---spolierımsı---
Final bölümüyle, aramızda yaşayan ve doğuştan kısır olan bir kısım insanların saylon olduğunu iddia etmiş olan dizidir.
---spolierımsı---
efsane bir final ile bitmiş dizidir. bu güzel final için, senaristlere, yapımcılara diziyi gereksiz yere uzatmadıkları için ne kadar teşekkür etsem azdır.
resmen bitti yahu. isteseler uzatabilirlerdi aslında. iyi ki bitti lost gibi boka sarmadı en azından. başlarda cnbc e de görmüştüm çok tırt gelmişti. ee insanın gözüyle izlemesi gerekiyormuş demek ki. final sahnesi çok güzeldi. ama tüm dizide favori bölümüm 3.sezon finali olmuştur böyle biline.
--spoiler--
chavil niye vurdu kendini onu anlamadım ben...
--spoiler--
isyan ediyorum evet bu dizinin sözlükte sallanmamasına isyan ediyorum.
ben, o site senin bu kanal benim güncel bölümünü bulmaya çalışırken, gelmiş geçmiş en kaliteli televizyon projesinin es geçilmesine buna rağmen eski gizemi-çekiciliği kalmamış lost hakkında baygın baygın entryler girilmesine isyan ediyorum.
basit, alalade bir bilimkurgu dizisi değil insan psikolojisini çok başarılı bir şekilde işlemiş,sadece uzay gemisinde çıkan bi dünya elektronik problemi konu yapmayan harika bir diziydi. bitmesine gerçekten üzüldüm, kekremsi bir tat bırakıp gittiği daha iyi oldu.
buradan william adama'ya selam ediyorum kendisi istanbul'a gelirse karşılık iki tek atmadan bırakmam.*
öncelikle senaryo tam bir şahaeser. lost? heroes? yapmayın etmeyin uzatmayın sıkmayın bu kadar. bakın battlestar galactica ne kadar güzel bağladı senaryoyu, ne kadar güzel ayarladı dozunu. tam bitmesi gereken yerde muhteşem bir finalle bitti.
final demişken; ne kadar dramatik bir finaldi o? baltarın o son sözleri mesela :
- Oraya, şu iki tepenin arasına. Tarım için uygun görünen bir araziye rastladım.
- Tarım mı?
- Ben tarımdan anlarım da...
ve baltarın gözleri yaşarır...(!)
hanginiz tahmin edebilirdi baltarın böyle birşey söyleyeceğini?
(baltarın yazdığı kitabı hatırlarsanız küçükken çiflikte büyüdüğünü yazmıştı)
kara ve lee nin geçmişlerine flashback yatığımız ve tanıştıkları günü gördüğümüz sahne nasıldı yada?
yada bill adamanın laura yı son yolculuğuna çıkarışı?
hepsinden bahsedemem sonuçta sözlük bu ama sonuçta anlatabilmişimdir heralde istediğim şeyi.
ayrıca 12. gezegen gibi kitapları okuyan varsa dizinin finalinde insanlığın başlangıcına ve evrimine yapılan göndermeyide farketmişlerdir.
efsaneleşen adama manevrası gibi şeylerde yarattı tabi dizi.(edit: galactica nın new caprica atmosterine atlaması)
neyse bu kadar spoiler yeter.
sonuç olarak bu diziyi izletin.
zamanımızın star trek i olmuştur bence. hatta belkide geçmiştir bile.
izletiniz efendim.
bilimkurgu sevmeyen kız arkadaşım bile sevdi daha ne diyim ben. ***
insanların içine gizlenmiş, saylon olduklarını bilmeyen saylonların kendilerini kesfetmeleri sırasında gaipten müzik duyarak biraraya geldikleri dizi. herhalde gaipten müzik yayınlansa jimi hendrix'ten olurdu.
(bkz: Jimi Hendrix)
(bkz: All Along The Watchtower)
yıkımın, insanoğlu tarafından asla kabul edilemez ölüm gerçeği ve ıslak doğum sıkıntısı arasında bir yerde evrenin gerçek konularından birisi olduğunu yüzümüze yüzümüze çarptı.
bütün dünyadan kaçtığım odamda oturmuş star trek'in gelmek bilmeyen filmine ait fragmanını birmilyonsekizinci defa ağzım açık izliyorken ve enterprise'ı inşa edilirken izlemek "bu dünyadan kaçıp gitmek" histerilerinde ormanda on afrodizyak etkisi yaratırken ve "space; final frontier!" sözleri kalbimi sıkıştırıyorken, caprica da odyssey destanındaki troya'ya nanik yapıp şeytanı bile kıskandıracak bir alev banyosunun derinliklerine gömülmüştü.
