görmez cihanı gözlerimiz yari görmese
mir'at-ı hüsni var ise alem-nüma imiş
(sevgiliyi göremedikçe bir şey göremem, hatta dünyayı bile göremem
eğer güzellik aynası var ise o, sevgilinin güzelliğinin yansımasından başka bir şey değildir)
farsça yazılan şiirlerinde istanbul türkçe sini en çok kullanan şair olarak bilinir. şiirlerinde döneminin de vermiş olduğu zenginlik ve bolluğun etkisiyle daha çok zevk ve sefa temaları göze çarpar. diğer divan edebiyatı şairlerinin pek çoğunun aksine şiirlerinde tsasavvufu amaçlamamış; tasavvuf terimlerini birer araç olarak kullanmıştır.
1526 da yoksul bir müezzinin yetenekli oğlu olarak dünyaya gelen baki kazaskerlik makamına kadar yükselmiştir. en büyük hayali olan şeyhülislamlık makamını göremeden 1600 yılında hayata veda etmiştir. bu konuda döneminde zevk ve sefa düşkünü olmakla suçlanmasına yol açan şiirlerinin payı büyük olsa gerek.
yazmış olduğu divan isimli eseriyle döneminde türk edebiyatını iran edebiyatının üstüne çıkarmıştır.
diğer şiirlerinin aksine baki nin son şiiri ismini verdiği hüzünlü şiiri şöyledir.
Baki'nin Son Şiiri
Âlâyiş-i dünyâdan el çekmege niyyet var
Yakında adem dirler bir şehre azîmet var
Uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım
Ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var
Nûş eylese bir âşık tâ haşre dek ayılmaz
Bezm-i feleğin bilmem câmında ne hâlet var
Bu hâlet ile ey dil sağ olmada âlemde
Derd ü gam-ı dilberle ölmekte letâfet var
Gitdükçe harâb eyler mülk-i dil-i vîrânı
Dehrün bu cefâsından bir şâha şikâyet var
Ser terkine kâ'ildir dünyâya gönül virmez
Terk ehlinin ey Bâkî başında sa'adet var.
(Günümüz Dili)
Dünyanın süslerinden el çekmeye niyetim var
Yakında yokluk derler bir şehre seyahatim var.
Uçtu gitti bu göklerden inleyen gönül kuşum
Fırsat bulamaz oldum yolculuk kederim var.
içse bir aşık -ta kıyamete kadar ayılmaz
Feleğin meclisinde -bilmem kadehinde ne haller var
Bu haller ile ey gönül sağ olmaktansa alemde
Dilberlerin gam derdinden ölmekte incelik var.
Gittikçe viran gönül ülkesini harap ediyor
Zamanın bu cefasından bir şaha şikayet var
Baş vermeye razıdır da dünyaya gönül vermez
Ayrılık ehlinin ey Bâkî başında saadet var.
GAZEL-2
1.Hengâm-ı şeb ki kungure-i kasr-o âsumân
Zeyn olmuş idi şu’lelenüp şem’i ahterân
(Gece vaktinde yıldızların mumu ışıldayıp gök sarayının kubbesi süslenmişti.)
2.Ha yl-i kevâkıb içre yanup meş’al-i kamer
Sahn-ı semâda Rûşen idi râh-ı kâhkeşân
(Ayın meş’alesi yıldız kalabalığı içinde yanınca samanyolu gök sahnesinde aydınlanmış olarak görünürdü.)
3.De st urmış idi kilk-i şihâba debîr-i çarh
Tuğrâ-nüvîs-i hükm-i hudâvend-i ins ü cân
(insanların ve bütün canlıların efendisinin buyruklarının tuğrasını yazan (Sultanın imzasını atan), göğün kâtibi Utarid akan yıldız kalemini eline almıştı.)
4.Bezm-i felekde urmış idi Zühre sâza çeng
iyş ü safâda hurrem u handâan u şâmdân
(Zühre yıldızı göğün toplantısında yiyip içip, eğlenerek, gülerei mutlu ve neşeli, sazına el atmıştı.)
5.Bu çarh çenberinde tutup devr usûlini
Deffâf-ı mihr kılmış idi çehresin nihân
(Bu gök kubbesinde güneş defcisi devir usulüne uyarak yüzünü gizlemişti.)
6.Bir tîg-i zer-nişân ile girmişdi arsaya
Şemşîr-bâz-ı ma’reke-i sahn-ı âsumân
(Gök sahnesinin savaş alanının kılıç oynatıcısı altın işlemeli bir kılıçla savaş alanına girmişti.)
7.Tedbîr-i mu’zamât-ı umûr-ı cihân içün
Yakmışdı şem-i fikreti Bercîs-i nükte-dân
(Dünya işlerinin büyütülmüş sorunlarına çareler bulmak için güzel konuşan Bercis düşünce mumunu yakmıştı.)
8.Bâlâ-yı çerh-i heftüme Keyvân-ı köhne-sâl
Oturmuş idi niteki hindû-yı pîl-bân
(Yıllar görmüş, yaşlı Zühal, yedinci feleğin en üstüne tıpkı fil sürücüsü bir Hintli gibi oturmuştu.)
9.Âyâ bu zîb ü ziynet-i âlem nedür deyu
ibret göziyle nâzır iken dehre nâgehân
(…(Keyvân) acaba âlemin bu süsü, ziyneti nedir diye ibret gözüyle dünyaya bakarken, ansızın…)
10.Etrafa saldı şa’şa’asın gûşe mihr
Oldıufukda mühr-i Süleymân gibi ayân
(… güneş ufukta Hz. Süleymân’ın mührü gibi göründü ve her köşeye parlaklığını saldı.)
11.Kıldı bu hâli dîde-i ibret müşâhade
Tuydı bu sırrı âkıbetü’l-emr gûş-ı cân
(ibret alıcı, meraklı göz bu hali gördü ve işin sonunda can kulağı bu sırrı duydu…)
12.Kim bu nizâmı vermedi âlem sarâyına
illa ki yümn-i devlet-i şâh-ı cihân-sitân
(… ki, bu düzeni âlem sarayına cihanın sahibi olan şahın devletinin uğrunda başka kimse vermedi.)
13.Bâlâ-nişîn-i mesned-i şâhân-ı tâcdâr
Vâlâ-nişân-ı ma’reke-i arsa-i Keyân
(Tac sahibi şahlar makamının en yüksekte oturanı. Büyük hükümdarlar arsasının savaş alanının en yükseğinde oturan, en rütbelisi.)
Bilgi birikimini ve ustalığını konuşturduğu gazel örneğidir.
Bâkî, Asıl adı Mahmud Abdülbâkî olan Divan edebiyatı şâiridir. Sultanüş'şuâra olarak anılmış, Türk edebiyatının en önemli isimleri arasında yer almıştır.
Ünlü Divan şairi. 1526 da istanbulda doğdu.Asıl adı Mahmut Abdülbaki dir. Fatih camii müezzini olan babası, Bakiyi ilk olarak bir saraçm yamna çırak verdi. Fakat saraçlık Bakiyi sarmadı. Okumaya heves etti. Saraç çıraklığını bırakarak medresede okudu. Medreseden müderris (öğretmen) çıktı.
ASIL adı Mahmut Abdülbâkidir. Bir müezzinin oğludur. Şair Zatinin dükkânında saraç çıraklığı ederken zekâsı sayesinde medreseye verilmiş, daha sonra ilerlemiştir. Çeşitli kadılıklarda bulunduktan sonra Anadolu ve Rumeli Kazaskerliklerim kadar yükselmişse de. asıl istediği «Şeyhülislâm- hk»a erişemeden ölmüştür. 4 padişah devrinde gözdeliğini korumuş. ama çok kıskanılmış bir şairdir. En önemli eseri. Divan adiyle toplanan şiirleridir.
teolojik tabanlı şiiri neredeyse yok derecesinde azken, şeyhülislam olmak için yanıp tutuşmuş, alakaya maydonozdur. ölümü ise daha fena bir şekilde, iyice yemek yedirilip içki içirildikten sonra, içerisinde bulunduğu saldan halicin serin sularına atılmak şeklinde cereyan etmiştir.