Gümülcine merkez olacak şekilde Batı sınırımızda kurulmuş, 8575 km2 sınırlara sahip olan (KKTC'nin yaklaşık iki katı) bir Türk Cumhuriyeti idi.
Osmanlı bu bölgeyi net olarak kaybedince ittihat ve Terakki yönetimi tarafından (özellikle Enver Paşa) Osmanlı sınırları içinde tutulamasa da en azından gavur yönetiminde kalmasın denerek bu devlet kurulmuştu.
Lakin sırf yönetim biçimi cumhuriyet olduğu için Osmanlı devleti tarafından desteklenmedi ve Bulgaristan'ın bu yapıyı yıkmasına izin verildi.
Azerbaycan Gürcistan savaşında Gürcistan'ın bakü'ye girmesine izin vermek, destek olmak gibi düşünün.
izin verenlerin Yatacak yerleri yok.
Belki bugün batı sınırımızda Azerbaycan gibi komşu bir kardeş ülkemiz, Yunanistan ile aramızda tampon yurdumuz olacaktı.
yukarıdaki tanımlarda görülen kadrolarca kurulmuş, hem memleket toprağını düşmana bırakmamak hem de bu toprakları vasıtası ile istanbul hükümetinin sıkıştırılmasını ve üzerine gelinmesini engellemek amacıyla teşkil edilmiş cumhuriyettir.
ancak o zaman da acz içerisinde olan istanbul hükümeti bu manevrayı anlayamamış, üstüne üstlük cumhuriyete topraklarını terk etmesi için bir nota da göndermiş, ardından Miralay Cemal Bey bölgeye direnişin sonlandırılması için gönderilmiştir.
Kimilerince Hain olduğu söylenen ittihat; Türk'ün kutlu kenti Edirne'yi kurtarmış ve Gümülcine alınamasa bile gavura kalmasın denerek bir Türk idaresi kurulmuştu.
Bu idare ise padişah ve bulgar işbirliği sonucu yaşayamamıştır.
Cumhurbaşkanı Hafız Salih Efendi.
Hükümet üyeleri Hafız Galip, Hacı Saffet Bey, hüseyin paşa, mehmet paşa, hacı isa efendi, şükrü bey, süleyman askeri, hilmi paşa, kuşçubaşı eşref sencerdir.
Ordu kadrosu:
Genelkurmay başkanı süleyman askeri
Genelkurmay 2. Başkanı çerkez reşit
Harekat şube müdürü üsteğmen manastırlı halim
Topçu kuvvetleri komutanı topçı yüzbaşı ihsan
Süvari kuvvetleri komutanı yüzbaşı ilyas seçkin
Ağır kuvvetler komutanı üsteğmen ömer lütfü
Akıncı kuvvetler komutanı üsteğmen sırçıfeli ekrem
Akıncı kuvvetler ikinci komutanı üsteğmen iskeçeli arif
Hücum taburu komutanı yüzbaşı kısıklılı cemil
Milli kuvvetler komutanı kuşçubaşı eşref sencer
Kuvayı milliye müfreze komutanı hüsrev sami, cihangiroğlu ibrahim bey.
Devletin asker sayısı 4 ekim 1913 den itibaren 29000 dir.
" Batı Trakya Bölgesi hiç şüphesiz ki Türk tarihi açısından özel bir konum teşkil etmektedir. Osmanlı Devleti’nin Dağılma Dönemi’nde büyük ve orta ölçekli devletlerin bölge üzerindeki farklı stratejileri ve buna karşılık Türk Devleti’nin ve halkının bu oyunları bozmaktaki azmi Batı Trakya’nın tarihsel ve efsanevi boyutu hakkında bize bazı fikirler verebilir. Ne var ki günümüzde halen popülaritesini koruyan ve Türk-Yunan ilişkilerinde türlü dalgalanmalara neden olan Batı Trakya’nın tarihsel süreç içerisinde incelendiğinde göze çarpan en önemli özelliği, Osmanlı askerlerinin ve bölge halkının kurdukları Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’dir.