çığırtmalar uçurdum yazmıştım uçurtmayı vurmasınlar sözünü ilk duyduğumda, galactica zamanda ve mekanda new caprica'nın yer kabuğuna doğru milyarlarca hızla düşüyordu, yere çakılacak diye kalbim duracaktı neredeyse, kalbim artık yaşamanın heyecan verici bir şey olduğunu unutmuşken. yedi yaşımdaydım, "hiçbiriniz masal anlatmasını bilmiyor mu!? hepsini mi unuttunuz?" diye kükrüyordum dedelerime ve ninelerime. kırmızı başlıklı kızı anlatan anneme kızıyordum, biliyordum can yakacak destanların artık bütün uluslardan saklandığını, geceye dair bütün masallar unutulmuştu ve pegasus, cylon ana gemisine haşmetle çarpıp paramparça olurken gılgameş destanından kaçırdığım gözyaşlarımı bu kez yıldızlara ait destandan kaçıramadım.
baltar kayalıklar madonnası ile birlikte metalden bir kayalık üzerinde hemen arkasında duran isa ile yıldızlardan düşen ulusa karanlık bir vaaz veriyordu, otel odasının çekmecesini açtığımda elime yanmış tevrat ve incil ve kurandan küller bulaştı, içkiler bitmişti her yerde, elimdeki kahveyi gösterip "sarhoşken içki bittiğinde kahve ile içmeye devam etmesi çok zevkli aslında!" diye bağırdım adama'ya, duymadı. kendini ortadoğuya atmış bir besteci bütün geminin koridorlarını ışığa bulayıp all along the watchtower ile supernovaları harekete geçirirken, ben de her fırsatını bulduğumda caprica altının üzerinde boşalmadık tek bir hücre bile geriye bırakmıyordum, cinayet mahalline geri dönen katiller gibi ayın 13'üne rastlayan her cuma'da kutup ışıklarının altına yatıp, "işte bunları tahmin edemedin hergele seni!" diye asimov'un yüzüne karşı pis pis sırıtıyordum.
kobol tanrıları akşam beş çayına geliyordu odin'in bahçesine, pan ile el ele verip tıpkı eskiden olduğu gibi bir pagan ayinini kutlarcasına sevişmeye devam ediyorduk caprica altı ile ve benim avalon üzerindeki bütün bahçelerim yanmaya devam ediyordu. "sus n'olursun sus!" diye bağırdım, "sen hiç kutup ışıklarını gerçekten görmedin ki!" diyen arkadaşımın yüzüne.
"perilere inanmıyorum" dediğimin sabahında, sokaklarda köpekler tarafından parçalanmış indigo çocukların cesetlerini buluyordu çöpçüler. "yeni bir şey değil bu" dedi boğazda gemi kaptanlığı yapan amcam, "her sabah boğazın sularında üç dört tane parçalanmış tanrı ceseti buluruz biz, bu arada hangi gemiyle karşıya geçtin?" diye soruyordu sonra, "galactica ile karşıya geçtim amca" diye cevap verirken elimde tuttuğum kahvenin içinde ölüp gitmek istiyordum aslında ve aslında bazen tunalı barlarının tuvaletine sadeleştirilmiş bir kapı zilinden kendi ellerimle hazırladığım sahte bir "dünyayı yok et butonu" yapıştırıyorken kaç kişinin sarhoş bir şekilde o butonu görüp de güldüğünü ya da korktuğunu asla bilemeyecek olmak canımı sıkıyordu, canımı sıkıyordu uzay gemisindeki değil, yağmurun altındaki yalnızlık.
ve işte her şeyin böyle böyle sonu gelirken, explosions in the sky dinleyip de kafa(m)bindünya şekilde bu galaksiden bir başka çağa ağıtlar düzmemem, caprica altı ile düzüşmeyi istememem ve bazışeylerbaşladığındaaslındaçoktanbitmiştirgiller'den birisi olmamam için geriye hiçbir sebep kalmamıştı. sonne'nin video klibinde annemin tatlı masallarına karşın pamuk prenses'in ne tatlı bir bdsm tanrıçası olabileceğini fark ediyorken, işte böylece yıldızlar üzerinde uçuşup gitti bütün arthur c. clarke düşlerimiz de.
so say we all dediğimizde çocukluk etmiyorduk, başından farkındaydık, evrende geriye kurtarılmaya değer hiçbir şeyin kalmamış olduğundan ve muz kabuklarından ve delirmelerden. dolmuş şoförünün yüzüne baktıkça, on üçüncü kabilenin artık bu dünyada olamayacağına yeminler ettim, gene de sihirli yedi rakamlarından bahsetmeye devam ediyordu sahaflara sıkışmış bazı herifler,
binadan dışarı çıktığımda kar yağıyordu. bütün gün "daha en başından galactica büsbütün cehennet'in merkezi olabilir miydi?" diye söylenmiştim, binadan çıktığımda dışarıda kar yağıyordu, kulağımda çalan all along the watchtower'ı dinledikçe onlardan, yanımdan geçenlerden ve birlikte yaşadıklarımdan birisi olmadığıma yeminler edip yürüyüp uzaklaştım korkunçluklardan ve şeylerden.
