aşiyan mezarlığı

entry15 galeri0
    1.
  1. istanbul' da Bebek ile Rumelihisarı arasındaki sırtlarda bulunan ve istanbul Boğazına bakan mezarlıktır.
    1 ...
  2. 2.
  3. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Münir Nurettin Selçuk, Attila ilhan gibi birçok ünlü kişinin mezarının bulunduğu yer.
    2 ...
  4. 3.
  5. istanbul'da Bebek ile Rumelihisarı arasındaki sırtlarda bulunan ve istanbul Boğazına bakan mezarlık. Burada yatanlar arasında Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Münir Nurettin Selçuk, Attila ilhan gibi birçok ünlü kişi bulunmaktadır.
    2 ...
  6. 4.
  7. sabataist lerin gömüldüğü istanbulda bulunan mezarlık.
    (bkz: atilla ilhan)
    0 ...
  8. 5.
  9. geceleri önünde arabayla durup sahilde çay içilmeli, sigara tellendirilip ölüm ve yaşam düşünülmelidir.
    1 ...
  10. 6.
  11. insanın görünce "ölsem de burda yatsam" dediği bebek ile rumelihisarı nın tepeleri arasına sıkışmış, dünyanın en güzel manzaralı mezarlığı.
    0 ...
  12. 7.
  13. soner yalçın'ın efendi - 2 adlı kitabından bir bölüm;

    ... ismail maşukî, ahmed sarban, hüsameddin ankaravî, bosanalı hamza bali, sütçü beşir ağa başları kesilerek öldürülen melametî şeyhlerinden sadece birkaçıydı.
    mehdilik iddia ettiği suçlamasıyla on iki müridiyle birlikte istanbul atmaeydanı'nda boynu vurularak idam edilen ismail maşukî'nin cesedi denize atıldı. ceset günler sonra rumelihisarında karaya vurunca , müridleri ceseti oradaki bir tepeye defnettiler.yıllar sonra, 1879'da alikızı hasena adlı bir kadın mezarına taş dikti. ve burası " kayalar mezarlığı " olarak bilinir oldu. yani bugün herkesin bildiği kuş yuvası anlamına gelen " aşiyan mezarlığı " ! aslına bakarsanız bir sebateyist mazarlığı !..
    0 ...
  14. 8.
  15. 9.
  16. Türkiyenin en entellektüel mezarlığıdır.
    1 ...
  17. 10.
  18. 11.
  19. 12.
  20. dizi mezarlığıdır. neredeyse çekilen tüm dizilerde ki mezarlık sahnelerinde ki mezarluk bu mezarlıktır.
    0 ...
  21. 13.
  22. mezarlıktan başka her şeye benzeyen, şairlerin akşam üstü sohbet için buluştuğu bir yeri andıran, cennet timsali bir edebiyat müzesi...

    mezarlıklar hep ilgimi çekmiştir. hayatım boyunca hiç görmediğim ama çok yakından tanıdığım insanların artık onlarla buluşmam için beni beklediği yer olarak düşünürüm hep buraları.

    izmir'den kız arkadaşımı ziyarete gitmiştim iki ay kadar önce. 16 ekim 2011. istanbul'da keskin bir soğuk, yağmur, fırtına... huyumdur hep erken kalkarım. sabah 8 gibi uyandım, bilgisayarı açtım oradan oraya derken birkaç şiir okudum.

    bedava yaşıyoruz, bedava;
    hava bedava, bulut bedava;
    dere tepe bedava;
    yağmur çamur bedava;
    otomobillerin dışı,
    sinemaların kapısı,
    camekanlar bedava;
    peynir ekmek değil ama
    acı su bedava;
    kelle fiyatına hürriyet,
    esirlik bedava;
    bedava yaşıyoruz, bedava.

    diyordu orhan veli...

    sonra bir anda kendimizi aşiyan mezarlığı'nda bulmuşuz zaten. aman allah'ım o nasıl bir manzaradır, o nasıl bir görkem... bir insan neden para verip ev alır dedim o an kendime. bir mezar almalıydık hepimiz buradan. ebediyen bize ait olacak olan...

    hayat ne garip; ömrümüz boyunca bir şiir, bir kitap, bir şarkı, bir fizik denklemi ya da şaşalı bir ölüm bırakmadıkça arkamızda yahut bir politikacı, bir seri katil, bir rekortmen olmadıkça 200 yıl sonra bu dünyada yaşadığımıza dair en ufak bir kalıntı olmayacak. "dedemin dedesinin dedesi" diye bahsedecek birileri bizden hiçbir şeyimizi bilmeksizin... kimse maval okumamalı bence, ölüm tek gerçektir ve en korkuncudur...