Bağımsızlığını yeni kazanan Balkan devletlerinin birleşerek Osmanlı Devleti’ne sırayla Karadağ, Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’ın harp ilanları I.Balkan Savaşı’nın başlangıcını oluşturur. Yıllarca süren harplerin yorgunluğunu üzerinde hisseden Osmanlı Devleti bu savaşa hazırlıksız yakalanmıştı. ikmal ve Levazım Teşkilatı’nın bozuk olması,muharebe gücü yüksek, deneyimli 120 tabur askerin terhis edilip Anadolu’ya gönderilmesi, askerin beslenme sıkıntısı,aynı zamanda ordunun siyasete karışması sonucu komutanlar arasında oluşan anlaşmazlık ve Balkan devletlerinin birleşmesine ihtimal vermeyen Osmanlı Devleti’nin sorumsuzluğu bu savaşın aleyhimizde sonuçlanmasında belirleyici olmuşlardır. Osmanlı ordusunun kısa sürede dağılması, Ekim sonlarında Bulgaristan’ın Çatalca önlerine gelmesine ve Osmanlı Devleti’nin Makedonya’yla irtibatının kopmasına neden olmuştur.Sırpların Üsküp’e girmesi ve Arnavutluğun işgal edilmesi artık Balkanlarda söz sahibi olmadığımızın göstergesidir. I. Balkan Savaşı sonucunda 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Midye-Enez hattının batısında kalan bütün topraklar Balkan Devletlerine bırakılmış, Bulgaristan Dedeağaç ve Kavala arasındaki toprakların sahibi olarak Ege Denizi’ne çıkmış ve Osmanlı Devleti’nin batıdaki tek sınır komşusu olmuştur. Osmanlı’dan aldıkları toprakların paylaşılması konusunda birbirleriyle tutarsızlığa düşen Balkan Devletlerinin farklı menfaat algılamaları II.Balkan Savaşı’nın temelini oluşturur. Romanya’nın da çatışmalara intikali savaşa geniş bir boyut kazandırmıştır. Sofya merkezli çıkan bu savaş Bulgaristan’ın fazlaca hırpalanmasına neden olacaktır. Bulgaristan’ın içinde bulunduğu açmazdan faydalanmayı bilen Osmanlı Devleti Türkler için namus demek olan Edirne’yi geri almıştır. bu savaş sonunda Osmanlı Devleti’yle Bulgaristan arasında istanbul Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre Edirne ve Kırklareli Osmanlı Devleti’ne geri verilirken; Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında da Atina Antlaşması imzalanmıştır.
Batı Trakya, 1912’de Balkan Savaşlarının hemen başında Bulgarlar tarafından; II.Balkan Savaşı esnasında da Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Ancak II. Balkan Savaşı sonucunda imzalanan Bükreş Antlaşması Batı Trakya’nın bir kısmını Bulgar Devleti’ne bırakırken; Yunan tarafı bu bölgenin teslimi konusunda olabildiğince sorunlar çıkarmış hatta Batı Trakya sorununa Osmanlı Devleti’ni de karıştırmak istemiştir. Yunanlıların bu şekilde düşünmelerinde haklı gerekçeleri olduğu kesindir. Batı Trakya’nın Bulgarlar tarafından işgal edilmesinden sonra bölge Rumlarını Bulgaristan’ın zulmünden ve kötü idaresinden koruma isteği ve son zamanlarda hayli toprak kaybetmiş olan Osmanlı Devleti’ni de bölge sorununa karıştırarak Batı Trakya’yı Türklerden daha kolay alabileceğini umması Yunanlıların politik tutumlarını yansıtır. işte bütün bu hesapların içinde II.Balkan savaşında Bulgaristan’ın içine düştüğü güç durumdan yararlanan Osmanlı Devleti 23 Temmuz 1913’te Edirne’yi geri almış ve Meriç nehrine kadar olan topraklarını kurtarmıştır. Ancak Meriç nehrinin batısında kalan ve yüzde seksen beş gibi büyük bir oran teşkil eden Batı Trakya’daki Türk nüfusunun geleceği Bab-ı Ali yönetimince üzerinde düşünülmeye değer bir konu olmuştur.
II.Balkan Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin savaşa katılmaması konusunda sıkça
nasihatlerde bulunan Batılı Devletler, Edirne’nin kurtarılışından sonra Osmanlı yönetiminden Meriç nehrinin batısına geçilmeyeceğine dair garanti almışlardır. Ordumuz bu kuralı hiçe sayarak Edirne’nin kurtarılışının hemen sonrasında 3000 kişilik bir akıncı müfrezesiyle Bulgaristan topraklarına girmiş, Habibçe, Harmanlı ve Hasköy’de akınlar gerçekleştirmiştir. Ancak nabız yoklama amacı taşıyan bu akınlar sonucu müfreze tahmin edilen tepkiyi görmüş ve Bulgaristan’ın Rusya ve Batının önde gelen devletlerine yaptığı baskı neticesinde Edirne’ye geri çekilmek zorunda kalmıştır. Tarihte ‘Edirne Fatihi’ olarak da bilinen Yarbay Enver, bu 3000 kişilik müfreze içerisinden 16 subay ve 100 erden oluşan 116 kişilik bir çete kurmuş ve Eşref Kuşçubaşı’nın emrine verdiği bu birliği talimatıyla Edirne’den Ortaköy üzerine göndermiştir. Birlik Ortaköy’e geldiğinde Papazköy civarında 1200 kişilik Bulgar Domuzciyef çetesi tarafından katledilen 400 Türk’ün cesetleriyle karşılaşmıştı. Bunun üzerine Eşref Bey Bulgar katilleri bulup cezalandırmak için Koşukavak üzerine yürümeye karar vermiş ve 16 Ağustos 1913’te Koşukavak’taki çarpışmada Bulgar çetesinden 83 er, Domuzciyef’le birlikte 5 subay ve 6 kaptan tutsak edilmiş, geri kalan ise dağıtılmış veya yok edilmişti. Müfreze Koşukavak’ta milli bir tabur kurmuş, Kamber Ağa isimli bir kişiyi hükümet reisi olarak tayin etmiş ve burada durmayarak Mestanlı üzerine yürümüştür.18 Ağustos 1913’te Mestanlı muharebesiz olarak ele geçirilmiş ve ertesi gün kısa bir çarpışma neticesinde Kırcali de alınmıştı.Burada 600 kişilik milli bir tabur meydana getirilmiş; Mestanlı ve Kırcali’ye de birer hükümet reisi tayin edilmiştir. Sonuçta bu üç kazada da asayiş sağlanmış ve kazaların idaresi sadece Eşref Bey’in müfrezesine bağlanmıştır. Bütün bu gelişmeler istanbul yönetimince hiç de hoş karşılanmamıştı ve birliğe daha fazla ileri gitmemesi emri verilmişti.Bunun üzerine Eşref Kuşçubaşı bağlı bulunduğu Enver Bey’le bizzat irtibata geçmiş ve Batı Trakya’nın tümünün işgalini içeren bir talimat almıştı. Ayrıca, Enver Bey bir grup subay ve askeri daha bölgeye takviye etmişti. Bu gönderilen birlik içerisinde sonradan Teşkilat-ı Mahsusa’nın reisliğini ve I.Dünya savaşında da Irak cephesi komutanlığını da yapacak olan Süleyman Askeri Bey de bulunmaktaydı. Böylece Batı Trakya’daki mücadele dönemi ayrı bir döneme girmiş oluyordu.Sağlanan bu taze güçle birlikte ‘yeniden fetih’ çalışmalarına devam edildi. 31 Ağustos 1913’te Gümülcine, 1 Eylül 1913’te ise iskeçe yeniden Türk’ün diyarıydı. Yapılan bütün bu çarpışmalar sonucunda Dedeağaç haricinde –o zaman Yunanlıların kontrolündedir- Batı Trakya işgal edilmiş ve Meriç boyları Bulgar unsurlardan arındırılmıştı.
Gümülcine’nin kurtarılmasından sonra Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi kurulmuş ve reisliğine de Salih Hoca getirilmiştir. Ancak, Süleyman Askeri Bey Erkan-ı Harbiye ve Garbi Trakya Hükümeti icraiye reisi olarak bütün yetkileri elinde bulundurmakla bu hükümetin de üzerinde bir otoriteye sahip olmuştu. Batı Trakya’nın işgalinin genişlemesiyle Garbi Trakya Muvakkat Hükümeti’nin kurulması, Sofya ve istanbul yönetimlerini şaşkınlığa uğratmış ve bu ilerleyişin büyük bir tehlikeye gebe olduğunu düşünen Büyük Devletler ise Osmanlı Devleti’ni uyarma yoluna gitmişlerdir. Dedeağaç haricinde Batı Trakya’nın tamamını kontrol altında tutan Türk kuvvetinin Dedeağaç üzerine yürüyecekleriyle ilgili olarak istihbarat aldıklarını söyleyen Batılı devletler Osmanlı’dan kuvvetlerini geri çekmesini istediler. Bunların doğru olmadığını vurgulayan Osmanlı yönetimi birkaç birliğin sadece askeri manevralar için Meriç’i geçtiklerini, herhangi bir işgalin söz konusu olmadığını belirtmiş ve bölgeye giden kuvvetlerin derhal geri dönmelerini emretmiştir. Ancak geri çağrılan birliğin önde gelenleri bölgedeki Türk halkının yeniden baskı, zulüm ve sefalet altında yaşamalarından yana değildiler. istanbul yönetimince kendilerine tebliğ edilen emri hiçe sayarak Osmanlı Devleti’yle maddi ilişkilerini kesmekle kalmamış; Batı Trakya’da bağımsızlık ilan etmişlerdir. Netice itibariyle 12 Eylül 1913‘te Garbi Trakya Müstakil Hükümeti adıyla tarih sahnesine yeni bir Türk Devleti çıkmış bulunuyordu.
Başkenti Gümülcine olan bu yeni Türk Devleti siyasal yönetim açısından cumhuriyet rejimini temsil ediyorken Türk Tarihinin labirentlerinde bir ilki temsil ediyordu. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Kars civarında 1918’de kurulan Azerbaycan Türk Cumhuriyeti’nden 5 yıl önce, Ulu Önderimizin 29 Ekim 1923’te kurduğu cumhuriyetten de 10 yıl önce fiiliyata geçmesi bakımından ilginçtir. Yeni Devlet, ay yıldızlı,yeşil,beyaz bayrağı kullanmıştır. Siyah matemi, yeşil Müslümanlığı, beyaz ise aydınlık günleri temsil etmekteydi. Ayrıca, cumhuriyetin ileri gelenleri amaçlarının ne olduğunu bildirmek ve seslerini dünyaya duyurmak için Batı Trakya ajansını kurmuşlar ve bununla ilgili olarak Samuel Karaso adında bir Yahudi’yi görevlendirmişlerdir. Türkçe ve Fransızca yayın yapan bağımsız anlamına gelen ‘’independant’’ isimli bir gazete çıkarılmış; hatta Süleyman Askeri Bey tarafından Batı Trakya için milli bir marş bile kaleme alınmıştır. Yunan ve Bulgar posta pulları geçersiz sayılmış ve yerine hükümet tarafından yeni pullar bastırılmıştır. Batı Trakya’nın Bulgarlara karşı savunulması amacıyla savunma planları yapılmış ve askeri kuvvetler buna göre tertiplenmiştir. istanbul’dan Eylül sonlarında 3.000 tüfek ve 500 sandık mermi getirilmiş,Ekim ayında ise devlet bütçesi hazırlanmıştır. Devletin asker sayısı 30.000 kadardır. Bunların 6.000’i Osmanlı askerlerinden,geri kalan 24.000 ise bölge insanından oluşmaktadır. Bütün bu gelişmeler bize devlet yönetim organlarının teker teker oluşturulduğunu gösterirken, Türklerin teşkilatçılık özelliğini bir kez daha ortaya koyar.
O sıralarda kadronun önde gelen isimlerinden biri olan Yüzbaşı Yakup Cemil kat edilen mesafeyi şöyle anlatır: ’’Balkanlara hızla girip,kaybettiğimiz topraklarımızı geri almamız üzerine Düveli Muuazzama derhal sadrazamın makamına koştular. Güya, Londra Antlaşması’nı tek taraflı olarak bozmuşuz, hemen işgal ettiğimiz topraklardan çıkmalıymışız. Kim kimin toprağını işgal etmişti? ittihat ve Terakki’nin uygun görmesiyle Süleyman Askeri Bey, Eşref Kuşçubaşı, Çerkez Reşid, Sapancalı Hakkı ve Fehmi Beyler gibi arkadaşlarla Meriç’i geçip Trakya’ya daldık. Gümülcine, Kırcali, Dimetoka gibi yerleri bir bir geri aldık. Serez’e de el atıp Yunan hududuna dayandık. Bulgarların Ege bağlantısını kesmiş olduk.Avrupa ayağa kalktı. Dış baskıları azaltmak için Garb-i Trakya Muvakkat Hükümeti’ni kurduk. Bu bir cumhuriyetti ve Türk tarihinde bir ilki gerçekleştirmiştik. Bayrağımız vardı, başkentimiz Gümülcine’ydi, pul bile bastırmıştık’’.
Bir tarafta kendi askerlerinin başarısı öbür tarafta hatırı sayılır devletlerin gelişmelere olan muhalefeti arasında sıkışıp kalan Osmanlı Devleti ve başından beri gelişen hadisleri kendi politik çıkarlarına aykırı bulan Bulgaristan yeni kurulan Türk Devleti’ni resmi manada tanımamışlarsa da Yunanistan bu devleti memnunluk içinde karşılamıştır. Bunun doğal sonucu olmalıdır ki, 2 Ekim 1913’te Dedeağaç, Yunanlılarca Türk Devleti’ne bırakılmıştır. Hatta Yunanlılar silah ve cephane yardımı bile yapabileceklerini belirtmişlerse de bunun sadece boş bir söz olduğu zamanla anlaşılmıştır.
Ne var ki, bütün bu hadiseler Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kalıcılığını sağlayamamıştır. Bulgaristan’ın Batılı Devletler ve Rusya nezrinde yaptığı girişimler sonucu Osmanlı Devleti uluslar arası ilişkiler ekseninde hayli sıkıştırılmıştır. Bu baskılara daha fazla dayanamayan Osmanlı Devleti Bulgaristan’la 29 Eylül 1913’te istanbul Antlaşmasını imzalamış ve Batı Trakya’nın Bulgaristan’a ilhakını resmen onaylamıştır. Ayrıca, Batı Trakya Hükümeti üyelerinin ve bu hükümet yanlısı kişilerin istanbul Antlaşması’na uymaları ve bu yoldan vazgeçmeleri istenmiş, bu kişilerin bölgeyi en geç 25 Ekim 1913 gününe kadar Bulgarlara teslim etmeleri için mühlet verilmiştir. Nitekim, 25 Ekim 1913’te Batı Trakya Müstakil Hükümeti kendini feshederken; istanbul’dan gelen Albay Cemal Bey’in gözetiminde Bulgar kuvvetleri bölgenin işgalini 30 Ekim’e kadar sessizce tamamlamışlardır. Ancak, Devletin silah ve cephanesi ileride yeniden kullanmak ümidiyle saklanmıştır.
Osmanlı Devleti’nin bölgeyi Bulgarlara bırakmasının nedeni bazı kaynaklarda ittihat ve Terakkinin iç politik çekişmelerinin sonucu olduğu şeklinde de geçmektedir. Şöyle ki, Osmanlı Devleti’nin yönetimini beğenmeyen Türk aydınlar birer birer Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ne akın etmişler ve Devlet yönetim kademelerinde yer almışlardır. iş, bu safhaya varınca kurulan yeni Devlet Osmanlı için potansiyel bir rakip durumuna gelmiştir. Ancak, olaya yalnızca “iktidar olma hevesi uğruna ittihat ve Terakkinin Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni gözden çıkardı” diye bakmak bizi yanlış sonuca ulaştıracaktır. Babı Ali baskınından sonra devlet kademelerinde görev alan ittihat ve Terakki üyelerinin basiretsiz uygulamaları ve yabancı devletlerin telkinlerine uyularak yürütülen bir dış politika böyle bir sonucun meydana gelmesinde belirleyici olmuştur. Ancak, Bulgarların silah gücüyle yıkamadıkları Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni başka bir Türk Devletinin aracı edilerek tarihten silinmesi Osmanlı Devleti üzerinde olumsuz tenkitler yapılmasına zemin hazırlamıştır. Netice itibariyle 55 günlük siyasi bir ömürden sonra Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin tarih sahnesinden çekilişi ve bölgenin Bulgarlara bırakılması Batı Trakya Türk Halkı üzerinde hayal kırıklığı yaratmıştır. Hükümetin yönetici kadrosu istanbul’a geri dönmüş olsa da Enver Bey imam, köylü ve iş adamı kılığında Teşkilat-ı Mahsusa ajanları göndererek Batı Trakya’da Türk kimliğini ve etkinliğini korumaya çalışmıştır. Yıllar sonra bakıldığında Enver Bey’in uygulamasının başarılı olduğu görülür. Türk-Yunan ilişkilerindeki Batı Trakya sorununa Yunanlıların tarihsel bir perspektiften bakıp, 1913’teki olayların analizini yapması radikal politik tutumları bir tarafa bırakıp ılımlı bir siyasa izleyeceğini zaman kanıtlayacaktır. "
Bugün kuruluş yıl dönümü olan ilk Türk Cumhuriyeti. 1913 yılında, bölgenin Bulgarlar tarafından ele geçirilmesini önlemek için kurulmuş ve 3 ay ömür sürmüştür.
Sınırları şu şekildeydi ; https://galeri.uludagsozluk.com/r/1731600/+
osmanlı devleti'nin tüm ikaz ve uyarılarına rağmen birinci balkan savaşından sonra anlaşmalara uymayarak meriç nehrinin batısına geçip batı trakyadaki türkleri örgütleyip, silahlandıran teşkilat-ı mahsusa mensupları tarafından kurulmuş cumhuriyettir.
sadece 55 gün yaşasa da bu süre milli marşın yazılmasına, milli posta ve telgraf teşkilatının kurulmasına ve düzenli bir türk ordusunun kurulmasına yetmiştir. batı trakya türk cumhuriyeti bir nevi türkiye cumhuriyeti devletinin bir ön izlencesidir(fragmanıdır).
batı trakya türk cumhuriyeti yaşasa şu an kuruluşunun 103. yılında olacaktı. eminim ki mevcut türkiye'den de çok daha gelişmiş ve uygar olacaktı. nüfusunun tamamına yakınının etnik olarak türk olmasının yanında hiç ortadoğulu nüfus da olmayacağından, ortadoğu belasından uzak duracak, batıya yakın ve eğitimli olduğundan yobazlık, gericilik toplumda yer edinmeyecekti.
işin aslı bu ülkeyi en önce osmanlı yöneticileri istemiyordu. çünkü bu ülkenin domino etkisi yaratarak osmanlıdaki türk ahaliye kötü örnek olabileceğini, istanbul hükümetini devirip yerine cumhuriyeti getirebileceğinden korkuyorlardı. bulgarlar da bu ülkeyi kendi yaşam alanlarında kurulduğu için istemiyordu. neticede osmanlı devleti bulgarlarla anlaştı ve o an zaten bir türk yurdu olan doğu trakya'dan çekilmeleri karşılığında bu cumhuriyetin feshedilip bölgenin bulgarlara verilmesi konusunda anlaşıldı.
batı trakya türk cumhuriyeti yöneticileri istemeyerek de olsa bu ülkeyi feshedip trakya'nın doğusuna çekilmek zorunda kaldı. çünkü yeni bir savaşı göze alamıyorlardı ve üstelik osmanlı'nın bulgaristanla anlaşarak elden çıkardığı bir toprakta direnseler bile artık osmanlı'dan bir güç alamayacaklardı. türk ahaliye yeni bir savaş yaşatmamak ve türk ahalinin bölgedeki varlığını korumak adına bir kalkışmaya yanaşmadan bölgeden ayrıldılar. neticede 55 gün yaşayan bu cumhuriyet de son buldu.