(not 2: bu yazımı daha önceden birkaç yerde daha yayınlamıştım, buraya da eklemek istedim)
yapılmış en muhteşem dizi, yaratılmış en muhteşem karakterler ve bitişi ile sevgilisinden yeni ayrılmış ve yalnızlığından otuzbir çekiyor gibi hissettiren başka dizilerle yerini doldurmaya çalışma boşluğu.
bu öyle bir şaheserdir ki; içinde psikoloji, ahlak felsefesi, aşk, yönetim sanatı fazlasıyla vardır. insanlığı sorgulayan bir yapımdır. o onu yatağa atmış, beriki diğerine rüşvet vermiş, biri bunları görmüş skandal olmuş vs. vs. gibi tırtlıklardan uzak zekice kurguya sahip pek çok repliği tekrar tekrar gözden geçirilip üstünde düşünülesi bir fenomendir.
kitap olarak dune neyse işte bu dizi onun görsel karşılığıdır gözümde. on numerö.
filozoflar, şairler, dahi müzisyenler ve ilahi güçlere eklendiğinde, insanlığın iskeletini ortaya çıkarabilecek bir şaheserdir bu yapım. dizi değildir bu. bu, bize derstir. insan tekrar tekrar izlemeli, her kırıntısını öğrenmelidir bu dersin. bugüne kadar izlediğim diziler hoş prodüksiyonlar, zeki kurgular falan ama bu, kesinlikle o sınıfta değil. sığmaz.
finalleden kalma sebebi. ve resmen mükemmel bir dizi. hayır, lost gibi artık rezillik kategorisine giren bir dizi bile bitmişken bu bitmemeliydi, bitemezdi.
we will miss you guys... all of you...
edit: ekisleyene not, losta dokundurduğum için eksilediğini varsayıyaorum, ya da diziyi hiç izlemedin.
yaklaşık 2 hafta içinde miniseriesden başlayıp 4. sezonun the fracking finaline kadar izledim bu diziyi ve çok kaliteli olduğunu itiraf etmeliyim. dizi kendi içindeki diyalogları ve bazı karakterleriyle şu andaki dünyamızın sorularıyla ve bir anlamda evrenin sorularıyla yeterince boğuşuyor ve bu derinliği yeterli aksiyon sahneleriyle hiç abartmadan götürebiliyor. şahsen gaius baltar'ın hastası oldum diyebilirim. ha birde eight çok tatlı hatun belirtmem lazım.
Libido'sunun verdiği emirler doğrultusunda hareket eden bir adamın iç çatışmalarını muhteşem şekilde işleyebilen* ve hiçbir karakterine sen siyahsın sen de beyazsın yakıştırması yapmaya izin vermeyen muhteşem dizi. Taraf tutmak çok zordur bu dizide, hatta öyle ki, üçüncü sezonda hâlâ insanları ya da cylonları tutmaya devam ederseniz ya çok yüzeysel ya da gözü kapalı bir ırkçı* olmanız gerekir. Herkes kendince haklıdır çünkü. Siz izlersiniz ve insan ya da skinjob kişisinin yaptığına hak vermekle ya da onu eleştirmekle yetinirsiniz. Ve dizinin en güzel yanı da klişe mottosunun çok lezzetli bir söyleyişi ve birlik beraberlik temasına sahip olmasıdır. So say we all!
yapımcılarının, goethe'nin, 3000 yıllık tarihini bilmeyen insan günübirlik yaşayan, insanlığının farkına varamayan insandır lafının etkisinde kaldığına canı gönülden inandığım dizidir. hakikaten başka bir türlü şey bu dizi. çoğunu görmediğimiz yaklaşık 40 bin kişilik topluluk ve öne çıkan birkaç çok iyi işlenmiş karakter üzerinden, neredeyse bütün yönleriyle insanlığın ne olduğunu ortaya koyuyor bsg. bazen derinlemesine bazen de muz orta kıvamında atıflarla insanoğlunun başından geçen hemen her türlü maceraya da bir şekilde deyiniyor. malzemesinin genelgeçerliği ile ileriki yaşlarımızda da bu diziyle beraber olm şansını bulacağımız için kendimi şanslı sayıyorum.
not: buraya yazılmamış ülkesinde en önemli televizyon ödülüne layık görülmüştür.
dizide bazı insanların insanlığa ihanet etmesinin nedeni hep insan olmanın arazlarından yine (aşık olup filan). ama şöyle düşünüp taşınıp da; şu insanlığın haline bak lan, adamlar(saylonlar) haklı anasını satiim diyip de saylonlara yanaşan yok. olsun.