    sigaramın dumanını hiçbir şekilde tasvir etmeye dilimin yetmeyeceği o muhteşem boğaz manzarasına doğru savururken tek duyduğum yağmur damlalarının sesi ve birkaç ayak sesiydi. deliler gibi yağmur yağmakta ve hava attila ilhan şiirlerindeki haliç siyahlığına bürünmekteydi. benim hatun korkar mezarlıktan, karanlıktan falan... "cin" desem küser aklıma getirdin diye. ellerimi sıkıca tutmuş şemsiyesinin altından "ıslanma artık hasta olacaksın" gibi bir şeyler söylüyordu. ama tek umurumda olan mezarlıkta peşine düştüğüm birkaç fısıltıydı. yani inanmak istiyordum aslında o kabirlerin altından birkaç mısranın duyulabileceğine...

    mezarlığa adım atar atmaz attila ilhan'ı sorduk görevliye. malum ölüm yıl dönümüydü bugünler. çiçeklerle dolu olmalıydı kabri. "deniz feneri göreceksiniz bir tane, az ilerleyin karşıya bakıyor mezarı" dedi görevli. tam da tahmin ettiğim gibi. kendisine giden yol bir deniz fenerinden geçmeli ve denize doğru bakmalıydı... "bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden" demiş bir insanı denizden mahrum etmek ıstırapların en büyüğü olsa gerek...

    ve en sonunda ulaştık mezarına, yağmur, fırtına, damla sesleri... sevgilim üşüyordu, ellerimi tutuyordu...

    sırtında yoksul bir yağmurluk
    çocuk gözleri büyük büyük
    üşümüş ürpermiş soluk
    ellerini tutabilsem pia'nın
    ölsem eksiksiz ölürdüm

    kırmızı karanfiller vardı mezarında. gri bir büstün üstünde çakıl taşlarınca naifçe süslenmiş, sade, süssüz, gerçek... tıpkı şiirleri gibi, bildiğin ölüm işte...

    ruhuna fatiha yazıyordu mezar taşında. bir fatiha okudum sonra bir tane daha. üçüncüsünü yarıda kesmeme sebep olan yine kendisiydi... yıllar önce şiddetli bir kavgamızda "yoruldum" demiştim ellerimi tutmakta olan "çocuk gözlü"ye... hiçbir şey demeden gitmişti ve iki mısra göndermişti bana;

    "sevmek kimi zaman rezilce korkuludur,
    insan bir akşam üstü ansızın yorulur."

    hayatımda "ben sana mecburum"u belki de yüzlerce kez okumuş birisi olarak, bu mısraların o şiirde geçtiğini algılayamadım. düşündüm, düşündüm... ne güzel mısralardır bunlar. ne güzel bir anlatımdır... ağladım, sigara içtim üst üste... sonra anladım ki bu şiir onun şiiriydi. durdum içimden ve dedim ki mezar taşına doğru eğilerek; "sen beni hiç tanımadın belki ama sevgilime doğru koşmamı sağladın iki mısran ile" üçüncü şahsısın sen aşkımızın...

    ve sıra ondaydı; o garip, o uzun bacaklı, şekilsiz burunlu, ıspanağa bayılan, puf böreğine biten adam... orhan veli...

    biraz yukarı doğru ilerlerken mezar taşlarında yazan isimleri teker teker okuyordum... selam götürecektim komşularından orhan veli'ye, tabi hala mezarındaysa... bir edebiyat hocam vardı yıllar önce; "orhan veli'yi bir tirene bindirsen, üç durak sonra iner; geldiği yere geri döner ve 'aa ne güzel yermiş' diye sevinir." derdi. bildiğin zıpırdı yani benim gözümde orhan veli. vapur iskeleye yanaştığında hızlıca karşıya atlamaya çalışırken denize düşen ve bana mısın demeden ağzından sular püskürterek geri geri yüzen bir adam en nihayetinde o... şiirinde "nasır" dedi diye komik bulunan, aşağılanan ama sonra bir akımın önderi olan edebiyat tarihine adını altın harflerle yazdırmış, "karga ile tilki" ve nice fablların çevirmeni, 36 yıla bir ömürden çok bir dönemi sığdırmış koca yürekli bir adam...

    tam tahmin ettiğim gibi, köşede, kimsesiz, garip, bir ağaç altında ihtişamlı mezarların gölgesinde bir mezar taşı... aslında sadece bir mezar taşı da değil bir yerde, bir sanat eseri de sayılabilir; zira abidin dino tasarlamış onu bizzat... "orhan veli, 1914-1950" yazıyor üstünde. tam da sunay akın'ın bahsettiği gibi;

