Ankara ile olan bağından dolayı ilk defa okuduğum bir yazar. Yazılarında genel olarak karşılaştığım içerik güzel (çerez gibi zaten yormuyor bir saat içerisinde okunacak kitapları bile var) ama fikir hep bir öykünme durumunda. Bu da okurken çok ilgimi dağıtıyor. Hevesimi kırıyor.
“eskiden, cok eskiden, dunyada daha denizler, göller, nehirler yokken, uzgunbalıgı diye bir balık yasarmış. gözleri simsiyah, agzı küçücük olan bu balık, mavi, kırmızı ve yeşil pulları güneşin altında parlarken havada dolaşır, hiç arkadaşı olmadığı için ağlarmış. öyle cok ağlamış ki gözyaşları taşıp deniz olmuş.”
—
daha 12 yaşında kumru. sınıflarındaki can a aşık olmuş. kumrunun kalemlerini, defterlerini tenefüste çöpe atıyormus. kumru yapma demiş birkac kez. o zaman tebesir tozunu ona atıp sigisini bulandırmaya, formasının kuşağını koparmaya, tokasını çalıp kacmaya başlamış.
-bu yaramaza mı aşık oldun?
-bi tek bana yapıyor bunları ama, bi tek bana. yaramaz filan degil aslında.
-soyledin mi ona asık oldugunu?
-hayir, soylersem bu sacmaliklari yapmayi birakir diye korkuyorum.
—
-suhi bey tam tahmin ettigim gibisiniz.
-nasilim?
-hem neseli hem de kederli
1.
sevgılı gunluk
bugun ogleden sonra nıhan bıze geldı. eve gelmesıyle mutfaga gırmesı bır oldu. baktım anneme yardım edıyor, maydanoz ve taze sogan yıkıyor. kısırı bırlıkte yaptılar. yemekten, mutfak ıslerınden konustular. annem nıhan a kurultulmus bamyayı pısırmeden once ıyıce ovalaması gerektıgını soyledı ve sarımsaklı koftenın tarıfını verdı. cay bardaklarını salondakı masaya gotururken nıhan ın bana bakıp bır gulusu vardı kı aklımı basımdan aldı. -emınım bu satırları okurken nasıl guluyordum dıye soracak ve yakama yapısıp ayrıntısını anlatmamı ısteyecek-
salonda epey oturduk. cayla bırlıkte kısır, peynırlı borek ve kek yedık. nıhan kekın tarıfını de sordu. sonra odaya gectık. kacamak opusler, sarılmalar... agzı sogan kokuyordur dıye cekınen nıhan...sakalım yuzunden hemen kızaran yanakları...bırden butun odayı kaplayan sey... hayatımızın son gunu gıbı. aşk.
satranc oynadık. o dusunurken onu seyredıyorum. yuzunun cocuksuluguna aykırı dusen boynunu seyredıyorum. her hamleden sonra alt dudagını sarkıtarak uzuluyordun. uzuluyordu. nasıl oynaması gerektıgını soyluyordum ve bu oyun hosuma gıdıyordu. ayrı taraflarda gıbıydık ama degıldık.
nıhan arada sırada odadan cıkmamı, anneme ve kardesıme gorunmemı ıstedı.
ona son yazdıgım sıırı gosterdım. ne cogu da curudu gıttı koyu mavı derınlıklerde dızesıne takıldı. neden curudugunu dusunuyorsun dıye sordu. kederlendı. onu neselendırmek ıcın akla karayı sectım. yagmur baslayınca nesesı yerıne geldı. bolumde ona asılan cocuktan soz ettı. bu kez benım nesem kactı....o cocuk da sıır yazıyormus. bır daha omur boyu sıır yazmayacagımı soyledım, soz verdım. avucunu ac dedı bana. sımsıkı yumruk yaptıgı kucuk elını avucuma koydu ve bır sey bıraktı.. mınıcık, camdan bır kalp.. bunu hıc yanından ayırma dedı. sonra oyle guzel utandı kı her seyı unuttum.
cıkmadan once salonda bıraz annemle oturduk. annem nıhan a semsıyesı olup olmadıgını sordu. bır dahakı gelısıne sarımsaklı kofte yapacagını soyledı.
sımdı, nıhan ın verdıgı kalp bu sayfanın uzerınde duruyor.. masa ısıgına vurarak cevresıne morla pembe arası bır renk yayıyor. bu onun rengı sevgılı gunluk! onun kalbının rengı.... ne guzel bır gun gecırdık bugun. tabıı kardesımın bır ara banyoya gıren nıhan ı dısarıdan kıtlemesını saymazsam. ılk gelısınde de ayakkabılarının ıcıne zeytın cekırdeklerı doldurmustu.
barıs bıcakcı-aramızdakı en kısa mesafe
____________________________________
2.
ender: ne düşünüyorsun nihal hakkında?
ender: ben ona aşık oldum çetin!
çetin: lan bende be! bende yaa offf!
ender: olacağı buydu zaten.
çetin: hoop ustam rakın var mı?
barıs bıcakcı-bizim buyuk caresizligimiz
__________________________________________
3.
"eskiden, cok eskiden, dunyada daha denizler, göller, nehirler yokken, uzgunbalıgı diye bir balık yasarmış. gözleri simsiyah, agzı küçücük olan bu balık, mavi, kırmızı ve yeşil pulları güneşin altında parlarken havada dolaşır, hiç arkadaşı olmadığı için ağlarmış. öyle cok ağlamış ki gözyaşları taşıp deniz olmuş."
—
daha 12 yaşında kumru. sınıflarındaki can a aşık olmuş. kumrunun kalemlerini, defterlerini tenefüste çöpe atıyormus. kumru yapma demiş birkac kez. o zaman tebesir tozunu ona atıp sigisini bulandırmaya, formasının kuşağını koparmaya, tokasını çalıp kacmaya başlamış.
-bu yaramaza mı aşık oldun?
-bi tek bana yapıyor bunları ama, bi tek bana. yaramaz filan degil aslında.
-soyledin mi ona asık oldugunu?
-hayir, soylersem bu sacmaliklari yapmayi birakir diye korkuyorum.
—
-suhi bey tam tahmin ettigim gibisiniz.
-nasilim?
-hem neseli hem de kederli
baris bicakci-veciz sozler
______________________
4.
dünyamızda alışılmışın dışındaki her şeyin açıklanması gerekir ve bu hiç de masum bir gereklilik değildir. açıklama yaparsınız, neden gösterirsiniz, makul gerekçeler sunarsınız, sonra bir de bakmışsınız tam da sizden açıklama bekleyenlerin dilini kullanıyorsunuz, kendi dilinizi değil. birilerine açıklama borçluysanız borcunuzu daima kendi dilinizi harcayarak ödersiniz.
**
cemil in bütün gün evde ruhsal söküklerle uğraştığını da biliyordu nazlı. ev, iplik parçalarıyla, kırpıklarla dolu oluyordu, iki ucu bir araya getirilememiş hatıralarla ve partal fikirlerle. yaşamak bu küçük evde de eksik kalıyordu; elli dört metrekare içinde cemil n yetişemediği, tamamlayamadığı şeyler vardı. sessizlikler vardı. hissettiği şeyi tam o anda kimseye söyleyememiş cemil in kuytuya köşeye bıraktığı sessizlikler, yutkunmalar ve toz.
**
aldığımız her nefes bize kendimizi suçlu hissettiriyor, lükslerimiz ve çilelerimizle bir kum havuzunda oynuyormuşuz gibi hissettiriyor. bir yandan suçluluk duygusuyla havuzumuzda eşelenirken bir yandan da gerçek dünyanın dev bir yumruk olarak art arda üzerimize inmesini, kurduğumuz her şeyi tuzla buz etmesini bekliyor, hatta istiyoruz. kafka okuduk, gerçeğe mazoşistçe bir düşkünlüğümüz var.
editör hanım, gerçeğin böyle bir yumruk gibi üzerine inmesini beklerken insanın hiçbir şeye inancı tam ve daim olmuyor. güzele, iyiye, edebiyata, kitapların dünyasına, hiçbir şeye...
şimdi ben de inanmıyorum ve soruyorum: romanımı bassanız ne olur basmasanız ne olur?
**
ben doğru dürüst konuşmadığım, konuşmaktan tat almadığım birine aşık olamam. konuşmak için de ortak bir dil, ortak bir duyarlılık gerekir değil mi. ortak dili bulmanın zorluğundan bahsediyorum. kibir değil bu....
“Okumak kimilerine yazmayı öğretir, banaysa yazmamayı öğretti. Edebiyat ve ibadet dahil, bir tür vecd hali yaratan bütün faaliyetlerin niahi amacı o faaliyeti yapmamayı öğretmek olmalı.”
"Hayat tekrardan ibarettir çünkü. Hayatın gücü tekrarın gücüdür. Günlerin, ayların, mevsimlerin gücü… Tabii bir de şiirin… Şiirlerin tekrar eden dizelerinin gücü... Dinlere ne demeli? Hindu'nun mantrasını tekrar etmesi, Müslüman'ın tespih çekmesi ve senin "Yemek güzel olmuş mu?" diye sorman.."
Tüm kitaplarını okuduğum sayılı yazarlardan. Veciz sözler kitabını almıştım ilk. Bursa'dan Balıkesir'e giderken 1,5 saatte nasıl bittiğini bile anlamamıştım. Sonrasında da bir çok kişiye tavsiye etmiştim kitaplarını. Okuyun, keyif alacağınız şeyleri okuyun. Kitaplarında altını çizeceğiniz çok cümle bulursunuz. Bazı cümleleri ise "okuduktan sonra kitabı göğüsünüze kapatıp saatlerce düşünürsünüz"
kendisiyle tanışmamız geçen sene gerçekleşti, bir dost tavsiyesi üzerine seyrek yağmur kitabını okumuştum, sonra veciz sözler'i satın aldım, gayet beğendim, sonra hayat koşuşturmacası arasında unuttum ben barış Bıçakçı'yı, geçenlerde kitap bakarken, ne okusam keyifle okurum diye düşünürken raflarda kendisine denk geldim, herkes herkesle dostmuş gibi kitabını aldım çünkü bir kitabın adında bu kadar yerli yerinde ve iddialı bir tespit varken içinde yazanları da merak ettim.
ancak bu kitap diğer okuduğum ikisine kıyasla farklı çıktı, ilk 50 sayfa çok yordu beni barış Bıçakçı, ne anlattığını, hangi karakteri anlattığını, hangi karakterle bağlantı kurduğunu ve genel olarak neyi kimin ağzından anlattığını anlayamadım, yine de inatla okudum, 50'den sonra biraz daha sadeleşti, kitabın formatı bu yöndeymiş sanırım.
içinde çok güzel önermeler, farkındalıklar barındırıyor kitap. öyle "edebiyatı yalayıp yutmuş" iddialarında kişiler barış Bıçakçı için "aforizma derleyip kitap yazıyor" diye baksa da, hiç öyle değil, aforizma kasmıyor barış Bıçakçı, hayat tecrübelerini iyi analiz edip edebi bir dille farkındalık paylaşıyor.
"insanların hemen her eylemi kendilerini inşa etmeye yöneliktir."
soğuk belki de biraz nemli havalarda hep aklıma gelen, dili ile benzersiz, yaşam tarzı ile kendi kabuğunda yazdıkları ile ufuk açıcı son dönem Türk Edebiyatı'nın kaliteli bir yazarıdır.
en iyi kitabı Bizim Büyük Çaresizliğimiz'dir ama Sinek Isırıklarının Müellifi de fevkaledenin fevkinde bir kitaptır.
Bu aralar Pelin Esmer ile uzun metraj bir film projesindeymiş senaryo yazıyormuş.
"bir insanı anlamak için onu sevmek gerekir. peki ama sevmek için ne gerekir? işte tam bu noktada nedensizliğin arsız kuşları üzerinize pisler. ciddiyim, bir de bakmışsınız, seviyorsunuz. biri çıkar karşınıza, balkon yıkamanın çok güzel bir şey olduğunu söyler, seversiniz. bir başkası çıkar, çocukluğundan beri bir gülümsemenin dudaklardan, yüzden nasıl silindiğini takip ettiğini söyler, seversiniz. bütün çocukların okuldan koşarak çıktığını fark edip etmediğini sorduğunuzda, "evet, üstelik kışın, paltolarını giymeden yalnızca kapşonlarını başlarına geçirip öyle koşarlar." yanıtını veren genç bir kadını, güzel domates kesen orta yaşlı bir adamı, oktay rifat'ın "bir uykuda" şiirini çok seven birini, ispirto ocağını, cezvesini ve fincanını yanından ayırmayan bir kahve tiryakisini, kızının saçlarını tarayan bir babayı, "bal kavanozu" diyemeyip "bal kavanözü" diyen bir anneyi, herkesi herkesi sevebilirsiniz. insan sevilecek bir canlıdır. gezegenimizdeki en güzel şeydir."
"yalnızca insanoğlunun daha az çaba yani daha az enerji harcamak, tasarruf etmek yönünde değişmez bir eğilimi vardı. nesilden nesle bir tek bu eğilim aktarılıyordu. toplumlar içinde böyleydi bu. osmanlı'dan başlayarak batı'ya öykünmemiz bile bu yüzdendi. batıdaki imparatorlukların astarı yüzünden pahalıya gelmeyen düzenli ordularına öykünmüştü osmanlı. daha az bedel ödeyerek daha kalıcı, daha işe yarar bir orduyu nasıl kurabilirim sorusunun yanıtı batı'da olduğu için oraya yönelmişti. batılılaşma diye büyüttüğümüz, yücelttiğimiz şeyin kökeninde bu vardı. oysa batı dünyası "tasarruf etmek" eğilimiyle birlikte "yaşamak" fikrinin de üzerine kurulmuştu. yaşamamayı bir halt sanan biz mistik doğulular batı'nın asıl bu özelliğine öykünsek daha manidar olurdu. bizi biz yapan bu "yaşamamak" fikri nedeniyle hiçbir şeyin peşinden gitmiyorduk, kahır çekiyorduk, ekşiyorduk."
Son zamanların en iyi yazarlarındandır. Yazılarını okurken büyülendiğinizi hissedersiniz. Sizi alıp götürür gitmek istediğiniz yerlere.. sanki iç sesiniz.
populeritenin basa bela olacagini erken kavramis yazarimiz.
kendisiyle ilgili cok methiyeler duydum, bi kitabini sirf gormek icin edinmeliyim dedim, edindim. baslarda kitap sahiden edebiyattan cok uzak geldi. kaldi ki oguz atay'in gosterdigi yolda ilerleyen bi adam icin cok uzak geldi. sonra bi baktim; kitap bitmis. boyle bir akici dil az rastlanir saniyorum. murat mentes gibi betimlemenin bokunu cikarmiyor, hakan gunday gibi insana kafalari da yedirmiyor. su gibi anlatiyor adam, tertemiz.
hayatinizda "kitap okumak beni sikiyo yeaa" diyen insanlar varsa onlara baris bicakci kitaplari armagan etmelisiniz.