mümkünatı yok gibi ama keşke yeniden kurulsa da doğru düzgün bir türk ülkesi görsek sonunda dediğim ülkedir.
o topraklardan türkiye'ye göç etmiş insanların torunlarına nasip olur belki de oralara gidip yerleşmek. batı trakya kökenli olduğunu ispat eden herkese vatandaşlık verirler mesela. nüfusu da en fazla 2-3 milyon olur. sessiz, sakin ama kendi yağında kavrulan, medeni ve demokratik, yemyeşil bir doğa içerisinde yaşayabilen, kadın haklarına saygılı, cumhuriyetçi, milliyetçi, türkçü toplumcu bir tabana sahip bir ülke görürdük sonunda. türkiye'nin giderek boka sardığı ve kültürel anlamda yozlaşıp ortadoğulaştığı; araplaştığı, kürtleştiği şu dönemde biz gerçek türklere ev sahipliği yapabilecek güzel bir ülkemiz olurdu.
türk ve islam dünyasında demokratik, laik prensiplere dayalı olarak kurulan ilk cumhuriyettir. maalesef ki o günkü konjonktür gereği sadece 54 gün yaşayabilmiştir.
eğer yaşasa ve türkiye'den ayrı bir cumhuriyet olarak devam etseydi sanıyorum ki dünyaya ve birilerine gelişmiş, medeni ve laik bir müslüman ülke nasıl olurmuş çok iyi gösterirdi. içerisinde dinci ve kürtçü unsurlar da olmayacağından aslında doğru düzgün bir türk ülkesi görmüş olurduk dünyada.
güzel ülkemiz türkiye'nin içine ettiler artık. beğenmediğimiz ortadoğudan bir farkımız kalmadı. batı trakya cumhuriyeti devam etseydi gider orada yaşardık en kötü. en azından bir başka doğru düzgün türk ülkesinde.
sınırları da aşağıdaki gibiydi batı trakya türk cumhuriyeti'nin:
şimdilik cılız seslerle ifade edilen, bir gün suriyeliler kansızlık yapmaya başladığında daha yüksek seslerle dile getirileceğini düşündüğüm cumhuriyettir.
o gün geldiğinde türkiye'yi mülteci çöplüğü, avrupa ile orta doğu arasında bir tampon bölge haline getirip yine de utanmadan "sen bize oy verme ama biz yine de seni yönetip hayatına karışalım" diyebilen anadolu çomarları ne yapacak merak ediyorum.
tekrar kurulsa da türklüğümüzü gururla yaşatsak dediğim ülkedir.
mevcut koşullarda ancak çok ciddi bir askeri harekatla buralar tekrar türk hakimiyetine girebilir. ekonomik yönden çökmüş yunanistan ve bulgaristan güçlü bir türk ordusuyla başa çıkamaz. aslında alınır alınmasına, imkansız değil hani ama onda da hemen hemen tüm dünyayı karşımıza alma ve ambargo yeme olasılığımız mevcuttur. kuzey kıbrıs'a ne olduysa batı trakya türk cumhuriyet'ine olacak olanda odur.
ben yine de kan ve gözyaşıyla kurulmuş, dünyadan ambargo yemiş miliyetçi bir batı trakya cumhuriyeti'nde yaşamayı; türkiyede dalkavuklaşmış bir yığın insanla, araplaşmış yobaz türk ve kürtçü bölücüyle birlikte yaşamaya yeğ tutarım.
batı trakya türk cumhuriyeti şu an türkiye'den ayrı bir şekilde yaşamaya devam etseydi, dünyaya türklüğün ileri ve gelişmiş medeniyetini muhakkak gösterirdi. ben buna inanıyorum. hatta türkiye'nin gidişatını beğenmeyen ege, marmara, trakya, akdeniz ve bazı diğer bölgelerin de bu ülkeye eklenmesiyle belki de batı anadolu türk cumhuriyeti adını alacak modern, gelişmiş, demokratik, laik prensiplere bağlı milliyetçi yeni bir türkiyemiz olurdu. iyi de olurdu aslında. bak bakalım o zaman türkler medeniyette isviçre'yi, avusturya'yı geçiyor mu geçmiyor mu?