    şiirden kovduğu uyağın
    dönüp dolaşıp
    sonunda mezar taşına
    konması ne
    garip:

    orhan veli
    1914 - 1950

    onun ruhuna fatiha okumadım açıkçası; ellerimi de açmadım, bir sigara yaktım mezarının başında... bir elimi omzuna koydum; "söz olurmuş, olsun. dostum değil misin?" dedim... gülümsemiştir belki. belki de "ben o şiiri sana yazmadım oğlum sana ne oluyor" da demiş olabilir emin değilim.

    sadece efkarlandım, efkarlandım ve efkarlandım. müşfik kenter'in çakırkeyf sesi yankıdı kulağımda hafiften; http://fizy.com/#s/1aj9n8
    son kez dokundum mezar taşına, oktay rıfat ve melih cevdet'le sana geleceğiz hafta sonu hazır et balıkları, rakıyı biz aramızda para toplar alırız dedim ve ayrıldım... hala sevgililerinin adını sayıyordı; "...yedincisi aliye, kibar bir kadındı ama ben pek varamadım tadına..." çok alem adam vesselam...

    yağmur hafiften azalmaya başladı münir nurettin selçuk'u gördüm köşede, yola bakıyordu gözleri; muhtemelen bir şeyler besteliyordu yine, rahatsız etmedim... bir tatlı huzur almaya gelmiş adam en nihayetinde, hadsizliğin lüzumu yoktu...

    az ötede padişah mezarlarını andıran bir mimaride bir kabir daha vardı... üstünde parmaklıklar olan bir büst, silindirik bir sütun yükselmiş temelden... -bu sırada hala "aynada başka güzelsin, yatakta başka" diye mırıldanıp duruyordu orhan veli...- endülüs'te raks diyor, en ufak ayrıntısına kadar anlatıyordu her şeyi... üşenmiyordu tarif ederken, işliyordu resmen mısraları... biraz daha yaklaştım. şu mısralar yazıyordu büyük harflerle;

    ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
    gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
    ve serin serviler altında kalan kabrinde
    her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter

    evet. o'ydu bu. yahya kemal... paranın arkasına resmi basılan ıtri'yi bana öğreten adam. ruhun uçuşunu tarif eden adam... bir şey sorar da cevap vermem diye çok korktum, bilgisine birikimine daima hayrandım kendisinin... ses çıkarmadan uzaklaştım, son kez arkama döndüm ve açık denize bakarken kendisinden bahsetmeye başladığını gördüm; "balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum..." diye devam ediyordu cümleleri...

    artık çıkış kapısındaydık, geldiğimiz yerde... burada bize yer yoktu zira misafirdik biz ve yarın yenileri gelecekti...

    çıkarken hemen sağ tarafımızda yahya kemal'e komşu bir kabir daha gördüm. bir de ne göreyim. bizim orhan'ın edebiyat öğretmeni, ahmet hamdi tanpınar... hemen kapattım ceketimin önünü, dik durdum, saygı yetmezdi sadece dik duranları severdi o. ilk ezberlediğim şiirlerden biri duruyordu mezar taşında ama sadece iki mısrası;

    "ne içindeyim zamanın
    ne de büsbütün dışında"

    haklıydı... hatta bu mezarlıktaki en haklı kişiydi belki de, ne içindeydi zamanın ne de büsbütün dışında... hangimiz kendisiyle aynı dili konuştuğumuz için şükretmedik ki... gitmemiz lazımdı ama konuşacak o kadar çok şey vardı ki, ben onu duyuyordum aslında ama o beni duymuyordu...

    hava karamak üzereydi...

    -saat çok geç oldu gidelim mi?

    buydu sevgilimin sorduğu ve haklıydı... geç olmuştu hoşça kal dedik ahmet hamdi'ye...

    çıkışa doğru yöneldik ve bir ses duyuldu. tok ve kendinden emin bir sesti;

    "saatin kendisi mekan , yürüyüşü zaman , ayarı insandır..."

    duyuyordu bizi ve bunu sadece ben biliyordum...
    5 ...
  23. 14.
  24. istanbul'un en güzel yerlerinden birinde olan mezarlık. ölüler için bir şey ifade etmese de; öyle isimler yatıyor ki orada;
    (bkz: münir nurettin selçuk),
    (bkz: orhan veli kanık),
    (bkz: edip cansever),
    (bkz: ahmet hamdi tanpınar),
    (bkz: yahya kemal beyatlı)
    (bkz: özdemir asaf),
    (bkz: melih cevdet anday),
    (bkz: oktay rifat),
    (bkz: tezer özlü)...
    aklıma ilk gelen isimler..

    demiş ya; aşiyan yollarından seslensem duyar mısın?
    5 ...
  25. 14.
  26. kebap yerdeymiş denilecek yerdedir. merhumların sadece kafalarını kaldırmaları bile milyon dolarlık manzara görmelerine sebep olur. mezar yerleri de pahalıdır herhalde.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük