bir şey olduğunu unutmuşken. yedi yaşımdaydım, "hiçbiriniz masal anlatmasını bilmiyor mu!? hepsini mi unuttunuz?" diye kükrüyordum dedelerime ve ninelerime. kırmızı başlıklı kızı anlatan anneme kızıyordum, biliyordum can yakacak destanların artık bütün uluslardan saklandığını, geceye dair bütün masallar unutulmuştu ve pegasus, cylon ana gemisine haşmetle çarpıp paramparça olurken gılgameş destanından kaçırdığım gözyaşlarımı bu kez yıldızlara ait destandan kaçıramadım.
baltar kayalıklar madonnası ile birlikte metalden bir kayalık üzerinde hemen arkasında duran isa ile yıldızlardan düşen ulusa karanlık bir vaaz veriyordu, otel odasının çekmecesini açtığımda elime yanmış tevrat ve incil ve kurandan küller bulaştı, içkiler bitmişti her yerde, elimdeki kahveyi gösterip "sarhoşken içki bittiğinde kahve ile içmeye devam etmesi çok zevkli aslında!" diye bağırdım adama'ya, duymadı. kendini ortadoğuya atmış bir besteci bütün geminin koridorlarını ışığa bulayıp all along the watchtower ile supernovaları harekete geçirirken, ben de her fırsatını bulduğumda caprica altının üzerinde boşalmadık tek bir hücre bile geriye bırakmıyordum, cinayet mahalline geri dönen katiller gibi ayın 13'üne rastlayan her cuma'da kutup ışıklarının altına yatıp, "işte bunları tahmin edemedin hergele seni!" diye asimov'un yüzüne karşı pis pis sırıtıyordum.
kobol tanrıları akşam beş çayına geliyordu odin'in bahçesine, pan ile el ele verip tıpkı eskiden olduğu gibi bir pagan ayinini kutlarcasına sevişmeye devam ediyorduk caprica altı ile ve benim avalon üzerindeki bütün bahçelerim yanmaya devam ediyordu. "sus n'olursun sus!" diye bağırdım, "sen hiç kutup ışıklarını gerçekten görmedin ki!" diyen arkadaşımın yüzüne.
"perilere inanmıyorum" dediğimin sabahında, sokaklarda köpekler tarafından parçalanmış indigo çocukların cesetlerini buluyordu çöpçüler. "yeni bir şey değil bu" dedi boğazda gemi kaptanlığı yapan amcam, "her sabah boğazın sularında üç dört tane parçalanmış tanrı ceseti buluruz biz, bu arada hangi gemiyle karşıya geçtin?" diye soruyordu sonra, "galactica ile karşıya geçtim amca" diye cevap verirken elimde tuttuğum kahvenin içinde ölüp gitmek istiyordum aslında ve aslında bazen tunalı barlarının tuvaletine sadeleştirilmiş bir kapı zilinden kendi ellerimle hazırladığım sahte bir "dünyayı yok et butonu" yapıştırıyorken kaç kişinin sarhoş bir şekilde o butonu görüp de güldüğünü ya da korktuğunu asla bilemeyecek olmak canımı sıkıyordu, canımı sıkıyordu uzay gemisindeki değil, yağmurun altındaki yalnızlık.
ve işte her şeyin böyle böyle sonu gelirken, explosions in the sky dinleyip de kafa(m)bindünya şekilde bu galaksiden bir başka çağa ağıtlar düzmemem, caprica altı ile düzüşmeyi istememem ve bazışeylerbaşladığındaaslındaçoktanbitmiştirgiller'den birisi olmamam için geriye hiçbir sebep kalmamıştı. sonne'nin video klibinde annemin tatlı masallarına karşın pamuk prenses'in ne tatlı bir bdsm tanrıçası olabileceğini fark ediyorken, işte böylece yıldızlar üzerinde uçuşup gitti bütün arthur c. clarke düşlerimiz de.
so say we all dediğimizde çocukluk etmiyorduk, başından farkındaydık, evrende geriye kurtarılmaya değer hiçbir şeyin kalmamış olduğundan ve muz kabuklarından ve delirmelerden. dolmuş şoförünün yüzüne baktıkça, on üçüncü kabilenin artık bu dünyada olamayacağına yeminler ettim, gene de sihirli yedi rakamlarından bahsetmeye devam ediyordu sahaflara sıkışmış bazı herifler,
binadan dışarı çıktığımda kar yağıyordu. bütün gün "daha en başından galactica büsbütün cehennet'in merkezi olabilir miydi?" diye söylenmiştim, binadan çıktığımda dışarıda kar yağıyordu, kulağımda çalan all along the watchtower'ı dinledikçe onlardan, yanımdan geçenlerden ve birlikte yaşadıklarımdan birisi olmadığıma yeminler edip yürüyüp uzaklaştım korkunçluklardan ve şeylerden.
(not 2: bu yazımı daha önceden birkaç yerde daha yayınlamıştım, buraya da eklemek istedim)
gerçek anlamda an itibariyle dünya üzerinde gösterilen bütün dizileri anlamsız kılan başyapıt.
battlestar galactica; insanlığa dair bir beyin fırtınası kesinlikle. 3-5 kişinin değil, bütün insanlığın siyasi bakış açısını, toplum yapısını, dini görüşünü, psikolojisini ele alıp bunun üzerine bir takım işlemeler yapıyor.
bütün bunları yaparken de minimale kadar inip, insanların acılarını, aşklarını, tutkularını, vicdanlarını, bireysel olarak hissettiği bütün duygularını inceleyebiliyor.
günle alakalı gündem takibi zayıf, kültürü yüksek olmayan insan; malak gibi bakıp "hani ya nerde lazerler" falan gibi bir yaklaşım gösterebilir. ama bu dizi, gerçekten sadece uzay ve savaştan oluşmuş bir bilimkurgu dizisi değil.
dinler tarihini, siyasi tarihi, insanlık tarihini; önemli noktalardaki insanların kişilikleri ve duygularıyla yoğurup önümüze koyan, senaristlerinin kesinlikle ruh hastası* olduğunu düşündüğüm dizi.
karakter çizimleri, yaratımları öyle epik ki; üstünü kapatmadan, herşeyi ortaya koyarak dahi bir sonraki bölümde ne olacağını merak ettiriyor. şimdi moda ya, gizemli karakterler; onlara isyan edercesine karakter çizimleri var galactica da.
bir gaius baltar, bir kara thrace bile başlı başına başka hiç bir karaktere ihtiyaç duymadan dizi olabilecek dinamiklere sahip karakterler.
ben her hafta bir sonra ki bölümü nasıl bekleyeceğimi düşünüyorum. ocakta son sezon başlıyor. "galactica'nın kaderi aydınlanıyor/sonun başlangıcının nasıl olacağını görün" gibi bir sloganı var.
dördüncü sezonu ile birlikte sona ermiş dizidir. şimdi ne yapacağız bilemiyoruz. baştan izlemek güzel bir çözüm olabilir.
uzayda geçen bir dizi ne kadar gerçekçi olabilir?
uzayda geçen bir bilimkurgu dizisi ne kadar dramatik olabilir?
bir bilimkurgu insanı nasıl ağlatabilir?
bir dizi insanı sokakda yürürken paranoyaklaşmasına sebep olabilir mi?
birçok dizi insanı ekran başına kitler de, hangileri "insanlığı tanıma" adına kişiye birşeyler katar?
hangi diziler insanın hayatında önemli yere sahiptir?
battlestar galactica izleyenler sanırım yukardaki soruları daha farklı yorumlarlar. neticede bir dizi sadece. uzayda geçiyor evet. ama önyargıları bir tarafa bırakıp izlerseniz durumun çok farklı olduğunu, dizinin mekanının aslında "insan" olduğunu görürsünüz. insanların zor şartlara ne şekilde ve ne kadar dayanabildiklerini tartışıp düşünmeye başlarsınız. gerçek sorunlara karşı gerçek yönetimler nasıl olurlar? yukardakiler düşerse kaos ortamında kimler yukarıya çıkabilir. savaş ortamında arkadan vurmalar, ihanetler, aşklar, hayal kırıkları, yaşama mücadelesi, onur...
finalleden kalma sebebi. ve resmen mükemmel bir dizi. hayır, lost gibi artık rezillik kategorisine giren bir dizi bile bitmişken bu bitmemeliydi, bitemezdi.
we will miss you guys... all of you...
edit: ekisleyene not, losta dokundurduğum için eksilediğini varsayıyaorum, ya da diziyi hiç izlemedin.
öncelikle senaryo tam bir şahaeser. lost? heroes? yapmayın etmeyin uzatmayın sıkmayın bu kadar. bakın battlestar galactica ne kadar güzel bağladı senaryoyu, ne kadar güzel ayarladı dozunu. tam bitmesi gereken yerde muhteşem bir finalle bitti.
final demişken; ne kadar dramatik bir finaldi o? baltarın o son sözleri mesela :
- Oraya, şu iki tepenin arasına. Tarım için uygun görünen bir araziye rastladım.
- Tarım mı?
- Ben tarımdan anlarım da...
ve baltarın gözleri yaşarır...(!)
hanginiz tahmin edebilirdi baltarın böyle birşey söyleyeceğini?
(baltarın yazdığı kitabı hatırlarsanız küçükken çiflikte büyüdüğünü yazmıştı)
kara ve lee nin geçmişlerine flashback yatığımız ve tanıştıkları günü gördüğümüz sahne nasıldı yada?
yada bill adamanın laura yı son yolculuğuna çıkarışı?
hepsinden bahsedemem sonuçta sözlük bu ama sonuçta anlatabilmişimdir heralde istediğim şeyi.
ayrıca 12. gezegen gibi kitapları okuyan varsa dizinin finalinde insanlığın başlangıcına ve evrimine yapılan göndermeyide farketmişlerdir.
efsaneleşen adama manevrası gibi şeylerde yarattı tabi dizi.(edit: galactica nın new caprica atmosterine atlaması)
neyse bu kadar spoiler yeter.
sonuç olarak bu diziyi izletin.
zamanımızın star trek i olmuştur bence. hatta belkide geçmiştir bile.
izletiniz efendim.
bilimkurgu sevmeyen kız arkadaşım bile sevdi daha ne diyim ben. ***
isyan ediyorum evet bu dizinin sözlükte sallanmamasına isyan ediyorum.
ben, o site senin bu kanal benim güncel bölümünü bulmaya çalışırken, gelmiş geçmiş en kaliteli televizyon projesinin es geçilmesine buna rağmen eski gizemi-çekiciliği kalmamış lost hakkında baygın baygın entryler girilmesine isyan ediyorum.