90'lı yıllarda ankara'da toplanan bir '' türk dünyası yazarlar kurultayı'' nda ''biz yetmiş sene esaret altında yaşadık. resmi dilimiz rusça idi. ağır baskılara rağmen ana dilimiz türkçe'yi muhafaza edip bu günlere getirdik. siz bağımsız bir türkiye cumhuriyeti olarak ne gibi bir güçlüğe uğradınız, kimden baskı gördünüzde dilinizi bu hale soktunuz?'' diye sormuş azeri edebiyatçı.
azeri şair, yazar ve siyasetçi. azeri özgürlük mücadelesinde üstün hizmetleri vardır ve azeri istiklal madalyası sahibidir. aynı zamanda azerbaycan'nın özgürlük simgelerinden biridir. 13 şubat 2009 da bakü'de vefat etmiştir.
aslen azeri bir bala olan Türk dünyasının usta şairi Bahtiyar Vahapzade,vefatından üç gün önce hasta yatağında verdiği röportajında;
"Türkiye'ye ilk defa 1961 yılında gemiyle gitmiştim. Para bozdurmak için girdiğim bankaya kimliğimi göstermem lazımdı. Sovyet pasaportunu uzattım. Paraları değiştirdi ve bir makbuz verdi. ilk kez Türkçe ve üzerinde de 'Bahtiyar Vahapzade' yazan bir makbuz görmüştüm. Onu hayatım boyunca muhafaza ettim. Şu andaki tek arzum, ölmeden önce son bir kez daha Türkiye'yi görmek."
bence son derece provokatif ve propogandist bir şiir anlayışı var.
bu da kimi şairlerin tercihi olabilir zaman zaman ama kendisi derdini sanki halka direkt iletmek için olabildiğince düz, dolayımsız ve mesaj kaygılı şeyler yazmış.
kendisini bu şiirlerde bulanlar da olacaktır elbette, bu yazılanları şiirden saymayanlar da..
normaldir.
1845 yılında Gülüstan mukavelesi ile beraber Azerbaycanın ikiye bölünmesi üzerine "Gülüstan Poeması" eserini yazmış, bundan dolayı ev hapsine mahkum edilmiş, son dönemlerinde ülkesindeki Fetullah Gülen hareketlerini desteklemiş şair ve yazardır...
Yolun kenarında tenha bir mezar
Üstünde ne adı, ne soyadı var.
Yolcu, arabayı durdur bu yerde
Bir sor, kimdir yatan tenha kabirde?
O bir Türk askeri, kahraman, metin!
O öz kardeşine yardıma geldi.
Kurşuna dizilen milletimizin,
Haklı savaşına yardıma geldi.
Uzaktan ses verip senin sesine
Geldi, o dönmedi öz ülkesine.
Düşman saflarını o, soldan sağa,
Biçti, dostlarıyla cepheyi yardı.
Toprağın yolunda düştü toprağa,
Senin toprağını sana kaytardı.
Kendi koruduğu, hem can verdiği
Yolun kenarında defn edildi o.
Uğrunda canını kurban verdiği
Toprağı kendine vatan bildi o.
Yolcu, arabanı bu yerde eğle.
O mezar önünde sen tazim eyle.
Secde kıl, dua et onun ruhuna,
Ayak bastığın yer borçludur ona
Türkiye üstadın her zaman hayallerini süslemiş hasretiyle yakmıştır . soyvet birliği döneminde türkiye geçmek yasaktır bu durum onun anavatan diye nitelendirdiği Türkiye aşkını daha alevlendirmiş Türkiye özlemini dahada bastırılmaz bir hale getirmiştir. Fırsatını bulup Türkiye'ye gelmek isteyen üstad 1961 yılında fırsatını bulur ve bu durumu dolu dolu yazar şahsımı da dolu dolu ağlatmıştır.
''Dedemin, babamın ve amcalarımın ağzından Türkiye hiç düşmezdi. Ben şimdi
soyumdan gelen arzuların hayallerin ülkesi olan Türkiyeye gidiyorum. Sabah erkenden
kalkıp tıraş oldum. Otuz beş yıldır hasretini çektiğim, ismini zaman zaman andığımda
bütün bedenimi titreten, koluma kuvvet, ayağıma takat, gözlerime ışık veren bir şehre,
istanbula, gidiyorum. Ümitgahım, önünde boyun eğdiğim, zorla elimden alınan adımın
sahibi, namusumun, izzet ve şerefimin koruyucusu, gören gözüm, vuran kolum, düşünen
beynim, yardımcım, dayanağım, bayrağım, kaybettiğim tarihim, geçmişim, ana dilim,
şerefim hepsi sendedir.
Kamaranın penceresinden bakıyorum uzakta fener yanıp sönüyor. Allah'ım! ilk
defa Türk ışığı görüyorum. O ışıkta benim arzularım yanıyor. Ey fener, sen sana tarih
boyu düşman olan bir milletin gemisine yol gösteriyorsun. O geminin içinde sana can
vermeye hazır birisi var.
Ben sana kurban olayım. Ey benim cumhuriyetim! Ey benim benden uzak vatanım! Benim için yanan ve bana elini
uzatamayan vatanım! izin belgesinin üzerindeki mührü döne döne öpüyorum. Otuz beş
yıldır vesikalarımın üzerinde Rus dilinde yazılı ifadeler vardı, ilk defa şimdi kendi
dilimde yazılı bir ibare var kimliğimde. Ömründe sadece on saat benim kim olduğumu
gösteren vesika ise ilk defa kendi dilimdeydi. Ben ancak şimdi ben oldum.
Nihayet istanbula ayağımı basıyorum. Bu mukaddes toprağı eğilip öpmek
istiyorum. Ama yol boyunca beni takip eden ajanlardan korkuyorum. Yan, ama öyle
yan ki, alevin gözükmesin. istanbulda topu topu on saat kaldık. Şehri gezdik.
insanlarla konuşmak istiyorum. Hal hatırlarını sorup; onların kalbine yol bulup girmek
istiyorum. Ancak onların bana meyli yok.''
Üstad hayallerini süsleyen istanbul'un bakımsız hali görünce hayal kırıklığına uğrar o gece geç saatte yatağından kalkıp
''Ey Allah'ım! Sen
Türkiyenin geçmişteki kudretini ve azametini geri ver.'' diye dua eder. Vatanına,
Vahabzadenin ifadesiyle, ''yürek ağrısıyla'' dönen üstad bu seyahatten sonra ''istanbul'' adlı
şiirini yazar.
şiirlerini her azerbaycan türk'ü kalbinde hissetmelidir.
adını bilmeyen, okuyup da etkilenmeyen azerbaycanlının kanına tüküreyim.
gidip hepimiz ermeniyiz hebele hübele desin.