baki

    76.
  1. "Ne derd-i ʿaşkı bilürsin ne mihnet-i hecri
    Hey âfet-i dil ü cân kadr-i hüsni bil bârî"

    Bâkî/

    (Ne aşk derdini bilirsin ne de ayrılık sıkıntısını, hey gönül ve cânımın âfeti, bâri güzelliğinin kadrini bil.)

    eyvallah!
    14 ...
  2. 70.
  3. GAZEL 2

    Hattım hisabın bil dedin gavgalara saldın beni
    Zülfüm hayalin kıl dedin sevdalara saldın beni

    Geh ebr-veş giryan edip geh bad-veş püyan edip
    Mecnun-i sergerdan edip sahralara saldın beni

    Vaslim dilersin çün dedin lutf edeyin olsun dedin
    Yarın dedin birgün dedin ferdalara saldın beni

    Yusuf gibi izzette sen Yakub veş mihnette ben
    Dil sakin-i beytül-hazen tenhalara saldın beni

    Baki sıfat verdin elem ettin gözüm yaşını yem
    Kıldın garik-i bahr-i gam deryalara saldın beni.
    12 ...
  4. 75.
  5. Bâtıl hemîşe bâtıl ü bîhûdedir velî
    Müşkil budur ki sûret-i hakdan zuhûr ide

    Bâkî/

    (Bâtıl her zaman geçersiz ve boştur. Asıl problem, bâtıl olan şeyin hakikat sûretine büründürülüp gösterilmesindedir.)
    11 ...
  6. 69.
  7. farsça yazılan şiirlerinde istanbul türkçe sini en çok kullanan şair olarak bilinir. şiirlerinde döneminin de vermiş olduğu zenginlik ve bolluğun etkisiyle daha çok zevk ve sefa temaları göze çarpar. diğer divan edebiyatı şairlerinin pek çoğunun aksine şiirlerinde tsasavvufu amaçlamamış; tasavvuf terimlerini birer araç olarak kullanmıştır.

    1526 da yoksul bir müezzinin yetenekli oğlu olarak dünyaya gelen baki kazaskerlik makamına kadar yükselmiştir. en büyük hayali olan şeyhülislamlık makamını göremeden 1600 yılında hayata veda etmiştir. bu konuda döneminde zevk ve sefa düşkünü olmakla suçlanmasına yol açan şiirlerinin payı büyük olsa gerek.

    yazmış olduğu divan isimli eseriyle döneminde türk edebiyatını iran edebiyatının üstüne çıkarmıştır.

    diğer şiirlerinin aksine baki nin son şiiri ismini verdiği hüzünlü şiiri şöyledir.

    Baki'nin Son Şiiri

    Âlâyiş-i dünyâdan el çekmege niyyet var
    Yakında adem dirler bir şehre azîmet var

    Uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım
    Ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var

    Nûş eylese bir âşık tâ haşre dek ayılmaz
    Bezm-i feleğin bilmem câmında ne hâlet var

    Bu hâlet ile ey dil sağ olmada âlemde
    Derd ü gam-ı dilberle ölmekte letâfet var

    Gitdükçe harâb eyler mülk-i dil-i vîrânı
    Dehrün bu cefâsından bir şâha şikâyet var

    Ser terkine kâ'ildir dünyâya gönül virmez
    Terk ehlinin ey Bâkî başında sa'adet var.

    (Günümüz Dili)

    Dünyanın süslerinden el çekmeye niyetim var
    Yakında yokluk derler bir şehre seyahatim var.

    Uçtu gitti bu göklerden inleyen gönül kuşum
    Fırsat bulamaz oldum yolculuk kederim var.

    içse bir aşık -ta kıyamete kadar ayılmaz
    Feleğin meclisinde -bilmem kadehinde ne haller var

    Bu haller ile ey gönül sağ olmaktansa alemde
    Dilberlerin gam derdinden ölmekte incelik var.

    Gittikçe viran gönül ülkesini harap ediyor
    Zamanın bu cefasından bir şaha şikayet var

    Baş vermeye razıdır da dünyaya gönül vermez
    Ayrılık ehlinin ey Bâkî başında saadet var.

    (Günümüz diline uyarlayan: Adnan Durmaz)
    10 ...
  8. 73.
  9. elemin kays’a kıyâs etme dil-i mahzûnun
    aklı yoğ idi ne derdi var idi mecnûn’un

    (kederli gönlünün üzüntüsünü kays ile kıyaslama
    çünkü mecnunun aklı olmadığı için derdi de yoktu)
    8 ...
  10. 32.
  11. Yârdan cevr ü cefâ lûtf u kerem gibi gelür
    Gayrdan mihr ü vefâ derd ü elem gibi gelür

    Firkat-ı yâr katı zâr u zebun itdi beni
    Döymeyem mihnet-i hicrâna ölem gibi gelür

    Uydurup leşker-i uşşâkını ol şâh-ı cihân
    Nâz ile salını salını alem gibi gelür

    Dil-i pür-hûn elem-i aşkun ile cûş ideli
    Çeşme-i çeşmün akan suları dem gibi gelür

    Bâkıyâ hangi gönül şehrine gelse şeh-i aşk
    Bile endûh u belâ hayl ü haşem gibi gelür

    ----------------------------------------
    4 ...
  12. 18.
  13. avazeyi gök kubbeye davut gibi sal
    baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş...
    4 ...
  14. 72.
  15. görmez cihanı gözlerimiz yari görmese
    mir'at-ı hüsni var ise alem-nüma imiş

    (sevgiliyi göremedikçe bir şey göremem, hatta dünyayı bile göremem 
    eğer güzellik aynası var ise o, sevgilinin güzelliğinin yansımasından başka bir şey değildir)
    4 ...
  16. 4.
  17. Bir lebi gonca yüzü gülzar dersen iste sen
    Har-i gamda andelib-i zar dersen iste ben

    Lebleri mül saçlari sünbül yanagi berk-i gül
    Bir semenber serv-i hosreftar dersen iste sen

    Payine yüzler sürer her serv-i dil-cuyun revan
    Su gibi bir asik-i didar dersen iset ben

    Zülfü sahir turrasi tarrar suh-i sivekar
    Çesmi cadü gamzesi mekkar dersen iste sen

    Firkatinde tesne leb hatir perisan haste dil
    Künc-i gamda bi-kes ü bi-mar dersen iste ben

    Gözleri sabr u selamet ülkesini tarac eden
    Bir amansiz gamzesi Tatar dersen iste sen

    Bakiya Ferhad ile Mecnun-i seydadan bedel
    Asik-i bi-sabr ü dil kim var dersen iste ben
    4 ...
  18. 28.
  19. Kanuni Dönemi'nin zenginliği, hiç kuşkusuz sanatına da yansıyan Divan EDebiyatı'nın en önemli birkaç şairinden biri kabul edilen isim. ve bir beyitini inceleyelim:
    "Dilâ câm-ı şarâb-ı aşk-ı yârı şöyle nûş et kim
    Felekler güm güm ötsün başuna meyhaneler dönsün"

    Günümüz Türkçesi: "Ey gönül! Sevgilinin aşk şarabının kadehini öylesine iç ki, gök kubbeleri güm güm ötsün; başında meyhaneler dönsün."

    nûş: iç! Afiyet olsun! içme, tiryak, panzehir, bal. gibi anlamlara gelir.
    nûş-bâd: Âfiyet olsun.

    Beyitin açıklamasını yapacak olursak;
    Felekler iç içe gök kubbeleridir. Çok içen kimsenin de başı döner. Gökkubbesi meyhane ve her şey dönen bir yapıya sahiptir. Hem çok içen kimsenin başı zonklayarak ağrıyacağı gibi, kubbeli binalarda da ses güm güm öter, yankı yapar.

    Beyitte "başına" kelimesiyle sihr-i helâl sanatı yapıldığını görmekteyiz. Yani bu sözcük "başında felekler güm güm ötsün" anlamıyla 2. mısranın ilk cümlesine; "başında meyhaneler dönsün" anlamıyla da diğer cümleyi karşılar durumdadır.

    Yine beyitte câm-şarâb-nûş-humhâne gibi kelimeler anlamca birbirleriyle ilintili olduklarından ve "içki" kavramı etrafında toplandıklarından tenâsüb sanatını oluşturmuşlardır.

    Beyitte meyhÂne anlamında humhÂne denmesi, hem küpün yuvarlaklığını anlatmak, hem de küpler dolusu şarap içildiğini belirtmek içindir. Zira, eski meyhanelerde müşterilerin oturduğu yerde şarap küplerinin de bulunduğu söylenir. Ayrıca "hûm" sesi, beyitte "güm güm" sesi ile benzer bir ahenk yaratmaktadır.

    Beyitte şarap içmek yerine mecâz-ı mürsel yoluyla "câm nûş etmek" kullanılmıştır. Yani gökkubbeleri ile bir ilişki kurulmuştur. Gökkubbeleri de hem kadeh gibi yuvarlak hem der cam gibi saydamdır.

    Aslında baktığımız zaman, ilk beyitte zannettiğimiz gibi, bir meyhâne , çok içilen şaraplar, başı dönen ve ağrıdan zonklayan sarhoşlar yoktur. Bâkî'nin sözünü ettiği şarap aşk şarabıdır. Aşkın şaraba teşbihinin nedeni onun da âşığı sarhoş etmesi oalrak düşünülmelidir. Bu aşk şarabını içecek ve kendinden geçecek olan da insan değil, soyut bir kavram olan gönüldür.

    Yukarıdaki açıklamada da gördüldüğü üzere, dilin en ince yanlarını, estetiğni, yalınlığını ve çeşitliliğini son derece kaliteli bir üslupla savunan bir şairdir Bâkî. Ki yaşadığı dönemde Azeri şairi Fuzuli'nin bile gölgeleyemediği bir üne kavuşmuştur. Türkçe konuşulan tüm çevrelerce tanınarak Rum Sultânü'ş- Şu'arâsı yani Rum Şairlerinin Sultanı olarak anılmıştır.

    Günümüze baktığımızda saçmasapan gazete köşelerinde, televizyonlarda basma kalıp boş laflarla insanların dertlerine derman olduğunu iddia eden fırsatçıları gördükçe insanın gerçek anlamda ruhunun estetik hücrelerinin ta en derinlerine neyin işleyeceği sanırım âşikardır.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük